Her şey değişirken sabit kalmaya çalışmak

GEÇEN gün bir dostumla sohbet ederken konu tarımdan açıldı. Tarımda çalışanların ve toprak sahiplerinin belki de tarihlerinde ilk kez sermaye biriktirebilir hale gelmesinden söz ettik.

Haberin Devamı

Bunun olabilmesinin tek bir sebebi var: Artık Türkiye’de tarımda yaşayan ve tarımdan geçinen nüfus, toplam nüfusun yüzde 20’si dolayında. Bu rakam önümüzdeki dönem daha da düşecek, yüzde 10’a kadar inecek.

Oysa, bundan 30 yıl önce nüfusumuzun yarısı tarımla geçiniyor, köylerde yaşıyordu. O günü nedense çok iyi hatırlıyorum, Turgut Özal çıkıp ‘Artık nüfusumuzun yarıdan fazlası şehirlerde yaşıyor’ demişti ve kimse onun ne demek istediğini anlamamıştı.

Oysa, bizde geleneksel sağ siyasi partiler tarımda yaşayan ve görece daha muhafazakar olan nüfusu kendi oy depoları gibi gördükleri için, insanların topraklarından ayrılmaması için ne gerekirse yaparlardı. Bizim eski tarım teşvik düzenimiz tamamen buna göre ayarlanmıştı. Hâlâ tütün ekilir, hâlâ pancar ekilirdi. Devlet de bu ürünleri alırdı.

* * *

2001 krizi sonrası bu tarım teşvikleri sona erdi, onun yerine daha akılcı ve daha hesap verilebilir türden bir teşvik sistemine geçildi. Devlet tarıma sübvansiyon vermeyi kesti ama tarımı yüksek gümrük duvarlarıyla koruma altına aldı. Biz vatandaşlar bir çok ürüne dünya fiyatının üzerinde bedeller ödüyoruz artık.
Neyse, tarımsal teşviklerin değişimi diğer bir  bahis konusu. Esas konumuz Türkiye’deki iç göç olgusu ve onun sonuçları. Öyle bir son on yıl geçirdik ki, ülke nüfusunun yüzde 15’ten fazlası, yani on milyondan fazla insan köyünden kentlere göç etti.
Bu göç öyle büyük bir dinamik ki, hemen hemen her şeyi, başta da siyaseti değiştirdi. AK Parti, geleneksel bir sağ parti olmasına, köylü muhafazakarlığın taşıyıcısı olmasına rağmen kitlesini değiştirdi, dönüştürdü, normalde çok sancılı ve acılı bir süreç olması gereken köyden kente göçe rağmen de oyunu arttırdı.
Çünkü unutmayın, insanlar genellikle mecbur kaldıkları için göç ederler, seve seve isteye isteye göç eden insan sayısı hep daha azdır. İşte bu mecbur kalanlar da ister istemez memnuniyetsizdir, şikayetçidir.
Ama bizde tam tersi oldu.
Köyde artık geçinemediği için kente göçenler burada bir biçimde hayata tutundular ve kendilerini eskiye göre daha iyi hissettiler ki, iktidar partisine oy verdiler.
Bana kalırsa Türkiye’deki siyasi dinamik gözlemcilerinin önemli bölümünün ve özellikle de ana muhalefet partisinin göremediği veya görse bile politika üretmekte zorlandığı konu bu. Türkiye belki de tarihinin en büyük, en önemli sosyal değişimini yaşarken muhalefet bu durumu siyasete çeviremiyor.
Belki de kusur, bu sosyal değişim döneminin önemli bir bölümünde muhalefetin yıllarca laiklik temelli, 1930 tarzı Atatürkçülük beklentili siyaset yapmasındadır.
Laikliğin önemsiz olduğunu söylüyor, laiklik siyaseti yapmanın o dönemde iktidarı sınırlayıcı önemli bir görev gördüğünü gözardı etmiyorum ama bu siyasetin faturası getirdiklerinden fazla oldu. Çünkü geniş kitlelerin hayatı sarsıcı biçimde değişirken ana muhalefetin değişmek istememesi, yeni duruma bırakın uyum sağlamayı bu durumu gördüğünü bile belli etmemesi hayal kırıklığı yarattı.
Bugün Başbakan aynı yerden siyaset yaparak CHP’yi iyice geçmişine döndürmeye ve orada hapsetmeye çalışıyor.

