Hıncal Uluç’a F tipi ceza

Bu ''F'' klavye, ''Q'' klavye meselesi gitgide daha alevleniyor. Doğan Hızlan, Emre Kongar ve Emre Aköz'le birlikte kurduğumuz kutupsal ittifak dört bir yandan destek çekiyor.

''F'' klavye kutbuna katılanlar arasında Tuğrul Şavkay ve Burak Özdemir de var. F-Q tartışması gelecek hafta gerçekleştirilecek bir forumda da tartışılacak. SAP Türkiye Teknoloji Günleri 2003 isimli, iki bin kişinin katılması beklenen etkinliğin kapanış oturumu ''Türkçeyi teknolojiden nasıl koruruz'' başlıklı forum olacak. Moderatörlüğünü üstlendiğim foruma ''F'' cephesini savunacak kişileri bulmamız zor olmadı. Ama iş ''Q'' klavye savunucularına gelince medyadan ''Hıncal Uluç'' dışında bir isim bulamadım. F-Q meselesiyle ilgili görüşlerimi almak için gelen ATV ana haberin ve NTV n-moda programının yapımcılarına sordum, ''Q'' savunucusu olarak onlar da bir tek Hıncal Uluç'u bulabilmişler.

Emre Kongar, Fe'ci Q'lis yaptığı yazılarından birinde, ''F'' klavyeyi savunduğu için bazılarınca dinozor olmakla suçlandığını aktarıyor ve genç yazarlar olarak tanımladığı Emre Aköz ile benim yazılarımı örnek göstererek, ''F'' klavyeyi savunmakla dinozorluk arasında bir bağ kurulamayacağını kanıtlamaya çalışıyordu.

*

En korktuğum şeylerden biri, başkası yaptığında ayıpladığım, hoşlanmadığım, eleştirdiğim bir duruma kendim düşmektir. Dinozor durumuna düşmek de bu durumlardan biri benim için. Yaşım ilerlediğinde ben de acaba dinozor durumuna düşer miyim, diye hayıflanırım zaman zaman... Sonra Emre Kongar gibi, Doğan Hızlan gibi, Çetin Altan, Hakkı Devrim, Hıncal Uluç gibi isimler gelir de aklıma biraz rahatlarım. Dinozorluğa düşmemenin insanın kendi elinde olduğunu gösterir bu yazarlar. İnsanın düşünceleri genç kaldıkça, asla dinozor durumuna düşmeyeceğinin bir kanıtıdır bu değerli imzalar.

''Gençlerin önünü açın'' gibi söylemlere hiç değer vermem o yüzden. Değişimin yavaş yavaş olması gerektiğine inanırım. Her gün Cháteau Margaux içilmez ama sırf Beaujolais ile ömür de tüketilmez.

Bu yüzden Hıncal Uluç gibi hergün yaşa diye diye okuduğum bir yazarın ''F'' klavye konusunda bastığı yaş tahtaya mim çaktım. Öyle bir yazı yazmış ve takip eden bir diğer yazısında öyle bir abesi takip yapmıştı ki Hıncal Uluç, fikirlerini genç tutanlar asla dinozor durumuna düşmez sigortamı attırmıştı.

Türk'ün onurunu düşüren çok daha önemli olaylar varken, ''F'' klavye ''Q'' klavye tartışması yapmak abesle iştigaldir diyordu yazısında; ''Sanırsınız ki Türkçe batıyor, Türkiye batıyor'', diye karşı çıkıyordu ''F'' klavye savunucularına.

*

Evet sevgili Hıncal Uluç, evet Türkçe batıyor. ''F'' klavye ''Q'' klavye meselesi buzdağının su üstündeki ucu sadece. Türkiye, Sayın İhsan Yener'in ülkemizde emsali az bulunur çabaları sayesinde kendi diline, kendi abecesine uygun bir klavyeye kavuşmuş, vakti zamanında. Sonra bilgisayar ithalatı sektörü kurulmuş Türkiye'de. Bu hiçbir şey üretmeyen sektör, Türk standardı ''F'' klavye yerine, maliyeti düşük olduğu için uyduruk Türkçe ''Q'' klavyeleri sürmüş piyasaya. Hayatında ilk kez bilgisayar alan, parmakları klavyeye ilk kez dokunacak tüketici ne bilsin ''F'' mi Türkçeye daha uygun ''Q'' mu? Satıcılar ne sürdüyse önüne almış bilinçsizce. Sanayi Bakanlığı da uyumuş, göz yummuş standart dışı klavyelerin ithalatına. Böylece atı alan ''Q'' Üsküdar'ı geçmiş, ''F''ye nal toplamak kalmış.

