Huysuz İhtiyar

Ne gülüyorsunuz, maymun mu oynuyor?
Haberin Devamı

Metin'in ağzı kulaklarına değdi değecekti. Sevinçten yüzünde güller açıyordu.

‘‘Bu akşam bendensin. Üstelik lüfer yemecesine...’’

‘‘Hayrola, mirasa mı kondun?’’

‘‘Zam aldım... Hem de 150 milyon!’’

‘‘Eee, bu kadar sevinecek ne var bunda?’’

‘‘Ne varı var mı? Artık daha rahat yaşayacağım. Ay sonunu getirmek için umsuluk olmayacağım.’’

‘‘Ülser bile olacaksın. Senin maaşın 300 milyon değil miydi?’’

‘‘Evet, şimdi 450 oldu.’’

‘‘Seni yine kazıklamışlar Metin'ciğim. Sana 300 milyon verdikleri zaman 1 dolar 200 bin lira idi. Şimdi oldu 335 bin lira. Dolar'a göre yaşadığımız için şimdiki maaşının en az 500 milyon olması gerek. Artık, 50 milyon daha eksik para kazanacaksın. Daha da fakirleştim diye sevinen bir avanağa hayatımda ilk kez rastlıyorum.’’

‘‘Ne yani, ben şimdi içeri mi girmiş oluyorum?’’

‘‘50 milyoncuk kadar... İnanmazsan hesapla... Eh, artık Marlboro'yu bırakıp Maltepe'ye dönersin. Akşamları rakı yerine iki bardak plastik kapaklı Güzel Marmara şarabı yeter. İşe giderken arabana değil, otobüse binersin. Benzin parasından da tasarruf edersen açığını kapatırsın belki.’’

Metin'in yüzündeki güller soldu. Alt dudağı sarktı ve homurdanmaya başladı. Metin'in yanından keyifle ayrıldım.

*

Sevda, ortalıkta edalı edalı dolaşıyordu. Gerekmediği halde bahaneler icat edip değişik servislere girip çıkıyor, masasına bir türlü oturamıyordu. Sanıyorum yeni elbisesini mümkün olduğu kadar çok kişi görsün istiyordu. Elbise de gerçekten güzeldi ve kızın ince vücudunda çok hoş duruyordu.

‘‘Aman, bu ne güzel bir elbise. Sana da çok yakışmış.’’

Sevda mutlu mutlu kıkırdadı.

‘‘Ah, çok teşekkür ederim... Beğendiğinize çok sevindim.’’

‘‘Mahmutpaşa'dan mı?’’

‘‘Ne münasebet, Akmerkez'den aldım.’’

‘‘Demek benim Mahmutpaşa'da gördüklerim bunun taklidiymiş. Ne kadar sahtekâr bir millet olduk. Bir mal tutulmayagörsün. Hemen yüzlerce sahtesini yapıp piyasaya sürüyorlar. Sonra, herkesin sırtında görüyorsun. Bizim ilan servisinde bile bu elbiseyi iki kızın üstünde gördüm. Ama üzülme, seninkinin kalitesi bambaşka canım...’’

Sevda'nın yüzündeki mutlu gülücük yerini ekşi bir ifadeye bıraktı. Esmer teni de iyice karardı. Ben çapkın çapkın sırıttım.

‘‘Sen genellikle pantolonla dolaşırdın. Bugün, güzel giyinmenin bir nedeni olmalı.’’

Sevda'nın yanakları pembeleşti. Mutlulukla mahçup mahçup gülümsedi.

‘‘Akşama yemeğe çıkacağım.’’

‘‘Vaay, kimmiş bu şanslı delikanlı?’’

Sevda kıkırdayıp fıkırdayıp önce söylemek istemedi. Ama benim ısrarıma can mı dayanır?

‘‘Semih'le çıkacağız.’’

‘‘Bizim kel Semih mi?’’

‘‘Hiç de değil!.. Sadece biraz alnı açılmış.’’

‘‘Onun tepesi de açıktır ama, yandaki saçlarını uzatıp tepesine yapıştırdığı için pek belli olmuyor. Kel mel ama, hoş çocuktur. Oğlanda şeytan tüyü var. Bütün kızlar herife bayılıyor. Ama adının pis zamparaya çıkması Semih'in suçu değil. Oğlanın yüreği yufka. Yüzü tutmadığı için hiçbir kızı reddedemiyor.’’

Sevda, hiçbir şey söylemeden kararık bir yüzle fırlayıp giderken arkasından seslendim:

‘‘Ayağındaki o uzun topuklu pabuçları akşama değiştirmeyi unutma. Semih'ten dört parmak uzun duruyorsun. Bizim cücenin kalbi kırılır!..’’

*

Yemekte Yazı İşleri Müdürü Nurcan Akad, Doğan'a keyifli keyifli bir şeyler anlatıyor, arada bir Mezzosoprano sesiyle de şen şakrak kahkahalar atıyordu. Yanına gidip Nurcan'ı uzun uzun süzdüm ve,

‘‘Anlaşılan yüzmeyi ve uzun yürüyüşleri bıraktınız.’’

dedim.

‘‘Bu ara işler çok yoğun. Fikret de izine çıktı. Yakında yine başlayacağım.’’

