Hıncal Uluç'un kulakları çınlasın

Nuri Bilge Ceylan’ın Altın Palmiye’yi kazanan 3 saat 16 dakikalık “Kış Uykusu” filmi,f estivalde jüri başkanlığı yapan Avustralyalı yönetmen Jane Campion’ı başlangıçta kaygılandırmış: “Filmin uzunluğu dikkatimi çekti. Doğrusu kaygılandım… Ama izleyince büyülendim. Akışına hayran kaldım.”

Haberin Devamı

Ceylan’ın Bir Zamanlar Anadolu’da filmi için “2.5 saatin iki saat 10 dakikası olsa da olur, olmasa da sahnelerden oluşuyor. Filmin hikayesini 20 dakikada anlatmak mümkün” diyen Hıncal Uluç’un kulakları çınlasın. (Ve ona bu “film eleştirisi”nde yerden göğe hak veren Levent Kırca’nın…)

O günlerde değinmiştim; Uluç üç yıl önce “2.5 saatlik estetik sıkıntı” başlığını attığı yazısına, şu cümleyle giriyordu:

“Benim paramla, on para etmez...”

Ardından da bu cümleyi kendisinin değil yabancı bir seyircinin söylediğini ekliyordu.

Ama yazdıkları, onun bu cümleyi sarf etmediğine ikna etmiyor beni. (Etse de, sarftır zaten...)

* * *

Uluç, “eleştiri”sini filmin kilit sahnelerinden birisinden hareketle ortaya yuvarlıyor.

Filmde ağaçtan bir elma düşüyor, yuvarlanıyor ve bir dereye düşüyor. Orada da suyun etkisiyle ilerlemeye devam ediyor ve en sonunda bir dala takılarak, kendini çürümüş başka elmaların yanında buluyor.

Haberin Devamı

Uluç düşen, yuvarlanan, derede sürüklenen elma sahnesinin uzunluğundan yakınarak, “İyi ki denize kadar gitmedi, yoksa film 2.5 saat değil 2.5 sene sürecekti” esprisini yapıyor. (Okurken fonda ünlü Hıncal Uluç kahkahası)

Sonra da, “Ama bakın, sahne gereksiz. Kesin atın, kimse fark etmez… Yuvarlanan elma yerine, yokuş aşağı koşan bir kuzu koyun. O da fark etmez... Öyle bir sahne işte..” deyiveriyor.

Üst perdeden, “Filmin hikayesini 20 dakikada anlatmak mümkün” makaslamasını da yaparak, sonra da “Film, hiç bir şey anlatmıyor” cümlesiyle noktayı koyuyor.

* * *

Bir yanda neredeyse 20 yıldır filmleriyle Cannes’dan Berlin’e, Chicago’dan Meksika’ya, Altın Portakal-Altın Lale’den Altın Palmiye’ye koşturan bir yönetmen var. Rüşdünü bir köşede değil, dünyanın dört köşesinde kanıtlamış bir sinema ustası...

Bir köşede ise, “Şu sahne uzun, bu sahne gereksiz, kesin atın” diye hıncallanan bir “seyirci”.

Sinema eleştirmeni değilim ama en azından neyin “film eleştirisi” sayılabileceğini, eleştirmenliğin ne(ler) gerektirdiğini ayırt edebildiğimi sanıyorum.

Eğer niyetiniz (tarzınız) “laf olsun, torba dolsun” değilse, bir filmi, bir diziyi eleştirmek için “haberdar” olmanın yetmeyeceğini bilmeniz gerekir.

Haberin Devamı

Sinemaya az biraz vakıf olmanız bile bazen eleştirinizi sağlam, makul bir zemine oturtmaz.

Konuya yaklaşımınız çok önemlidir. Ve sizi bir anda eleverir.

* * *

Uluç’un ti’ye aldığı “Elmalı sahne”yi de, “Anlayana vişne kiraz, anlamayana elma karpuz az” diyerek geçebilirdim ama, anlamayanlara az biraz anladığım şekliyle anlatmak isterim.

Malum… Filmlerinde, ne köy, ne şehir olabilen “kasaba”ya ağırlıklı, derinlikli bir yer verir Ceylan. “Bir Zamanlar Anadolu’da” da kasabaya sıkışan insanları anlatıyordu.

Dalından kopup, dereye doğru yuvarlanan -ve bir umut dereyle sürüklenir gider, kurtulur mu oradan (o kasabadan)- diye izlenen elma, bir süre sonra deredeki taşlara takılıp, kimi çoktan çürümüş diğer elmaların yanına yerleşiyordu. Ve bence diyor ki o sahnede yönetmen:

Haberin Devamı

“Dalından kopup yuvarlanan bir elmanın gidebileceği yer, en fazla kendinden önce düşen, çürüyen elmaların yanıdır...”

Filmin başka sahnelerinde de bu “tıkanmışlık/takılı kalmışlık” vardı:

Doktorun masasındaki TUS hazırlık kitabını, deniz kıyısında geçen hayatıyla ilgili fotoğraflara bakarken yaşadığı sıla özlemini görünce, sınavı kazanıp o kasabadan kurtulacağını düşünüyorduk da..

Doktorun, bir cinayetin, vahim bir otopsinin, dramın hemen ardından kasabada yine bitik bir mesaiye başlarken hastanenin aşçısına sorduğu soru, bu konudaki umudumuzu sıfırlıyordu:

“Öğle yemeğinde ne var?”

“Yeşil fasulye doktor bey…”

“Etli mi?..”

Anlıyorduk (hissediyorduk) ki, artık o doktorun hayatındaki heyecanlar, sürprizler, lezzetler “memurin merakı”na, yani yeşil fasulyenin etli olup olmamasına endekslenmiş.

Haberin Devamı

Ha, eğer bu sahneler uzunsa, sıkıcıysa, kasabada da hayat, gün uzundur, sıkıcıdır abiler-amcalar...

Filmdeki doktor, savcı gibi oraya sürüklenir, hiçbir şey yapamadan takılır kalırsanız, bazen diğer elmalarla birlikte çürürsünüz...

Gökten üç elma düştü... Biri bu masalı düzene, biri anlatana/yazana, biri de okuyana-dinleyene...

Yazarın Tüm Yazıları