Hürriyet Yazı İşleri'ndeki boş koltuk

HÜRRİYET’in birinci sayfasının yapıldığı toplantı masasının başındaki koltuk, Başyazarımız Oktay Ekşi’ye aittir.

Oktay Bey, İstanbul’da olduğu günlerde birinci sayfa toplantısına mutlaka katılır.

Gelmediği günlerde o koltuk hep boş durur.

Kimse o koltuğa oturmaz.

KATI HİYERARŞİ Mİ

Neden?

Katı bir gazete hiyerarşisinden dolayı mı?

Yoksa Oktay Bey’in gazabına uğrama korkusundan mı?

Hayır, hiçbirinden değil.

Zaten saydığım o iki ‘şeyin’ Hürriyet kültüründe pek esamisi okunmaz.

Ama hepimizin içinden bir ses, ‘Orası Oktay Bey’in’ der.

İçimizde konuşan o sesin kaynağı sevgidir. Oktay Bey’e olan saygımızdır.

Çünkü başyazarımız hem hepimizin ağabeyidir, hem de Aydın Bey’in deyişiyle ‘Hürriyet’in ISO 9001 belgesidir’.

Fikret Ercan
birinci sayfayı çizerken, önce Oktay Bey’in sol alt köşesindeki kutusunu yerine koyar.

Üstte Türk bayrağı, Atatürk’ün silueti; altta Oktay Bey’in yazısı...

Bunlar, bizim hangi ideallere bağlı olduğumuzu gösteren garanti belgeleridir.

Üsttekiler, temsil ettikleri o bütün değerlerle.

Alttaki, her gün yazdığı yazılarla.

Bugün Hürriyet’in manşetinde Oktay Bey’in fotoğrafı var.

Hemen yanında da Leyla Zana’nın.

İKİ FOTOĞRAF

Bu iki fotoğraf nasıl yan yana gelir?

Biri hayatının son 20 yılını PKK’ya karşı ülke bütünlüğünü savunmak için yazmış, öteki ise boynundaki sarı, kırmızı, yeşil fularla kimbilir hangi farklı şeyleri savunmuş bir insan.

Biri Hürriyet’in başyazarı, öteki ise cezaevinde.

Ama bakın ikisi bir araya geliyor ve ‘Uluslararası Af Örgütü’nün Türkiye hakkındaki yanlış raporunu düzeltiyorlar.

‘Uluslararası Af Örgütü’, tarihinde ilk defa özür diliyor.

Bu bir gazeteci için çok önemli bir başarıdır. Ülkesi için yaptığı en büyük hizmettir.

Ama sadece Oktay Ekşi’nin mi?

Leyla Zana için de aynı şeyi söylememiz gerekmez mi?

Zana bu yıl ikinci defa Türkiye için böyle bir girişim yapıyor.

Daha önce Avrupa Birliği yetkililerine bir mektup yazarak, Türkiye’nin AB’yle tam üyelik müzakerelerinin başlatılmasını istemişti.

Bu manşet, Türkiye’nin nereye geldiğini gösteren çok güzel bir örnektir.

Türkiye, etnik patlamalar yüzyılında, sorununu barışçı yoldan ve bütünlüğünü koruyarak çözme şansını yakalamış birkaç ülkeden biri olmaya adaydır.

BAŞARININ SIRRI

‘Bunun sırrı nedir’
diye sorarsanız, benim cevabım şu olacaktır:

Türkiye önce askeri plandaki savaşı kazandı.

Hem de bu savaşı kazanırken, terör örgütü ile Kürt kökenli vatandaşını birbirine karıştırmadı.

Ne ordusu, ne de halkı karıştırdı.

Güneydoğu’da dağlarda savaş sürerken ülkenin öteki bölgelerindeki Kürt kökenli vatandaşların birinin bile burnu kanamadı.

Kasabalarından her gün şehit cenazeleri kalkarken, provokasyona kimse heves etmedi.

Ama Türk devleti ‘Nasılsa askeri planda savaşı kazandık’ deyip, olayın sosyal ve etnik boyutuna sırt çevirmedi.

Avrupa Birliği’ne uyum sürecinde Kürt kökenli vatandaşlarının taleplerini yerine getirmek için tarihi adımlar attı.

Hálá da atmaya devam ediyor.

Kürtçe kurslar açılıyor. Siyasi haklar veriliyor.

İÇİMDEN GEÇEN

Türkiye, bütün vatandaşları kaynaşmış vaziyette AB’ye doğru yürüyor.

Bu, gurur verici bir medeniyet tablosudur.

Hürriyet’in bugünkü manşetine bakıyorum ve içimden şöyle bir şey geçiyor.

Acaba Leyla Zana’nın artık serbest kalma zamanı gelmedi mi?

Katillerin affedildiği bu ülkede, cezaevinden bu mesajları veren bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, katil değilse, hırsız, uğursuz değilse bunları düşünmek yanlış mı?
Yazarın Tüm Yazıları