Hürriyet Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Fikret Ercan: Gazete gülerek yapılmalı!

Güncelleme Tarihi:

Hürriyet Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Fikret Ercan: Gazete gülerek yapılmalı
Oluşturulma Tarihi: Ağustos 15, 1997 00:00

Haberin Devamı

Hürriyet'te bir Arap nesli vardır. Arapların sonuncusuyum ben. Son Mohikan gibi. Eskiden bir yayın yönetmeni vardı, Ferhan Devekuşuoğlu, ona Arap Ferhan derlerdi. Arap Samim vardı (Samim Var) benim girdiğim sıralar. Bir de baş mürettip vardı, Arap Ferit Usta. Sonra baskı şefi vardı, Arap Sadık Usta. Sonra bir de yazıişleri müdürü,benim hocalarımdan, Arap Turgut (Turgut Dinsel). En son Arap da benim.Patronumuz Aydın Doğan gazeteyi aldıktan sonra bir gece yemeğe davet etmişti.‘‘Seni Fikret Ercan diye tanıştırdıklarında çıkaramadım, sonradan öğrendim ki Arap Fikret senmişsin '' dedi...

Nesrin Ercan: Ben hep metres statüsünde kaldım!

Biraz tuhaf olacak ama 49 yaşında bir kadın için inanılmaz iyi duruyorsunuz. Nasıl bu kadar genç kalabildiğinizi merak ediyorum.

- Çünkü Fikret sürekli bana çok güzelmişim, çok özelmişim gibi davrandığı için yaşlanmaya fırsat bulamadım! Biz onunla birşey başardık: Karı koca olmamayı başardık...

Nasıl oldu bu?

- Hep arkadaş, sevgili olduk. Zaman zaman savaş da verdik. Ama klasik evli çiftler olduğumuzu söyleyemeyeceğim. Oğlumuz Özgür'ü de evlat gibi görmedik. Biz birbirinden keyif alan, üç gırgır insanız. Ben Özgür'e hamileyken Fikret, karnımın karşısına geçer Özgür'le konuşurdu. Ben inanıyorum ki, eğer bir kadın, bir erkekten yoğun bir sevgi alıyorsa, dünyaya getireceği varlık da mutlaka çok sevgi dolu olacaktır. Özgür'ün böyle olduğunu düşünüyorum. Fikret inanılmaz bir babadır. Bazen oğlumla ilişkilerini kıskanırım. Zaman zaman, keşke Fikret kocam değil de babam olsaydı derim! Kocayı nasıl olsa bulurdum...

O benim ilk aşkım

Size hem baba, hem koca olmadı mı?

- Oldu. Fikret'e güvenebilirsiniz. Yalnız ölçüleri farklı bir insandır. Onu kendinizden uzaklaştırmak zordur, hele düşman etmek çok daha zordur. Dünyada bunu başarabilen insana hayret ederim. Bunu başarabilmişse, buzdan bir kalıbı vardır Fikret'in, oraya girer ve siz o kalıbı asla delemezsiniz.

Sizin, çevrenizce bilinen ayyuka çıkmış bir aşkınız var mı?

- Onunla evlenmek için çok büyük arzu duyan bendim. Burcunun da özelliğiyle mümkün olduğunca geç yakalanmaya çalıştı. Bizimki çocukluk aşkıdır. Zaman zaman takılırım: ‘‘Benimle biraz daha geç evlenseydin, seni atın terkisine atıp kaçıracaktım''. Ben sürekli ona benimle evliliğin keyifli bir şey olacağına inandırmaya çalıştım. Bunun için ciddi bir mesai verdim. Bu mesaime değmiş, yanılmamışım. Fikret sadıktır, evliliğine, sevgiye, işine. Bir şeye inandıysa uğruna herşeyi yapar. İşse, para almadan da çalışabilir. Sevdiği insansa, hastalığında da, kötü gününde de yanında olur. Mesela, üçbuçuk sene önce çok büyük bir akciğer ameliyatı geçirdim. Ben ikinci hayatımı yaşıyorum. Ölümden döndüm. Akciğerimin üçte ikisini aldılar. Onbeş gün boyunca, hep yanımda kaldı. O biraz korkunç olan dönemi, geceli gündüzlü benimle yaşadı...

Hayır demez ama...

Çekilmesi en zor yanları nelerdir?

- Haksız olduğunu kabul etmez! Bir de normal insanlar gibi kavga etmez. Bağırdığına tanık olmadım. Sabırlıdır. Biriktirir, biriktirir, patlaması da bizim gibi bir patlama değildir. Bir de tabii şu var: Bunca yıldır Hürriyet her zaman benim bir numaralı rakibim oldu. Birinci karısı gazetedir, ben ise hep metres statüsünde kaldım!

Bu duyguyu nasıl aştınız...