‘‘Bir an önce başlasanız iyi olur. Karın kısmına oturan kilolar kolay erimez. Ama üzülmeyin, vücuttaki yağları emdirme yöntemiyle artık ameliyatsız da alabiliyorlar.’’

Nurcan'ın kahkahası yemeğin sonuna kadar bir daha duyulmadı. Tufan Türenç, önündeki püreli kebaba aşkla daldığı için ense kökünde durduğumu fark etmedi. Keyiften hafif baygınlaşmış gözlerini daha mercimek çorbasını kaşıklarken fark etmiştim.

‘‘Kollestrollerin mübarek olsun.’’

dedim.

Çatalı havada kaldı. Ama elimden o kadar kolay kurtulamazdı.

‘‘Ben de bu gencecik adam, bu yaşta niye by-pass ameliyatı oldu diye merak edip duruyordum. Damar tıkanıklığının nedeni demek stres değil, yemekmiş. Anlaşılan by-pass'ı sevdin, ikincisine hazırlanıyorsun.’’

‘‘Vallahi bu ay yediğim ilk et yemeği Oğuz'cuğum. Sebze yemekten kendimi yemek masasında değil de, çayırda otluyorum sanmaya başlamıştım.’’

‘‘Senin ayak parmaklarında da kızarma ve ağrı vardır.’’

‘‘Hayır öyle bir şey yok.’’

‘‘Yoksa bile yakında başlayacaktır. Önce ayak parmaklarında bir yanma duyacaksın. Sonra dayanılmaz ağrılar başlayacak. Yorganın teması bile seni havaya zıplatacak. Sonra da topallama faslı gelecek. Damar tıkanmasının çaresi vardır ama gut hastalığının çaresi yoktur. Neyse, afiyet olsun Tufan'cığım.’’

deyip Tufan'ı püreli kebabıyla başbaşa bıraktım.

*

Masama oturunca içime karalar bastı. Metin'in, Sevda'nın, Nurcan'ın, Tufan'ın benden sonraki ruh hallerini hayal etmeye çalıştım, ama yine de keyiflenemedim. Çünkü, yine bir karikatür çizmek zorundaydım. Üstelik komik bir karikatür çizmek zorundaydım. İnsanlar karikatüre gülmek, neşelenmek hatta bir an dertlerini unutup mutlu olmak için bakarlardı. Ben de tam 40 küsur yıldır neşe ve mutluluk servisi yapmak için yırtınmaktaydım. Oysa, güldürenler değil ağlatanlar kazanıyordu. Hatta, adamın anasını ağlatanlar daha da kıymetleniyordu. Bir minik gülücük için bir ömür boyu ıkınıp, sıkınıp, paralanmaktan içime baygınlık gelmişti. Teker teker de olsa bunun acısını insanlardan çıkaracaktım. O sırada odama Yavuz girdi. Benim de zevkten dişlerim kamaştı. Çünkü, Yavuz bizim gazetenin en şen şakrak adamıydı. Çizeceğim karikatürün acısını çıkaracağım birini bulmuştum çok şükür...

‘‘Bu ne keyif lan, haberin manşet mi oldu?.. Yoksa Paris bürosuna mı tayinin çıktı?’’

‘‘Yok be abiciğim, kovuldum!..’’

deyip şıngırdak bir kahkaha patlattı.

‘‘İşsiz kaldım diye gülene salak derler.’’

‘‘İşsiz kalmadım ki, sadece kovuldum. Kovanlardan Allah razı olsun. Yıllardır hayal edip de bir türlü beceremediğim gönlümdeki işi yapacağım.’’

‘‘Ne yapacaksın?’’

‘‘Gül yetiştireceğim. İhracat yapıp zengin bile olabilirim. Düşünebiliyor musun, gazeteye gelmek için egzost dumanları içinde her gün 40 kilometre yol tepeceğime mis kokulu Bakara güllerimin arasında dolaşacağım.’’

Gülcülük konusunda kötü bir iki laf etmek istedim. Ama bu konuda hiçbir fikrim olmadığı için beceremedim.

‘‘Tabii, senin gibi zengin karısı olanların tuzu da kuru olur.’’

‘‘Benim zengin karım yok ki.’’

‘‘Nasıl yok?’’

‘‘Benim aslında karım da yok. Şule, beni iki ay önce terk edip babasının evine döndü.’’

dedi ve sinirlerimi iyice ayağa kaldıran bir kahkaha daha patlattı. Son bir hamle yaptım.

‘‘Sağlıksız görünüyorsun.’’

‘‘Ülserden abiciğim, bugünlerde rakıyı ve kızartmayı fazla kaçırınca azdı meret.’’

deyip kahkahalar arasında bir sigara yaktı.

‘‘Yavuz, işim başımdan aşkın, öptür olup gider misin?’’

‘‘Derhal abiciğim, ama geçen gün karikatürüne bakarken gülmekten yine kasıklarım ağrıdı. O kadar komik esprileri nereden buluyorsun?’’

Ben fırlatmak üzere kül tablasına uzanırken o kahkahalar atarak odadan çıktı. Bütün Yavuz'lardan nefret ediyorum. Bir an önce eve dönüp sonu muhtelif ölümlerle bitecek olan Veremli Kız romanımı yazmak için hızla karikatürümü çizmeye başladım.

Yazarın Tüm Yazıları