Herkesin hatırası kıymetli Kimi alır götürür, kimi burnuna çeker

Başkan Barack Obama, devlet sırrı niteliğindeki hatıralarını beraberinde götürdü. Aralarında bu toprakların eti, suyu olmasa da, havası var. Üzerine asit döküp imha mı ederler, yoksa Afrikalı çocuklar gibi güneşte ısıtıp, burna mı çekerler, orasını bilemem.

Bundan üç yıl kadar önce Avusturya’nın tamamı, Başkan George W. Bush’un Viyana ziyaretinden sonra onunla birlikte ülkesine dönen, devlet sırrı niteliğindeki “hatıralar”dan söz ediyordu. Hatıralar, başkanın idrarı ve dışkısıydı. Geçtiğimiz hafta bizim de gündemimizde aynı konu vardı. Tabii, komplo teorileriyle birlikte. /images/100/0x0/55eae5c5f018fbb8f89dbb62
Başkan daha gelmeden, haberi yayılmıştı. “Önceki başkanlarda olduğu gibi, iki günlük Türkiye ziyaretinde tuvalet ihtiyacını ABD’den getirilen çelik tankta giderecek. Dışkı ise, ABD’ye taşınarak asitle yok edilecek.” Biyokimya asistanı olarak 70’lerde Cerrahpaşa’daki talebe pratikleri geldi aklıma. Bir de, “İdrarla dışkıyı birbirinden ayırmak için, hangi yöntemi kullandılar? ‘Composting toilet’ denen, kuru tuvaletle mi, yoksa hemen oracıkta idrarı içme suyuna çeviren milyon dolarlık bir düzenekle mi geldiler? Millet neden dışkıdan söz ediyor da, idrarına değinmiyor? İki günde bir mi çıkar, yoksa günde bir kaç kez mi? Rengi, kokusu, kıvamı nasıl acaba?” gibisinden sorular. Ne de olsa insanın dışkısından, idrarından sadece o gününü değil, cemâziyelevvelini bile okumak mümkündür.
Bir de baktım ki idrar, dışkı muhabbeti yapan sadece ben değilim. Beyaz Saray’ın hassasiyetini oldukça farklı yorumlayanlar da var: “DNA’sı elde edilerek klonlanabilir” ya da “DNA’sı incelenerek, ileride tutulabileceği hastalıklar saptanabilir. Bu nedenle toplanmıştır” diyenler çıktı. Hatta, işi abartıp, “DNA’sında bulunan ona özgü dizinler saptanabilir, bunlara yönelik bir biyolojik silah üretilerek, suikast düzenlenebilir” şeklinde açıklayanlar oldu.
Dışkıda da, idrarda da, DNA var elbette. Pek çok hastalığın tanısına yaradığı gibi, mahkemelik meseleleri bile çözer. “Ben uyuşturucu kullanmam, laboratuvarda incelenen başkasının idrarı olmalı” diye çırpınanlara, “İmalatı sabote etmek isteyen biri, fabrikanın orta yerine etmiş, acaba kim?” diye soran gıda ve ilaç üreticilerine, hep bu yolla yardım ederiz.