- Gazeteci eşi olmak çok zor bir meslek. Bunun okulu filan da yok. Çevrenizde, ailenizde gazeteci eşleri yoksa, yaşayarak görmediyseniz zaman zaman dağlara, kayalara çarpa çarpa, zaman zaman da yanlışlar yapa yapa öğreniyorsunuz! Fikret'ten hayat boyu en çok duyduğum kelime, ‘‘Unuttum!''tur. Hayatında bana hiç ‘‘hayır'' dememiştir. Ama ‘‘evet''lerin gerçekleşme oranı ciddi şekilde düşüktür!

Onun kadınları etkileme yöntemi nedir, bunu karısı olarak en iyi siz bilirsiniz...

- Çapkınlık tarafını, diğer kadınlara nasıl yaklaştığını bilmiyorum. Bilmeyi de açıkçası çok istemem. Ama inanılmaz ilgilidir. Yumuşak, babacan, sevecen bir tarafı vardır. Kadınlara saygılıdır. Bütün arkadaşlarım Fikret'e aşıktır. O, kadınlara özel olduklarını hissetiren bir erkektir. Size katar, eksiltmez...

Ajda'yı nasıl kaçırdım

Gazeteciliğe yeni başlamıştım, İlhan Turalı Hürriyet'in Hafta Sonu gazetesini çıkarıyordu. Bu söylediğim 68'ler. Egemen Bostancı orada muhabirdi o zaman. Birgün dediler ki, ‘‘İlhan Turalı seni çağırıyor''. Favorilerim uzun, saçlarım o zaman var, incecik, İspanyol paça pantalonlarla dolaşan genç biriyim. Bir de tabii esmerim! Odasına gittim, masanın önünde genç bir kız oturuyor. ‘‘Gel Fikret bak tanıştırayım'' dedi. Bir isim söyledi. Bilmediğim, tanımadığım bir isim. Kıza döndü, beni kastederek, ‘‘Peki bu nasıl?'' dedi. Kız başını önüne eğdi, ‘‘Fena değil!'' dedi. ‘‘Tamam mı bu iş?'' dedi. Kız da tamam olmadığını belirtir ifadelere büründü. ‘‘Esmer ama'' dedi, ‘‘Ben Bahriyeli istiyorum''. Birisiyle tanışmak istiyorum, hem esmer hem bahriyeli olsun demiş. O da beni çağırmış. Bahriyeli olmadığım için kızı kaçırdım! O kız da Ajda Pekkan'dı.

Kaç yıldır bu meslektesiniz. Daha kaç yıl sürdürmeyi düşünüyorsunuz?

- ‘‘Üç dört yıl yatarım, sonra ayrılırım'' diye girdim bu mesleğe, sonradan baktım ki otuz yıldır içerideyim. Ben müebbet olduğumu anlamış bulunuyorum. Bu işin affı yok!

Yani siz de ‘‘basın şehidi'' olmaya niyetlisiniz?

- Ona hiç niyetim yok! Zaten o kaderi değiştirmek için uğraşıyorum. Büyük bir gazetenin yazı işleri müdürü olmak demek, stres demek, yorgunluk demek, bıkkınlık demek. Ben bütün bu kadere şiddetle direniyorum ve bunun için özel tedbirler alıyorum...

Ne gibi? Kendinize itina etmeniz dışında bir de spor merakınız var. Ara ara sektei kalpten gitmekten korkuyor musunuz?

- Gazeteciliğin kaderinin kalpten gitmek olduğu düşünülür ama ben kalpten gitmeyi bekleyemezdim. Bu kaderi değiştirmek zorundaydım. 50 yaşına gelmişim, 20 yaşında başlamışım mesleğe. Sanki matbaayı icad eden Gutenberg'ten beri gazetecilik yapıyormuşum gibi hissediyordum kendimi. Çünkü kurşun döneminden bilgisayar dönemine kadar gazeteciliğin bütün aşamalarını adım adım yaşadım. Ben bu mesleğe başladığımda kurşun buharları içinde, tipo denilen çok ilkel bir baskı teknolojisiyle çalışıyorduk. Kurşun kalıplar alınır, kurşun buharları içinde baskı yapılırdı, hatta insanlar zehirlenmeyelim diye yoğurtlar yerdi. Batı'nın iki asırda yaşadığı teknolojik aşamayı biz otuz yılda yaşadık. Ama, bu yıllar zarfında günde iki paket sigara içiyordum. Sağlıksızdım, spor yapmıyordum. Bir gün intihar etmek istiyorsan başka yolları da var, dedim kendime ve yaşama yeniden başladım. Küt diye sigarayı bıraktım. Spora dönmeye başladım. Bilinçli beslenmenin nasıl olması gerektiğini öğrendim. Bütün bunların sonucunda da şunu gördüm, bize hayata, yaşamaya dair o kadar az şeyler öğretiyorlar ki. Daha önce öğrenseydim, bütün bunları 50 yaşında keşfetmeme gerek kalmazdı!

