GeriSeyahat Her gün karayken ada adayken kara olan bir yer gördünüz mü?
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Her gün karayken ada adayken kara olan bir yer gördünüz mü?

Her gün karayken ada adayken kara olan bir yer gördünüz mü?

Ressam Kezban Arca Batıbeki ile röportaj yapmak kolay değil. Daha doğrusu röportaj iyiydi de anlatılacak yeri seçmek bayağı zor oldu! Röportaj için evine gittiğimde her biri bir Meydan Larousse kalınlığında onlarca fotoğraf albümüyle beni bekleyen birini buldum. Kezban Arca Batıbeki ve eşi Koray Arca gerçek gezgin olarak adlandırıIabilecek bir çift.Seyahatten beklentileri sadece deniz ve güneş değil, tarih, sanat, arkeoloji. Her sene tekrar tekrar sevdikleri yerlere gittikleri gibi, bir kere de bir ay süren bir seyahat yapıyorlar. Bu daha önce gördükleri bir ülke olsa da mutlaka gitmedikleri bir bölgesini seçiyorlar. Arca Batıbeki ’Bir sürü insan Fransa’ya gidiyor ama Paris’ten başka yerini bilmiyor. Esas olan bir ülkeyi tarihiyle, şehirleriyle, insanıyla, müzesiyle ve kültürüyle tanımak. Biz gezince tam geziyoruz. Hiçbir müzeyi, kiliseyi kaçırmıyoruz, o dağ senin, bu şehir benim diyerek dolaşıyoruz’ diyor. Kezban Arca Batıbeki’yle dünyanın her tarafından alınmış binlerce objeyle dolu evinde Fransa’nın Normandiya ve Bask sahillerini konuştuk. Seyahatinizin ilk durağı Biarritz’e nasıl gittiniz?- İstanbul’dan direkt uçuş olmadığı için Paris üzerinden gittik. Biarritz’e iner inmez de bir otomobil kiraladık. Otomobil büyük bir özgürlük, istediğimiz zaman istediğimiz yerde duruyoruz. Biarritz müthiş bir okyanus şehri. Napolyon’un şimdi otele çevrilen eski sarayı da orada ama bence en önemli özelliği tarihinden çok, okyanus şehri olması. Gece müthiş dalgalar oluyor. Akşam sahildeki bütün plaj malzemeleri toplanıyor, gençler sahilde ateş yakıyor, şehir bambaşka bir havaya bürünüyor. Aynı şeyi İspanya’da da gördük. Akdeniz sahil şeridinin bir özelliği herhalde bu. Sabah olunca da yine her şey kurulmuş oluyor. Fotoğraf eski bir zamanda çekilmiş gibi.- Modernleşiyorlar ama geleneklerinden de çok az uzaklaşıyorlar, o yüzden. Şehirlerin görüntüsü hemen hemen hiç değişmiyor. Bizde olsa o plaja, sokaklara hemen beton dökerler, olur biter. Oralarda kendinizi hem eski bir yerde hissediyorsunuz, hem de modern bir yerde.MÜZENİN YÜCELTTİĞİ BİR ŞEHİR: BİLBAOBiarritz aynı zamanda İspanya’ya çok yakın değil mi?- Evet, Fransa’nın sınıra en yakın noktası. Oradan Bilbao’ya gittik zaten. Yolda Saint Jean De Luz’a uğradık. Birbirlerine o kadar benziyorlar ki pek ayırt edilmiyor. Burası çok güzel bir balıkçı kasabası, biz sadece yemek yiyip gidelim dedik ama çok güzel olduğunu görünce kaldık. Aus Pigeons Blancs Restaurant ve Hotel Saint Jean De Luz çok güzeller.Bilbao Gugenheim Müzesi’yle meşhur oldu. Onun dışında nasıl bir şehir?- Bilbao bir müzenin bir şehri nasıl yücelttiğinin en iyi örneği. Eskiden terk edilmiş kötü bir sanayi şehriymiş. Ne zaman ki Guggenheim yapılmış, şehir gelişmeye, güzelleşmeye başlamış. Şehrin amblemi bile müze olmuş. Bilbao’nun her yerinde Tapas Bar’lar var, harika yemekler yeniyor. Tek kelimeyle Tapas Bar cenneti. Bilbao’dan nereye gittiniz?- Yol üzerinde San Sebastian var, orası da harika bir yer. Bir kere şehir olarak çok güzel. Binaları muhteşem, bayağı iddialı bir yer. Film festivali de oluyor zaten orada. San Sebastian Hotel’de kaldık. Oranın en iyi oteli değil belki ama biz genelde odada çok az kaldığımız için çok da önemli değil, merkezi olması daha önemli. Gözümüze kestirdiğimiz, restore edilmiş eski oteleri tercih ediyoruz.İlginç bir yerle karşılaştınız mı?- İspanya’da Sain Jean De Luz yakınında heykeltıraş Chillida’nın bir müzesi var. Orası bir vakıf aslında. İçinde ev, ahır var, bahçe heykel dolu. Kocaman bir arazi üzerinde kurulu dev bir açıkhava müzesi. Orayı tesadüfen keşfettik ve çok etkilendik. Chillida çok önemli bir sanatçı ve orayı görmek bizim için çok özeldi.Bordeaux’ya da uğramışsınız...