GİZLİ SERVİSLERİN DIŞKI SAVAŞI

Ancak, Başkan’ın dışkısı ile ilgili olarak fikir yürüten ve aralarında akademisyenlerin de bulunduğu bazı komplocu muhteremlere bir çift sözüm var. Amerikan güvenlik görevlileri, başkanın idrarını, dışkısını götürmekle, geride DNA’sının kalmayacağını sanacak kadar saf olmasa gerek. Obama’nın biraz uzunca sıktığı her elde, ağzına götürdüğü her çatalda DNA’sını bıraktığını bilirler herhalde. Dolayısıyla, başka nedenleri olmalı. Belki de, çok basit nedenler. Örneğin, herhangi bir ilaç ya da vitamin kullandığının anlaşılmaması gibi. Ne de olsa o, ABD’nin başkanı; kusursuz sağlığı, imajının bir parçası.
Dışkı götürme işine kafa yoran başkaları da var. Hem kalp, hem böbrek, hem şeker hastası, hem de kanser olduğu ileri sürülen Suriye’nin müteveffa devlet başkanı Hafız Esad’ın 1999 Şubat’ında Kral Hüseyin’in cenaze törenine katıldığı sırada, Amman’da kaldığı otel odasına, İsrail gizli servisi Mossad ile Ürdünlü meslektaşlarının özel bir tuvalet yerleştirdiği, tahliye borusunu özel bir tanka yönlendirdikleri, buradan alınan örneklerin analizi sayesinde kanserin kaçıncı evresinde olduğunun saptandığı söylenir.
Bu bilginin asıl kaynağı, Amerikalı muhalif gazeteci, eski Ulusal Güvenlik Dairesi (National Security Agency-NSA) ajanı Wayne Madsen, Sovyet Başkanı Mihail Gorbaçov’un 1987’deki, Uganda Başkanı Yoweri Museveni’nin de 2007’deki Washington ziyaretlerinde, dışkılarının ele geçirildiği ileri sürmekle birlikte, bunlarda neler arandığına dair bir bilgi vermez. Bu arada aynı kişinin, 17 Mart 2009 günü tutuklandığını belirtelim. Gerekçesi, Stanford Financial Group’un dolandırıcılığı ile ilgili yaptığı haberin kaynağını açıklamamasıydı.
Wayne Madsen, eski ABD Dışişleri Bakanı Madeleine Albright’ın şimdiki Kosova Başbakanı Haşim Taci ile seviştiğini, Lübnan eski Başbakanı Refik Hariri’nin ABD istihbarat servisi CIA tarafından öldürüldüğünü, Washington’un Dağıstan, Çeçenistan ve İnguşetya’nın bağımsızlığı için çalıştığını, tüm dünyadaki telefon, e-posta ve faks trafiğini izleyen ve özel bilgisayar programıyla anahtar sözcükleri tarayan “dev kulak” Echelon’lardan birinin Karamürsel’de, diğerinin İncirlik Üssü’nde olduğunu, bunlar sayesinde Ortadoğu’nun izlendiğini iddia etmişti.
Şimdi, dışkı ile idrarın kerrakesine yeniden dönelim, bakalım okuyacaklarınızı mideniz kaldıracak mı?

POLİS UYARIYOR: YATMADAN ÖNCE ÇOCUĞUNUZUN NEFESİNİ KOKLAYIN

Florida’nın Collier Şerifi Don Hunter ile istihbarat bürosundan sorumlu emniyet amiri Al Ganich’in imzasını taşıyan 26 Eylül 2007 tarihli, 07-067 sayılı genelge, şu satırlarla başlıyordu:
“Palmetto Ridge Lisesi öğrencilerinden birinin annesi, 19 Eylül 2007 günü Komiser Disarro’ya bir elektronik posta göndererek, Jenkem adlı yeni bir uyuşturucuya dikkat çekmiştir.” Genelge, Jenkem’in nasıl elde edildiği, nasıl kullanıldığı ile sürmekte ve tüketiminin Amerikan okullarında giderek yaygınlaştığını belirtmekteydi. Aslında bu bilgi teşkilata yönelikti, ancak kısa zamanda medyanın eline geçti. Önce yerel, ardından ulusal televizyon kanallarında boy gösterdi ve günümüzde bile sürmekte olan bir paniğe yol açtı. Çünkü Jenkem öyle zor bulunur bir şey değildi. Her an, her yerde, istenen miktarda, üstelik bedavaya elde etmek mümkündü. Polis, aileleri uyarmaya başladı. “Yatmadan önce, çocuğunuzun nefesini koklayın.”
Aslında Jenkem, 2007’de ortaya çıkmış bir Amerikan icadı değil. Zambiyalı sokak çocuklarının bu maddeyi 1990’lardan bu yana kullandığına ilişkin çok sayıda yayın var. Hatta Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu UNICEF’in, Zambiya Üniversitesi’nden Dr. Musonda Lemba başkanlığında hazırlattığı 8 Mart 2002 tarihli raporuna göre, başkent Lusaka’nın sokaklarında yaşayan ve dörtte biri uyuşturucu kullanan 35 bin kadar çocuğun, esrar ve tinerden sonraki ilk tercihi. Afrikalı küçük çocuklar lağımlarda dolaşınca kimse kaygılanmıyor da, Florida’lı bir anne gündeme getirince ortalık ayağa kalkıyor. Jenkem’in neyin nesi olduğunu tahmin etmeye başladınız sanırım.

LAĞIM GAZIYLA KAFA BULUNUR MU?