Haberin Devamı

Göç edenler nereye geliyor?

Haberin Devamı

İSTANBUL’in herhalde birinci kuşak gecekondu mahalleleri Haliç kıyısında olanlar. Bu şehrin birinci kuşak sanayisi de Sütlüce ve civarındaydı. Gelen işçiler yakınlara yerleştiler.
İkinci kuşak gecekondular Levent’in karşısında, Kuştepe ve Çeliktepe idi. Sanayinin bir kısmı orada, bugün hepsi plaza veya alışveriş merkezine dönen yerlerdeydi.
Şimdi sanayi büyük ölçüde İkitelli’de ve Gebze yakınlarında.
Ama şunu biliyoruz: Son on yılda gecekondu yapım hızında büyük bir yavaşlama oldu.
İstanbul’un görece ‘yeni’ diyebileceğimiz semtleri, Habipler, Atışalanı, Esenler, Bağcılar, Gaziosmanpaşa, Sultanbeyli, Ümraniye, Kartal’ın üst kesimleri vs. hep bu on yılda oluştu.
Bu sefer doğrudan apartman yaptı gelenler veya gelenlere bu apartmanlar satıldı/kiraya verildi.
Bir yandan TOKİ ve müteahhitler konut üretti.
Bana soracak olursanız çok çarpık, çok yanlış bir şehirleşme yaşandı. Gelecekte bu şehirleşme bize büyük sorunlar yaratacak.
Şehirleşme işin bir bölümü. Ama bana göre daha önemlisi, bu müthiş değişimi belgelemek, kayda geçirmek ve değişim hakkında akademik çalışma yapmaktı. Maalesef esas bu yapılamadı, hâlâ daha da yapılmıyor.
Bu yapılmadığı için de, aydınlarımızın elinde bu konularda laf üretecek materyal olmuyor.

Haberin Devamı

Yepyeni bir popüler bilim dergimiz oldu...

GEÇEN gün Mehmet Yılmaz aradı, ‘Sana bir sürprizim var’ dedi.
Sonra da beyaz bir zarfın içinden sürprizim çıktı: Doğan Burda dergi grubu, dünyanın en eski ve en çok satan popüler bilim dergilerinden biri olan Popular Science’ı Türkçe olarak çıkarmıştı.
Türkiye’de önemli eksiklerden biri, popüler bilim dergisi. Evet, benim de çocukluğumdan beri okuyucu olduğum TÜBİTAK Bilim Teknik yayınlanmaya ve üstelik çok iyi satış rakamları bulmaya devam ediyor.
Kuşaklar boyunca insanları bir anlamda eğiten, onları bilimle tanıştıran Bilim Teknik, bütün kalitesine, dikkatine ve kendini güncel tutma çabasına rağmen sonuçta ‘resmi’ bir dergi.
Bir ara yayınlanan NTV BLM çok iyi bir dergiydi ve üstelik ‘sivil’di. Ama maalesef çok da iyi satmasına rağmen yeterli geliri elde edemediği için kapandı.
Ben eminim Popüler Science da Türkiye’de dergiler için artık hayal olan 50 binli, 75 binli satış rakamlarını yakalayacak. Çünkü ilk sayısını dikkatle ve neredeyse içindekiler sayfası dahil satır satır okudum, çok özene bezene yapılmış, güzel bir dergi Populer Science.
Umarım Amerika’da 160 yıldan bu yana yayınlanan Populer Science bizde de uzun ömürlü olur.
Yolu açık olsun.

Yazarın Tüm Yazıları