Gelelim çalışma prensiplerinize...

- Gazeteciliğin rütbesi yoktur diye bir prensibim vardır. Eğer, rütbelere takılarak gazetecilik yapmak isteyenler varsa, korkunç yanılır. Künyedeki sıralama, edinilen idari rütbeye dayanılarak, surat asılması yanlıştır. Çünkü siz istediğiniz kadar gazeteciliğin idareci olarak zirvesinde olun, o gün başarılı bir fotoğrafçı, başarılı bir yazar, başarılı bir muhabir günün kahramanı olur. Çünkü gazetecilik bir yaşam mesleğidir. Gazetecilik yaratıcılık işidir. Hergün yeniden yaratmak zorundayız hepimiz. Ertesi gün yeni birşey yaratmak gerekiyor, çünkü yarattığınız şey birgün sonra ölüyor. Bir gün önce yarattığınızla yaşayamazsınız, o geçmişte kalıyor. Eğer gazeteci olarak birşeyler ortaya koyamıyorsanız, istediğin kadar rütbeleriniz olsun, hiç önemli değil!

Asık suratlı rütbeli insanlardan söz ettiniz. Sizce gazete denilen şey gülerek mi yapılmalı?

- Önce şunu söyleyeyim. Batıda yapılan araştırmalarda ''Neden gazete alıyorsunuz'' sorusuna okuyucular ''Eğlenmek, hoş vakit geçirmek için'' cevabını veriyorlar. Tabii kimse streslenmek ya da üzülmek için gazete almaz. Gerçi bizde gazetelerin demokrasiyi koruma ve kollama görevi de var ama geliştikçe bu da rayına oturacak. Elbette! Gazetecinin, yaratıcılığını arttırması için eğlenerek çalışması gerekir. Bizim mesleğimiz yaşam mesleğidir. Yaşamasını bilmeyen, gülmesini bilmeyenin insanlara hoş şeyler vermesi mümkün değildir.

Arka sayfa güzeli üzerine hergün tartışmalar yaşanıyor mu? Siz, hangi görüşü savunuyorsunuz? Ekollere göre, arka sayfa güzeli nasıl şekilleniyor?

- Bu işin ekolü-mekolü yok! Hiçbir kriteri de yok. Ortalama Türk beğenisinin ölçüsüne göre seçiyoruz, arka sayfa güzellerini. İngiltere'deki üçüncü sayfa güzeli esprisinde bir şey bu. Biraz bakışları canlı, biraz da vaad edici olmalı. Bizim değil, toplumun beklentisi bu! Bu konuda tek seçici kendim olduğumu zannederken, Ertuğrul Özkök de bu göreve talip oldu. Şimdi ben, iki üç adayı önüne koyarak, bir tanesini seçmesini sağlıyorum. Tabii genel yayın yönetmeni o. Son kararı o veriyor ama seçimi ben yapmış oluyorum yine. Yani arka sayfa güzelinin perde arkasındaki adam benim.

Karınız bu meslek yüzünden sizi mahkemelerde süründürmüş. Allahaşkına bir anlatsanıza, doğru mu bu?

- Karım eczacı, Kocamustafapaşa' daki eczacılar konusunda, gazetede aleyhlerine bir haber çıkmıştı. Karım ve karımın meslektaşları mahkemeye verdiler Hürriyet Gazetesi'ni. Sorumlu Yazı İşleri Müdürü olduğum için o dönemde davalı olarak olarak karşılarına ben çıktım! Bu da gazeteciliğin cilvelerinden birisi işte. Karım ve meslektaşları konusunda öyle bir şey çıktığı için ben üzüldüm. Ama yine de gazetede öyle bir şeyi yayınlamak durumda kaldığımız için yapabileceğim birşey yoktu.!

En zor yanı ne mesleğinizin?

- Bencil bir meslek olması. Bazen ailenizden bir şikayet geldiğinde onları ihmal edip kendi bencilliğimi mi yaşıyorum diye düşünüyorsunuz...

Bir de o sizin çok ünlü Tan Gazetesi Genel Yayın Yönetmenliği maceranız var. Ne kaldı o günlerden? Nasıl bir tecrübeydi o?

