Her alanda Yalçın Yıldırım’lar olmazsa 100. yıl hedefleri zor

Salı günü Cumhuriyetimizin 90. yılını kutlayacağız. Çarşamba günü de, İzmir’de hükümetin de çok büyük önem verdiği bir toplantı başlayacak; İzmir İktisat Kongresi.

Haberin Devamı

Evet, daha Cumhuriyetimiz kurulmadan, henüz Lozan antlaşması imzalanmadan İzmir’de 1923 yılının başında bir İktisat Kongresi toplanmıştı. Neredeyse kesintisiz 10 yıllık bir savaştan çıkan yorgun ve fakir ülke iktisadi geleceğini aramıştı o kongrede.
Şimdi kongrenin de 90. yılı vesilesiyle Türkiye bir kez daha geleceğini arayacak İzmir’de: Acaba Cumhuriyet’in 100. yılı için koyduğumuz hedeflere nasıl daha iyi ulaşırız, çarşamba günü başlayacak yeni İzmir İktisat Kongresi’nin cevap arayacağı temel soru bu olacak.
Bu köşede dün Cem Yalçın Yıldırım’ın dünya ölçeğindeki büyük başarısını anlattım; matematiğin belki de en soyut alanı olan sayılar teorisinde, asal sayıların sırlarını bütün insanlık için aralayan bir matematikçimiz var. Ne kadar övünsek azdır.
Yalçın Yıldırım’la övünmeliyiz ama şunu da unutmamalıyız: Yalçın Yıldırım gibi çok az bilimcimiz var, araştırmalarıyla dünya ölçeğinde rekabet eden, dünya ölçeğinde çığır açan. İzmir İktisat Kongresi’nde ne konuşulur bilmem ama Yalçın Yıldırım gibi bilimcilerimizin sayısını çok arttırmamız lazım; bilimin her alanında Yalçın Yıldırım’larımız olması lazım.
Biz maalesef bilim yerine teknolojiyle ilgilenen bir ülkeyiz. Oysa bilim olmadan teknoloji olmaz. Olursa bile başkasının teknolojisi olur; siz ondan satınalırsınız.
Bakın, bilgisayar teknolojisi herkese açık. Onyıllardır ülkemizdeki üniversitelerde ‘bilgisayar mühendisliği’ bölümleri var. Ama dünya çapında rekabet eden, cirosu milyar dolarlara dayanmış kaç tane bilgisayar yazılım şirketimiz var? Sıfır.
Şanslıyım, Yalçın Yıldırım’ı (epeydir görüşemesek de) 20 yıl öncesinden bir ortak arkadaşımız vasıtasıyla tanıyorum. Onun nasıl sabırla ve inatla asal sayılar hakkında çalıştığını biliyorum. Öyle bir sabah aklına parlak bir fikir gelmiş, sonra da o fikri geliştirip ödül aldığı ispatı yapmış değil Yalçın Yıldırım. Arkada uzun yılların günler geceler boyu çalışması, kafa patlatması var. Onun bu çalışmasına sabır gösteren, araştırmasının sonuçlarını bekleyen, daha rahat çalışsın diye üstündeki ders yükünü hafifleten üniversite sistemi var.
Bizim yerleşik sistemlerimiz bu çeşit çalışmayı hiç de özendiren sistemler değil. Taa 20 yıl önceden bir sohbeti hatırlıyorum, o zamanlar Bilkent’teydi Yıldırım, üniversitenin hocalara makale yayınlama sıklığını yegane performans kriteri olarak getirmesini eleştiriyordu, ‘Adam bilgisayarcı olabilir, çalıştığı alan yılda birkaç kez değiştiği için yılda on makale bile yayınlayabilir ama bir de Plato felsefesini çalışanlar var, son 3 bin yıldır hiçbir şey değişmemiş o alanda, o adamı kovacak mı üniversite, Plato felsefesi hocası zamanla bulunmaz mı olacak’ diyordu. Çok da haklıydı.
Bizim tektipleştirici YÖK mantığımız, son olarak TÜBİTAK bünyesindeki Feza Gürsey Enstitüsü’nün saçma bir biçimde Gebze’ye taşınmasıyla doruk noktasına ulaştı.
Türkiye’de Yalçın Yıldırım gibi temel bilimlerle uğraşanlar Feza Gürsey Enstitüsü’nün yokluğunu fena halde hissediyorlar. Bu enstitünün mutlaka bir üniversite bünyesinde olması lazım; çünkü orada esas olarak doktora öğrencileri çalışacak; oysa TÜBİTAK’ın Gebze’deki MAM tesislerinde pek doktora öğrencisi yok.
Keşke TÜBİTAK inadından vazgeçse, Feza Gürsey’i İstanbul’a geri döndürse, bütçesini geri verse. Feza Gürsey’in bütçesi, TÜBİTAK’ın bütçesi içinde çok küçük bir rakam çünkü.
Temel bilimlerde Türkiye’nin kan kaybı sürüyor. Feza Gürsey Enstitüsü gibi kurumların durduk yerde yok edilmesi bir yana, koca üniversitelerimizin temel bilim eğitimi veren bölümleri birer birer kapanıyor.
İzmir İktisat Kongresi gibi girişimler çok güzel elbette. Burada geleceğe dönük vizyon en üst düzeyde konuşulacak. Ama bu vizyonumuzun bilim teşvikleriyle teknoloji teşvikleri arasında bir denge bulması lazım.
Gerek TÜBİTAK ve gerekse Sanayi ve Bilim Bakanlığı aslında çok ciddi ArGe teşvikleri veriyorlar; pek çok sektörde bu teşvikler çığır açıcı çalışmalara da yol veriyor.
Ancak bilimi de unutmamamız lazım. Temel bilimler olmadan bu teknolojik atılımları sürdürülebilir kılamayız; çok kısa sürede rekabet avantajımızı kaybederiz.
Türkiye, bilime sırtını dönerek 100. yıl hedeflerini tutturamaz.

Yazarın Tüm Yazıları