Efendim, önce bir cam kavanoz ya da Zambiyalı çocuklar gibi bir teneke kutu bulacaksınız. Yarıya kadar dışkı ve idrarınızı dolduracak, olmadı yol kenarından akmakta olan açık kanalizasyona başvuracaksınız. Kavanozun ağzına bir balon ya da poşet geçirecek, güneşin altına bırakacaksınız. Birkaç gün sonra balona dolan gazı içinize çekeceksiniz. Deneyenlere bakılırsa, 10 saniye kadar sonra, ruhunuz sizi terk edecek, hayaller görmeye başlayacak ve ölmüşlerinizle dertleşeceksiniz. Bu duygunun, malın “kalitesi”ne bağlı olarak, birkaç saatle, birkaç gün sürdüğü kayıtlı. Elbette, her nefes verişinizde genzinize dolan lağım kokusuna tahammül etmeniz gerekecek. Amerikan polisinin “Çocuğunun nefesini kokla” tavsiyesi bu yüzden. Ayrıca, balonun kenarına ister istemez bulaşan dışkıyı yutarsanız, uzunca bir süre mide-bağırsak enfeksiyonlarıyla boğuşur, hatta ilaç bulamayan Zambiyalı çocuklar gibi ishal olur, ölürsünüz. Ne yapalım, gülü seven, dikenine katlanırmış.
Çok sayıda batılı kaynak, Jenkem konusunun bir şehir efsanesi olduğunda ısrarcı. Binlerce psikoaktif bitki ve kimyasalla ilgili ayrıntılı bilgi sunan internetin ünlü Erowid kütüphanesinin editörleri, “Ne ABD ne Kanada, ne de Avrupa’da burnuna lağım gazı çekeni duyduk” diyerek Jenkem’e yer vermiyor. Konuyla ilgilenen Harvard Tıp Fakültesi’nden anestezi uzmanı Dr. Fumito Ichinose, “Lağım gazıyla kafa bulunamaz, olsa olsa temiz hava yerine, kokuşma sonucu oluşan metan gazı solunduğundan, oksijen eksikliğine bağlı optik ve akustik halüsinasyonlar görülür” diyor. Finli araştırıcı Jorma Kärkkäinen’in bulgularından haberleri olmasa gerek.

KURBAĞA SUYUNU DAMARINA VEREN AVUSTRALYALI

Helsinki Üniversitesi’nin Peijas Hastanesi’nden bir grup öğretim üyesinin, 2005 yılında bir İskandinav dergisinde (Scand J Clin Lab Invest) yayınlanan araştırması, Jenkem’in kesinlikle bir şehir efsanesi olmadığını kanıtlıyor.
Kärkkäinen ve 8 arkadaşı, LC-MRM adlı çok duyarlı bir teknik kullanarak yaptıkları ölçümlerde, insan dışkısında ciddi miktarda bufotenin olduğunu saptadılar. İdrarla bufotenin atıldığı biliniyordu da, dışkıda yaklaşık on kat daha fazla bulunduğu ilk kez gözlenmişti. Dışkıdaki bufetonin’in bağırsak, idrardakinin ise böbrek epitel hücrelerindeki serotonin’den kaynaklandığı ileri sürüldü. “Bana ne bufetonin’den” demeyin. Bu madde, tıpkı LSD ve psilocin gibi halüsinojenik etkiye sahiptir. Dolayısıyla, dışkı ile idrarı karıştırıp, gazı burnuna çekenlerin hayal görmesi doğaldır.
“Malın kalitesine göre, etkisi kısa ya da uzun sürer” diyenler de haklı. Çünkü bazı ruh hastalarının normalden çok daha fazla bufetonin attığı bilinir. Demek ki uzun süre hayal görenlerin, ya kendisinin ya da dışkısını kokladığı kişinin aklından zoru varmış!
Bufetonin, bazı mantar ve balıklarda, ayrıca bazı kurbağaların derisinde de bulunur. Avustralyalı meslektaşlarım Chris Kostakis ve Roger W. Byard’ın anlattıklarına güler misiniz, ağlar mısınız, sizin bileceğiniz iş.
“24 yaşında bir erkek cesediydi. Damarına 30 - 40 mililitre bir sıvı enjekte ettikten sonra düşüp öldüğünü söylediler. Önce ekstazi sandık. Sonra, bir arkadaşının da aynı sıvıyı damarına enjekte ettiğini öğrendik. O, bunun yarısını kullanmış, kusmuş ve kurtulmuş. Meğer, Çin’de yaşayan bir kurbağanın (Bufo bufo gargarzinus Gantor) tükürük ve deri bezlerindeki salgıları içeren, cinsel organa sürüldüğünde afrodiziyak etkisi yaptığı iddia edilen “Chan Su” adlı ürünü damarlarına vermişler. Bufetonin zehirlenmesi yüzünden kalbi durmuş.”

DÜZELTME VE ÖZÜR
Geçen hafta Prof. Dr. Sevil Atasoy’un “Katil pırıltıda saklı” başlıklı yazısında, Shakespeare’in Venedik Taciri’nden yapılan alıntıda “All that glisters is not gold” (Her parlayan altın değildir) yerine yanlışlıkla “All that glitters is not gold” yazılmıştır. Yazarımızdan ve okurlarımızdan özür dileriz.
Yazarın Tüm Yazıları