- 22 yıl Hürriyet'te çalıştıktan sonraydı, bir ara transferler modaydı. Gidip gelmeyenler artık parmakla sayılacak kadar az olmaya başlamıştı. Ve ben ‘‘İşe yaramaz bir adam mıyım da beni kimse istemiyor? Ben bir yere gidip gelmeyecek kadar beceriksiz miyim?'' gibi bir komplekse kapılmıştım. O sıralarda bir takım sorunlarımız da vardı gazetede. İşte o dönemde Asil Nadir iyi bir teklifte bulundu. Ben de ikibuçuk yıl Hürriyet'ten firar ettim. Asil Nadir'in o dönem Günaydın ve Tan diye iki gazetesi vardı, henüz Güneş'i almamıştı. Magazine yakınlığımdan dolayı, Tan bana kaldı. Bana dedi ki Asil Nadir, ‘‘Kötü yola düşmüş bir kızı ev kızı yapacaksın. Bütün bunları yaparken insanların haysiyetleriyle oynamayacaksın, yalan haber yok, yanlış haber yok, asparagas da yok''. Hürriyet'in bize verdikleriyle, daha önceki tecrübelerle bunu başardık. Sonra Asil Nadir'in çöküşüyle birlikte ayrılmak zorunda kaldık. Sonra bir akşam üzeri yayınlanan 'Son Baskı' gazetesi deneyimi geçirdikten sonra geri, yuvama, Hürriyet'e döndüm. Bu bir firar dönemiydi, firar bitti, tekrar ana cezaevimize döndük!

Siz hep kendinize itina edersiniz. Neden beyaz gömlekler, yanık tenler, diyetler, beyaz dişler. Türk değil de, bir İtalyan erkeği gibi. Hayırdır! Kendiniz dışında kimleri baştan çıkarmaya çalışıyorsunuz?

- Kendisine müthiş özen gösteren bir kadınla birlikte yaşıyorum. Hiçbir zaman onu dağınık, umursamaz, günü idare eden bir halde görmedim. Böyle bir kadınla başka türlü yapma şansım yoktu! Ama bunun doğru olduğuna sonradan kendim de inandım. Kendinizi seviyorsanız, özen gösteriyorsanız herşeye çok başka türlü bakıyorsunuz. Amaç baştan çıkarmak değil, ama baştan çıkan çıksın. O benim sorunum değil...

Sizin kazık kadar bir oğlunuz da var. Ve artık profesyonel bir dergici. Rekabetiniz ne alemde? Siz hangi noktada ona teslim oluyorsunuz? O sizi nerede eleştiriyor ya da demode buluyor!

- Benim onunla ilişkim baştan beri bir baba oğul ilişkisi değil. Bir kere babalık misyonunu hiçbir zaman kabul etmedim. Ben babayım, o da benim oğlum diye yola çıktığınız zaman araya bir mesafe koymuş oluyorsunuz. Özgür bana ismimle hitap eder ve ben her zaman her şartta onunla yarışırım. Bir problem yaşanmıyor aramızda, çünkü ben ona hiçbir şeyi dayatmıyorum. Ona ne yapması gerektiğini ben hiç söylemedim. Yaptığı işler onun seçimi. Benimkiler de...

Çalışma arkadaşlarınız için hayatı kolaylaştıran mısınız, zorlaştıran mısınız?

- Kolaylaştırmaya çalışırım. Çünkü, geçmişte çok zor çalışma şartlarından geldik. Eskiden, yazı işlerinin önünden bile geçemezdik. Tabuydu. İnsanlar asık suratlıydı, ‘‘Kesinlikle buraya yaklaşmayın, yaklaşanı yakarız!'' havasındaydı. Bunun bir işe yaramadığını kendimiz oralara geldiğimiz zaman gördük. Hiçbir şey kazandırmadığını da. Bir de bu mesleğe yeni insanlar kazandırmak için, tersini yapmak gerektiğini kavradık. Çünkü ben bir yılda öğrenilecek şeyin beş yıla yayıldığını kendi üzerimde gördüm. Mesela, tipometre diye bir ölçü cetveli vardı. Onun ne olduğunu sorduğum zaman büyük fırça yemiştim. ‘‘Sen kendi işine bak! Seni ne ilgilendirir'' denmişti. Bir de resimin enini boyunu, orantıyı ölçen çark diye bir şey vardı. Herkes onu saklardı, bir başkası öğrenmesin diye. Yani bütün bunlardan geçtiğimiz için, bunların da basit korkaklıklar olduğunu kavradık. Ben çevremde Güzel Sanatlar Akademisi'ni, Gazetecilik okullarını bitirmiş genç insanlarla çalışıyorum. Onlar benden birşeyler öğreniyor, ben de onlardan. Ve onlarla hergün yarışıyorum. Yarışamadığım gün işimin bittiği gündür!

Basın tarihine nasıl bir imajla kalacağınızı düşünüyorsunuz?

- Basın tarihinin bana yer vereceğini zannetmiyorum. Yer verirse lütfeder! Eğer yer verecekse, ‘‘Hoş adamdı, gülerek çalıştı ve gülerek bizden ayrıldı'' desin, yeter. Daha ne isterim!

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!