Huysuz İhtiyar

Güncelleme Tarihi:

Huysuz İhtiyar
Oluşturulma Tarihi: Ekim 29, 1997 00:00

Babıali Efsaneleri Cemil’i dövmeyip de ne halt edeceksiniz? (Okuyacağınız yazıdaki kişilerin adları ve meslekleri tanınmasınlar diye bir miktar değiştirilmiş ve olaylar da azıcık abartılmıştır. Kusura bakmayın.)Arada sırada dövmek zorunda kalmamıza rağmen, Cemil'i çok severdik. Kimseye bir kötülüğü dokunmazdı. Tersine, çevresine faydalı olabilmek için yırtınırdı. Angarya işlerimizi ona yüklerdik. Karikatürlerimizin kurşunkalemlerini sildirip yazılarımızı daktilo ettirirdik. Hatta, ayak işlerimizi gördüğü bile olurdu. Ama Cemil, ne yapar yapar içimizden birinden dayak yemeyi mutlaka becerirdi. Ufak tefek biriydi. Hatta, ufak sözcüğü bile iri gelebilirdi Cemil'e... Tefek tefek biriydi. Ceketi her zaman olmayan omuzlarından aşağıya kayar, dekoltemsi bir durum arzederdi. Cemil, inanılmayacak kadar hırpani giyinirdi. Gömlek yakalarından biri mutlaka yukarı doğru kıvrık olurdu. İpe dönmüş boyun bağını kimbilir kaç yıl önce bağlamıştı. Çözmeden takıp çıkardığı için düğümü hep parlardı. Pantolonu, patlak pabuçlarının üstünde ikiye katlanacak kadar düşüktü. Eline, ayağına beceriksiz olduğu için elbisesinde karış başına iki, üç leke düşerdi. İyi bir yazardı. Kendi pek söz etmezdi, ama iyi bir öğrenim görmüştü. Tercüme yapacak kadar İngilizce bilirdi. Fakat, ne hikmetse adı sanı pek bilinmeyen kenar kıyı gazete ve dergilerde çalışırdı hep...***Yazarlı, çizerli genç gazetecilerdik. O yıllar, anonim yaşam yıllarımızdı. Toplu halde çalışır, toplu halde gezerdik. Gazetelerimizde işimiz bitince toplu halde Beyoğlu'na çıkıp bir meyhaneye giderdik. Biz dolmuşa binerdik, Cemil tramvayla gelirdi. Masaya hep bizden sonra oturduğu için dalgaya düşer,‘‘Eee... Anlat bakalım Cemil, ne var ne yok?..’’ diye sormak gafletinde bulunurduk.O da her zamanki küçümseyen acı tebessümünü takınır ve her zamanki cevabı verirdi:‘‘Ne olacak varlar sizin, yoklar benim payıma düştü!..’’Ondan sonra da Cemil'i unuturduk. Taa ki Cemil iki kadeh içene kadar... Garsonu çağırıp sıcak mezeleri söylerken Garson Celal sorardı, ‘‘Size de bir ızgara yaptırayım mı Cemil Bey?..’’''Sen köfteleri, bonfileleri beylere getir!.. Bizim gibilere beyaz peynir yeter!..''Sonra da muhabbet şöyle gelişirdi;‘‘Köfte yemek bizim ne haddimize!.. Biz, bu beyler gibi 1. sınıf gazetelerin anlı şanlı yazarlarından çizerlerinden değiliz. Hatta, sen peyniri de boşver bana biraz leblebi aldır.’’İçimizden biri dayanamaz;‘‘Yahu ünlü yazar olmakla köfte yemenin ne ilgisi var?..’’ diye patlardı.‘‘Tabii, senin gibi her aybaşı maaşını tıkırt diye alan, asansörlü gazetelerde çalışan biri için ilgisi yoktur!..’’‘‘Ne yani, aybaşında verilen maaşı gidip ayın 15'inde mi alayım?.. Yahut, asansörü var diye gazeteden istifa mı edeyim?..’’‘‘Niye istifa edeceksin ki... Böyle avanta iş bırakılır mı?.. Haberleri mi düzeltiyorsunuz, fotoğrafların altına laf mı uyduruyorsunuz, yabancı gazetelerden makale mi çeviriyorsunuz, ya da bilmeceyi mi hazırlıyorsunuz?.. Altı üstü günde bir tek köşe yazısı yazıyorsunuz ya da bir karikatür çırpıştırıyorsunuz. Saat 2'de gel 4'te çık!.. Hatta, hiç gelme evden gönder. Üstelik, artistmişsiniz gibi fotoğraflarınızı bile basıyorlar gazeteye!..’’‘‘Cemil elini ayağını öpeyim gene başlama!..’’‘‘Bir kere o sözcük ‘‘gene’’ değil ‘‘yine’’'dir. Gene diye köpek kenesine denir. ‘‘Genelemek’’ diye bir fiil var mı?.. Ama ‘‘yinelemek’’ var!.. Sen Türkçe'yi dert etme... Yazılarınızdaki Türkçe bozukluklarını nasıl olsa bizim gibi biri tashih ediyor. Düzeltmek bizden, parsayı toplamak sizden!..’’Muhabbetin gidişi artık tehlikeli bir hal aldığı için arkadaşlardan biri sözü değiştirmek üzere atılırdı:‘‘Dormenler'de oynayan Zafer Madalyası'nı gördün mü Cemil'ciğim?.. Altan, yine gülmekten kırdı geçirdi seyirciyi... Adamla her gün aynı gazetede olmama rağmen ben bile gülmekten telef oldum.’’‘‘Tabii güleceksiniz... Sizler gülmeyeceksiniz de ben mi güleceğim?.. Zaten, dünyada sağcı solcu kavgası yoktur... Gülenlerle gülemeyenlerin kavgası vardır. Tiyatro davetiyeleri, sizin gibi Allah'ın ‘‘gül yaa kulum!’’ dediklerine gelir. Bizler, tiyatroya ancak biletle gideriz. Onca yıllık arkadaşlığımıza rağmen Altan, adam yerine koyup da, hayatta bir davetiye mi göndermiş bize?..’’‘‘Yahu Cemil saçmalama!.. Altan, sana davetiye gönderilip gönderilmediğini ne bilsin? Davetiyeleri tiyatro idaresi gönderir.’’‘‘Davetiyeden geçtim, geçen gün görmezden gelip, selam bile vermedi!.. Tabii, o artık bizim gibi Babıali paryası değil... O, artık sosyete tiyatrolarının çocuğu!..’’‘‘Bilmiyormuş gibi konuşma... Adam, sekiz derece miyop... Burnunun dibine gelmeden babasını tanıyamaz!..’’Üstelik Altan, Cemil'i en çok seven, birçok kez arada dayak yemeyi bile göze alıp, herifi elimizden kurtaran kişiydi. Bu tür, söyleşilerden sonra masada artık ekşi bir sessizlik olurdu. Biraz keyiflenelim diye rakıya ve mezeye ödediğimiz onca boşuna paranın acısı yüreğimize çökerdi. Bu, yürek acısı da, yavaş yavaş öfkeye dönüşürdü. Ama içimizde hala rakı parasının boşa gitmesini önlemek için muhabbete keyif katmaya çalışan iyi niyeli biri çıkardı.‘‘Yahu, Fener'in Eskişehir'e 6 tane atmasına ne diyorsunuz?.. Artık bu kadarı da gaddarlık vallahi!..’’Masadaki çoğunluk Fener'li olduğundan neşelenilsin diye laf ortaya söylenirdi. Ama daha kimse ağzını açmaya fırsat bulamadan cevap Cemil'den gelirdi:‘‘Tabii 6 tane atarsınız... Onca paranıza karşı az bile atmışsınız!.. Bizim takımın toplamı, sadece Can'a ödediğiniz parayı bile alamıyor... Bastır parayı, satın al galibiyeti!.. Bizden biri kaza ile gol atsa da Fener yenilse, hemen domates alır gibi parayı bastırıp, çocuğu transfer ediyorsunuz... Fener'in 6 tane atması ayıp, 16 atmalıydı!..Artık dostluk, arkadaşlık, sevgi ve merhamet ipleri kopmuştur.‘‘Ulan inek!.. Sen nereden Eskişehirli oluyormuşsun!.. Hayatında daha Bostancı'dan ötesini görmedin. Futbol topunu görsen Yafa portakalı sanıp, kabuklarını soymaya kalkarsın!..’’‘‘Bu bir futbol sorunu değil, ezilmiş halkların sorunudur... Sizler, İstanbul Dükalı'ğını ayakta tutmak için Fenerli, Galatasaraylı oluyorsunuz. Bizler gitmesek de görmesek de Eskişehirli, Sivaslı, Ağrılıyız... Ayrıca bana inek de diyebilirsin, eşek de... Sen, zaten bana küfredebilmek için Fener'lisin. Güçlü kalabilmek için iktidar takımlarına yamanmak zorundasın!..’’‘‘Ulan şimdi senin sülaleni...’’‘‘Hah, şimdi oldu işte!.. Lafı niye dağdan, bayırdan aşırıyorsunuz sadede gelin böyle!.. Sizin gibi iyi beslenmiş tombul iktidar çocuklarının yapabileceği tek şeyi yapın... Beni dövün!.. Dövün de birer Tarkan ve Karaoğlan olduğunuza inanın! Boktan yazılar yazıp, berbat karikatürler çizdiğiniz için tatminsiz ve öfkelisiniz... Öfkenizi bizden çıkarın! Belki karınızla, sevgilinizle aranız kötüdür... Belki de patronunuz kaşlarını biraz çattığı için donunuza kaçırmışsınızdır, vurun lan!.. Vurun da yüreğiniz serinlesin!..’’Cemil'i dövmekte olan arkadaşımızın elinden kurtarmak için pek acele etmezdik. Hatta ayırırken gürültüye getirip, herifin ensesine bir iki şaplak çektiğimiz bile olurdu. Ama ertesi gün vicdan azabından kahrolurduk. Benim gibi Cemil'i kendine dert edinmiş bir yazar arkadaşla geceler boyu yaptığımız tahliller, planlar ve programlar sonucunda Canan'a başvurmaya karar verdik.***Canan, orta yaşı geçmesine ramak kalmış, esprisi ve kahkahası bol, sevgi dolu, sanatsever tombul bir arkadaşımızdı. Aslında, bizim gibi genç ve zıpır Babıali tayfasına arkadaşlıktan çok çaktırmadan annelik yapardı. İşinden atılanı bir süre barındırır, sevgilisinden ayrılanı sıcak ve hoş kokulu tombul göğsüne bastırıp, iyice teselli ederdi. Gençliğinin fazla hareketli geçtiği söylenir, bizden önceki kuşak tarafından randevu evlerinde bile çalıştığı iddia edilirdi. Ama kuşağın zaten yüreği fesattı!.. İyice sarhoş olduğu ve kaçınılmaz sonucu olarak sopa yediği bir gece Cemil'i Canan'ın evine taşıyıp, bıraktık. Cemil, birkaç hafta ortalıkta görünmedi. Sonra bir gece Aynalı Pasaj'daki meyhanede bize
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!