Tüketicinin bilinçsizliği ve devletin vurdum duymazlığıyla Türkçe çok daha büyük bir tehdit altında. Hıncal Uluç, ''F'' klavye kullananların yurtdışına çıktıklarında yazacak klavye bulamayacakları, yazılarını elle yazmak zorunda kalacakları düşüncesinde. Kimse ona taşınabilir bilgisayarlardan bahsetmemiş herhalde.

Taşınabilirlik kavramı da hızla değişiyor. Bilgisayarlar artık cebe sığıyor. Klavye, sokaktaki insanın yaşamından hızla çıkıyor. Yeni nesil taşınabilir bilgisayarlarda bilgi girişi klavye ile değil, el yazısı ile yapılıyor. Bilgisayarlar artık el yazısını tanıyor. Ama Türk tüketicisi ve Türk devleti aynı ''F'' klavyede olduğu gibi yine aynı vurdum duymazlık içinde talepkar olmadığından, bu yazılımların Türkçe karakterleri desteklemesi için çalışma yapılmıyor. Türkçe karakterleri tanımayan bilgisayarlar ithal edilip, satılıyor. Bu özürlü ürünleri alanlar ''ğ'' yerine ''g'', ''ı'' yerine ''i'', ''ş'' yerine ''s'' yazıyor, yepyeni bir dil geliştiriyorlar.

İşte böyle sevgili Hıncal Uluç. Biz bu işi önemsemezsek, yakında yazıldığı gibi okunan bir dile artık sahip olmayacağız, Atatürk'ün harf devrimini çöpe atacağız.


İletişim Şurası’nda zekai fikirler


Devlet Bakanı Beşir Atalay'ın girişimiyle 20-21 Şubat tarihleri arasında Ankara'da yapılan İletişim Şurası'nın, İnternet Komisyonu raporu tuzak ifadelerle dolu. Aceleye getirilen ve çok kötü bir zamanlamayla, Dünya iletişim zirvesi ile aynı günlerde yapılan toplantıya, İnternet yayıncılığı uzmanları katılamamıştı. Bu yüzden bu toplantıdan, İnternet yayıncılığı ile ilgili doğru düzgün bir rapor çıkmasını zaten beklemiyordum ama kişisel ve sektörel bazı ihtiraslara alet edileceğini de ummuyordum doğrusu.

İnternet Komisyonu raporunda İnternet yayıncılığı konusuna kısıtlı bir şekilde değinilmiş. Daha çok İnternet altyapısı ve İnternet'in Türkiye'de yaygın kullanımı hakkında önerilerin sıralandığı rapor genel olarak çok yerinde saptamalarda bulunuyor. Ancak raporun satır aralarında dikkat edilmesi gereken pek çok art niyet göze çarpıyor. Bunlar şöyle:

Raporda, Bilişim Bakanlığı kurulması öneriliyor. Neden Bilgi Toplumu Bakanlığı değil de, Bilişim Bakanlığı? Türkiye'nin ihtiyacı olan ülkeyi Bilgi Çağı'na ve onun ekonomisi olan Yeni Ekonomi'ye taşıyacak stratejileri belirleyecek bir bakanlık. Bu bakanlığa neden bir sektörün adı verilsin? Bir sektör için neden bakanlık kurulsun? Eğer Bilişim sektörü için bir bakanlık kurulacaksa, neden Otomotiv Bakanlığı, Tekstil Bakanlığı, Helacılar Bakanlığı da kurulmasın? Bakanlığın isminin, bundan önceki tüm uyarılara rağmen Bilişim Bakanlığı olmasındaki ısrar akla ister istemez şu şüpheyi getiriyor; acaba Türkiye'yi bilgi çağına taşıyacak bir Bilgi Toplumu Bakanlığı değil de, bir sektörü kayıracak Bilişim Bakanlığı kurulup, bilişim ticareti sektörümüzün kalkındırılması mı amaçlanıyor?

Bilgi Çağı'nın kapısını Türkiye'ye açacak çok önemli bir proje var. Bu projenin ismi e.Türkiye. Ancak bazı çevreler büyük bir ısrarla e.Türkiye'yi değil, küçük bir parçası olan e.devleti gündemde tutmaya, ön plana çıkartmaya, hatta e.Türkiye'nin e.devletten ibaret olduğu izlenimini yaratmaya çalışıyorlar. Bu çıkar çevresinin söylemi İnternet Komisyonu raporuna da yansımış. Raporda e.devlet, e.Türkiye girişiminin öncü gücüdür denmesinin asıl sebebi acaba nedir? Yoksa bilgiye erişimi Türkiye'de herkesin ayağına taşıyacak, bilgiye erişim uçurumunu azaltacak e.Türkiye'nin küçük bir parçası olan e.Devlet'e birincil öncelik verilmesinin nedeni, devlete yazılım ve donanım satarak bilişim ticareti sektörüne en kestirme yoldan para kazandırmak olmasın?

