Hurt Locker şüphesi doğruymuş

Oscar ödüllerinin verildiği gece, toplanıp aramızda bir tahmin yarışması yaptık biz de. Herkes kendi adaylarını yazdı. Sonunda en çok kim bildi karşılaştırdık. Ödüllerden önce “Oscar alacak ilk kadın yönetmen” lafı o kadar çok yayılmıştı ki, kadınlar hep Hurt Locker’ı yazmıştı. Erkekler ise Avatar’ı...

Haberin Devamı

Kaybettik. Kathryn Bigelow’un en iyi yönetmen ödülü dahil, 6 Oscar kazandı The Hurt Locker.
O gece emin olamadığım, ancak sonra başkalarından da duyduğum bir şüphe uyandı bende.
Ne amaçla çekilmişse çekilsin. Algılandığı şekliyle, Hurt Locker, savaş karşıtı bir film değil. Savaş bağımlısı, işini mükemmel yapan, zeki, güçlü, vicdan sahibi, cool bir Amerikan askerinin portresi. Bir kusursuz savaşçı hikâyesi...
Öyle bir hava var ki şu an Amerika’da... Obama nefreti öyle keskinleşiyor ki... Çay Partisi Hareketi’nin muhafazakâr delileri her geçen gün öyle kalabalıklaşıyor ki... İşte Akademinin 5 bin 800 üyesinin de bu havadan etkilenmesinin normal olduğunu düşündüm ben. Çatlak sesli, savaş karşıtı Avatar’a o yüzden vermediler, bir asker filmini o yüzden takdis ettiler dedim.
Muhafazakâr Fox televizyonu, geçen gün bir tablo hazırlamış. Irak Savaşı’nı eleştiren, Matt Damon’lı “Green Zone” ilk hafta gişede başarısız kalınca, oh olsun diyorlar. 100 milyon harcadılar, 17 milyon gişe yaptılar... Onun yerine The Hurt Locker’a gidin yayını...
Aynı gün New York Times’ın muhafazakârı Ross Douthat’ın köşesinde de benzer minvalli bir yazı okudum. Hollywood politik film çekmeyi bilmiyor, halbuki The Hurt Locker ne iyi film, diyordu o da. Hem apolitik hem de Irak’ı ne doğru anlatıyor yazısı...
Hepsini bir kenara koyun. Bigelow’un yönetmen ödülünü alan ilk kadın oluşu... Avatar’ın 2.5 milyar dolarına karşı The Hurt Locker’ın 25 milyon dolar gişe yapması, fakir ama gururlu hali... Akademinin animasyonlardan çok hoşlanmaması... Bunların hepsi tali...
The Hurt Locker, şimdi Amerikan muhafazakârlarının başucu filmi haline geldi. Ve Oscar seyircisi için, orduyu sevdirme belgeseline döndü...
Diyeceğim, 5 bin 800 üyenin bunları öngörmeden oy vermiş olması mümkün değil. Şimdi emin oldum...
Dünyanın en politik jürisi, bu yıl kadına değil askere oy verdi...

EKONOMİ

Haberin Devamı

Hollywood borsası

Başta anlattığım, evde kendi aramızda yaptığımız Oscar tahminleri, şimdi bir iş modeline dönüşüyor. Hollywood Borsası’na...
HSX.com da, bundan 14 yıl önce eğlence olsun diye açılmıştı aslında. Ancak şimdi izinleri tamamlandığında gerçek paranın kullanılacağı gerçek bir borsa olacak.
Sistem, filmlerin gişe gelirleri üzerinden işliyor. Yapımlara ve oyunculara yatırım yapıyorsunuz. Sonra da gerçekleşen gişe hasılatlarına göre para kazanıyor ya da para kaybediyorsunuz. Püf noktası, havayı koklayıp bir filmin ne kadar iş yapacağını tahmin etmek ve buna göre doğru yatırım yapmakta.
Eskiden ekonomiyle ilgilenenlerin yardımcı bilimi fizik-kimyaydı. Alınıp satılan malların nevî önemliydi...
Ama şimdi... Okuduğum her yeni iş fikrinde, model hep toplumsal davranışlar oluyor. Esas olan mal değil, eğilimler haline geliyor.
Fizik-kimyalık bir durum kalmadı. Ekonominin yeni yardımcı bilimi artık psikoloji.