- Evet. Ama Bordeaux’nun tek özelliği şarap değil. Birçok kültür, aktivite bir arada. Mesela Asterix karakteri buradaki birinden etkilenerek yaratılmış, onun evi burada. Bordeaux’da hiç yeşil yok. Bütün şehir taş. Ama o kadar hoş ki! Tüm binalar çeşitli dönemlerin taşlarıyla yapılmış. Ara sokakları çok güzel. Bir de neredeyse Paris’teki Pompidou Centre kadar iddialı bir kültür merkezleri var. Bordeaux Modern Sanat Müzesi. Sıradan turiste verilen broşürlerde yok bu bilgi, sadece arayan buluyor. Çoğunluk şarap evlerinde, bağlarda dolaşıyor çünkü. Eski bir şarap fabrikasını restore ederek yapmışlar, dünya çapında sanatçıların eserleri sergileniyor. Gidenler mutlaka arasın bulsun. Opera binasının altında çok güzel bir restoran var. Le Mably de güzel, geleneksel bir restoran. Bir de antikacıları çok meşhur.KAYIKLAR BİR DENİZİN BİR KUMUN İÇİNDEBordeaux civarındaki şarap bölgelerine gittiniz mi?- Tabii ki, onlara gitmeden, şarap içmeden olur mu hiç? Medoc, Margaux, birçok yer var. Bütün o bölge bir günde gezilebilir rahatlıkla, isteyen kalabilir de. İki-üç günlük şarap kursları var. Her yer bağ dolu, sağınız solunuz üzüm bağı. Oranın eski aileleri hem bölgeye isim vermişler hem de şarapevlerinin sahipleri.Deniz kenarında başka nereleri gördünüz?- La Rochelle’den geçtik. Daha sonra bence dünyanın en güzel yerlerinden biri olan Honfleur’e gittik. Çok güzel, değişik bir mimarisi var, biraz Amsterdam’a benziyor. Binaların cephesi metal kaplı. Orada önereceğim yerler Hotel du Dauphin ve Restaurant L’absinthe. Honfler’e mutlaka gidilmeli. Oraları aynı zamanda Calvados’un ana vatanı. Her yerde Calvados konyak ikram ediliyor. Deauville ve Trouville de çok güzeller. Deauville’in özelliği, bir zamanların Cannes, Nice gibi önemli bir yeri olması. Bütün zenginler oraya gidermiş. Şimdi de fena değil aslında, yol kenarında Ferrari’ler, Porsche’ler dolu. Hotel Normandy çok güzel. Trouville biraz daha halk tipi.Şu kale gibi görünen yer neresi?- Burası Mont Saint Michel. Hakikaten çok güzel, oraya giden yol bile harika. Yolun kenarında lavanta ve çiçek tarlaları var. Mont Saint Michel manevi olarak çok önemli bir yer, bir nevi Kabe gibi. İnsanın orada kutsandığına, pozitif enerji yüklendiğine inanılıyor. Bir başka ilginç yanı da karayken ada, adayken kara olması. Okyanus kıyısında olduğu için gel-git orada çok kuvvetli, öğlen ikiden sonra sular geri geliyor ve Mont Saint Michel bir adaya dönüşüyor. Bir bakıyorsunuz, kayıklar kumun, kayaların üzerinde duruyor. Bembeyaz kum içinde, çok mistik bir görüntüsü var. Arabanızı unutursanız yandınız! Tepedeki kilise mutlaka görülmeli. Hem tarihi bir eser, hem de içi hem etkileyici.Sular geri geldiğinde adanın karayla bağı kesiliyor mu? - İncecik bir yol var ama sadece orada çalışanlar falan kullanıyor. Turist olarak arabayla gidip, park etmek mümkün değil. Burada harika bir restoran var, ismi La Mere Poulard. Omleti çok meşhur. İki şişman aşçı milyon çeşit malzemeyle balon gibi şiş, dev omletler yapıyor. Mutlaka bir öğlen gidilmeli. Biz gece kalmadık ama bence kalınmalı. Burası Paris’e çok yakın, trenle bir saat falandır uzaklığı. Mesela günübirlik Honfleur ve Mont Saint Michel gezisi yapılabilir.EN ETKİLENDİĞİ 5 YERMont Saint Michel (Fransa)Andaluzya (Ispanya)Carmel (Kaliforniya, Amerika) Marakeş ve Essaouira (Fas)Arles (Fransa)seyahatte ne okuyorGittiği yerle ilgili bilgi içeren kitaplar okuyor.ne dinliyorYanında müzik taşımıyor çünkü kulaklık takıp dünyadan kopmayı sevmiyor; gittiği yerin müziklerini dinliyor.ne yiyor ne içiyorYöresel yemekler ve deniz ürünlerini seviyor. ne giyiyorBavulunda birçok şeyle gidiyor ama sadece birkaç kıyafetini giyiyor. Şort, rahat ayakkabı.neyle seyahat ediyorKiralık arabayla.nerede kalıyorEski şehir merkezinde, eski binalardan çevrilmiş otelleri seviyor. Otelde çok az vakit harcadığı için pahalı olmaması da önemli.kimle seyahat ediyorEşiyle.çantasının olmazsa olmazlarıKozmetik ürünleri, fotoğraf makinesi, rehber kitap.
False