Hem kel, hem de fodul

Oktay EKŞİ
Haberin Devamı

İnsan karar veremiyor: Bu insanlara bir dille hitap etmeli ama hangisiyle... Çünkü anlaşmak -en azından kendinizi anlatmak- ihtiyacındasınız. Ama ‘‘Nuh’’ diyorlar, ‘‘Peygamber’’ demiyorlar.

Konu, yıllardır tutturdukları ‘‘Başörtüsü zulmü!’’

Ne imiş bu ‘‘Başörtüsü zulmü’’ denen şey?

Devlet ‘‘laiklik’’ esası üzerine kurulmuş. Bunu Anayasasının ‘‘değiştirilmesi teklif dahi edilemez’’ bir temel ilkesi olarak ilan etmiş. Kısaca ‘‘776 bin kilometrekarelik bu ülkenin topraklarında ne yaparsan yap ama ‘laikliğe aykırı' bir şey yapma’’ demeye getirmiş.

Şimdi ‘‘zulüm’’ tellalları, ‘‘Hayır!’’ diyorlar, ‘‘Biz, laik zihniyetle konulmuş olan kuralları hiçe sayarız. Kendimizi tanınmayacak kadar sarar sarmalar, böyle çekilmiş fotoğrafımızı önünüze koyar ‘İşte benim vesikalık resmim bu...' deriz. Biz bir resmi belgede kullanılacak fotoğraf için devletin aradığı koşulları dinlemeye mecbur değiliz. Çünkü dini inancımız, devletin kuralından önce gelir.’’

Üniversite kapılarından gelen gürültünün esası bu...

Yüksek Öğretim Kurulu ve bu kurulun çizgisine saygı duyan -maalesef öteki cinsleri de var- üniversiteler, nihayet meselenin özünü yakalayıp da hukuka uygun önlemleri uygulamaya başlayınca, işte bu tablo ortaya çıktı.

Velakin uygulanan önlemler -örneğin ancak yüzü tanınacak şekilde açık olan fotoğrafların istenmesi- bir zulümmüş.

İlginç olan, bu şamatacıların çifte standartlı yaklaşımı...

Konu onların inandığı zemine gelince, ‘‘Biz insan hakları dediğiniz şeyi Batı hukukunun tanıdığı şekilde tanımayız’’ diyerek savunurlar görüşlerini. Kısaca onlar için laik düzenin ürettiği hukuk değersizdir. Ama bir mahkemeden kendi lehlerine bir karar aldılar mı, bu hukukun da, bu ülke mahkemelerinin de her şeyi iyi oluverir. Taa ki işlerine yarasın o örnek.

Bunlar ‘‘sağlık bilimleri’’ öğrencilerinin başlarına kep giymesini reddedecek yani dünyanın her yerinde geçerli hijyen kurallarını bile dinlemeyecek kadar saplantılıdırlar.

İnanılmaz bir şey ama, iki gün önce bunların ‘‘öğretmen’’ olmuşları bile sokaklara dökülmüştü.

Milli Eğitim Bakanı Hikmet Uluğbay çok açık söyledi:

‘‘Devlet hizmetinde çalışmak diye bir mecburiyet yok. Ama çalışacaksan, devletin koyduğu kıyafet kurallarına uyacaksın!’’

Ne var bunda?

Haksız yere sokaklara dökülüp şamata yapanlar ‘‘mazlum’’ olacak, ama sadece devletin değil, hepimizin hukukunu koruyanlara ‘‘zalim’’ denecek.

Edepsizliğin de bir haddi hududu olur.

Haddini bilmeyeni, hukuktan ayrılmadan hizaya sokmayan devletin devletliğinden söz edilebilir mi?













Yazarın Tüm Yazıları