POLİTİKA

Haberin Devamı

Twitter’a gir Wikileaks’e girme

Modern paradokslar da bu değişimden mi doğuyor acaba?..
Küresel ısınmayı azaltsın diye kullanılan güneş panellerini, o panelleri üretirken çevreye zarar veren Çin üretiyor. Küresel ısınma yalan diye...
Oscarları dağıtan Akademi, yunuslar suşi olmasın diye duyarlılık gösterip “The Cove”a (Koy) belgesel ödülü veriyor. Avatar’daki insan hikâyesinden etkilenmiyor... Avatar animasyon diye...
Geçen hafta Amerikan Dışişleri Bakanlığı bir açıklama yaptı. Dünyada demokrasinin yayılmasına, totaliter rejimlerin devrilmesine internetin sebep olacağını savundu. Çin’i Google, İran’ı Twitter, Küba’yı Facebook devirecek...
Bu hafta ne oldu?.. Bu hafta ise Savunma Bakanlığı’nın, sızdırma belgeler yayınlayan wikileaks.org’u devlet düşmanı ilan ettiği duyuldu. Güvenliğimiz tehdit altında, denildi...
Kimsenin kalkıp Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nın Pentagon’un altını oymaya çalıştığını söyleyecek hali olmadığına göre...
Herkesin nasırına basan bir internetçi oluyor demek... Kimi YouTube’a takıyor kimi Wikileaks’e...

İNTERNET

Haberin Devamı

Tarihi kaybedenler yazıyor

Aslında şu yüzden kızıyorlar. Şimdi tarihi kaybedenler yazıyor. Burma’daki, İran’daki, Çin’deki ezilen insanlar...
Ushahidi.com diye bir site var. Kolektif bilginin nereye varabileceğini gösteren tipik bir örnek.
Cep telefonu ya da internet üzerinden mesaj yolluyorsunuz. Yolladığınız mesaj, sitedeki bir harita üzerinde nokta olarak gözüküyor.
En son Haiti depreminde kullandılar. Depremde enkaz altında kalanlar, gönderilen mesajlarla tek tek haritaya işlendi. Ve bütün kurtarma, Ushahidi haritasına göre dizayn edildi.
Tek bir nokta bile olsanız önemli değil. Sonuçta haritadasınız!..
Ama daha önemlisi... Sonra başka biri geliyor... Derken bir başkası geliyor... Böylece haritadaki kırmızı yuvarlağınız gittikçe büyüyor. Büyüdükçe de kolay seçiliyor. Fark ediliyorsunuz.

SOSYAL YAŞAM

Haberin Devamı

Abe Vigoda ölümsüz

Yalan olmuyor mu peki hiç... Herkes internette hep doğruyu mu söylüyor!...
Hayatı i-Phone, ilişkileri de aplikasyon olarak gören bir zümre var. Her yeni tanıştıkları kişi, makineye indirdikleri yeni bir uygulama bu insanlar için.
Geçen haftalarda New York dergisi toparlamıştı. Şimdiye kadar yalan yere öldüğü dedikodusu yayılan ünlüler... Twitter’ın çıkmasından sonra da aplikasyoncuların yarattığı yalan ölüm haberlerinin artması...
Baba (Godfather) filmlerinde Sal Tessio’yu oynayan Abe Vigoda’yı hatırlarsınız. Michael Corleone’ye ihanet eden... İşte daha ortada ne Twitter ne internet varken, 1982’de People dergisi Vigoda’nın öldüğünü yazıyor. Vigoda da yaşadığı müddetçe kendini dostlarına hayatta olduğunu duyurmaya adıyor.
Bir internet sitesi var şimdi, abevigoda.com. Sitenin tek işlevi, Vigoda hayatta mı değil mi onu yazmak. Ölüm haberinin üzerinden 28 yıl geçti. Ve Vigoda 89 yaşında hâlâ sapasağlam.
Bir de şarkı hazırlatmış. Ölümsüz, ölümsüz diye bağırıyor!..

MEDYA

Haberin Devamı

Dedikodunun itibarı

Her dedikodu yalan çıkacak diye bir kural yok bu arada. Amerikan basınının en dedikoducu yayını Enquirer, dedikodu yapa yapa belki bu yıl Pulitzer kazanacak.
Durumu geçen ay Pulitzer’in ödül komitesi açıkladı. 2008’de başkanlık yarışına giren John Edwards’ın evlilik dışı ilişkisini ortaya çıkardıkları için Enquirer’a ödül verilmesi düşünülüyormuş.
Aklıma şundan geldi...
Başbakan, İran’ın nükleer silah edineceği iddialarına ısrarla dedikodu diyor. Daha önce de demişti. İngiltere gezisinde BBC’ye verdiği röportajda yine dedi. İtibar etmiyor ve her fırsatta dedikodunun dedikodusunu yapıyor.
Washington’da dolaşan bir kontr-dedikoduya göre ise İran işi, Türk-Amerikan ilişkilerinde ikinci bir tezkere krizine dönüşecek. Türkiye, BM Güvenlik Konseyi’nde İran’a müeyyide uygulanmasına direnecek. Amerika da köprüleri atacak.
Dedikodu... İran’ın nükleer silah hevesi gibi!..
Yine de Enquirer Pulitzer’e koşuyorken, birileri de ileride bu dedikoduların itibarını iade ederse diye haberiniz olsun istedim...

Yazarın Tüm Yazıları