Raporda şu anda basit ve sözüne kimsenin kulak asmadığı bir danışma kurulu olarak çalışan İnternet Kurulu'na yetki ve kaynak ayrılması öneriliyor. Kurulduğundan bu yana dişe dokunur tek bir faaliyeti olmayan, bir ara İnternet'i sansürlemek üzere servis sağlayıcılarla işbirliğine gidelim diye bildirge bile yayınlayan İnternet Kurulu'nun danışma kurulu olmaktan çıkartılması, yaptırım gücü ve bütçesi olan bir kurum haline getirilmesinin talep edilmesinin nedeni ise herhalde, bu kimsenin ciddiye almadığı kurulun üyelerinin havasını artırmak ve maaşa bağlanmasını sağlamak olsa gerek.

Aman dikkat!

@iletisimsurasi.org.tr


Cepteki santral


ABD şirketi IXI Mobile herkesin kendi telefon santralini cebinde taşımasını sağlayan bir çözüm geliştirdi. Personal Mobile Gateway (PMG-Kişisel Gezgin İstasyon) olarak adlandırılan sistem sayesinde taşınabilir pek çok cihaz, merkezi taşınabilir bir istasyon aracılığıyla birbirleriyle iletişim kurabilecek, bu santral üzerinden cep telefonu şebekesine çıkabilecek.

Sistemin kalbi üzerinde hiçbir tuş ve ekran bulunmayan Kişisel Gezgin İstasyon kutucuğu. Cebe sığacak küçüklükteki bu kutucuğa SIM kart takılıyor. Kutucuk SIM kartı aracılığıyla cep telefonu ve GPRS şebekesine bağlanıyor. Kutucuk aynı zamanda mini bir mobil santral görevi görüyor. Kutucuğu cebine koyan kullanıcı, telefon görüşmesi yapmak istediğinde, normal cep telefonlarından çok daha küçük, ince ve hafif bir cihazı çıkartarak cep telefonu görüşmesi yapabiliyor. Cep telefonu aleti vazifesini gören cihaz, Kişisel Gezgin İstasyon kutucuğuyla Mavidiş adı verilen telsiz bağlantı ile iletişim kuruyor ve kutucuk üzerinden cep telefonu şebekesine çıkıyor. Kullanıcı cebindeki farklı cihazları da aynı şekilde kullanabiliyor.

Yani kol saati, kalem, mesajlaşma klavyesi, fotoğraf makinesi, oyun terminali gibi birçok elektronik cihaz PMG aracılığıyla hem birbirlerine hem de İnternet'e bağlanabiliyorlar. Sistem sayesinde örneğin telefonda bir iş görüşmesi yaparken, görüşme yaptığınız kişiye konuşurken yazılı mesaj da atabiliyorsunuz, dijital kalemle çizdiğiniz bir eskizi de yollayabiliyorsunuz. Tüm bu bağlantılar tek bir abonelik ve tek bir SIM kartı ile yapılıyor.

@ixi.com

Windows XP 2?

Mİcrosoft'un masaüstü bilgisayaralarımıza heyecan katan işletim sistemi Windows'un piyasaya sürülmemiş bir versiyonu İnternet'te boy gösteriyor. ''Long Horn'' kod adlı bu yeni versiyonun yepyeni bir Windows versiyonunun ilk hali mi, yoksa Windows XP'ye yapılacak bir güncellemenin habercisi mi olduğu şimdilik meçhul. KaZaA gibi dosya paylaşım ağlarında rastlanan ''Long Horn''u, 525 Mb'lık dev boyutu yüzünden yüklemenizi tavsiye etmem.

Net Oscar’larına aday bekliyorum

Türkiye'nin en iyi İnternet sitelerinin seçildiği Altın Örümcek yarışmasının 2003 ödülleri için aday olma süreci başladı. Geçtiğimiz yıl olduğu gibi bu yıl da yarışmanın jüri üyesiyim. Geçen yıl ki deneyimlerime dayanarak adayların, kılı kırk yaran bir şekilde değerlendirildiğini, dereceye girmeye hak kazanan sitelerin ödülü gerçekten hak eden siteler olduğunu söyleyebilirim. İnternet sitenize güveniyorsanız DorukNet ve Microsoft tarafından düzenlenen ''Altın Örümcek Web Yarışması''na mutlaka adaylığınızı koyun. Yarışmaya İnternet üzerinden, 15 Nisan'a kadar aday olabilirsiniz.

@altinorumcek.com
Yazarın Tüm Yazıları