Helal olsun patronuma!

Emin ÇÖLAŞAN
Haberin Devamı

Geçtiğimiz tatilde Çeşme'deyiz. Bizim patron Aydın Doğan iki kez telefon etti:

‘‘Yav Emin, gelin Bodrum'a. Burada birkaç gün geçiririz, koyları gezeriz, biraz da tavla atarız...’’

Tavla lafından pirelendim ama gitmesek ayıp olacak. Kalktık, Bodrum'a gittik. Aydın Bey'in tatil köyünde başka konukları da var. Ama dikkat ettim, benimle konuşurken lafı döndürüp dolaştırıp tavlaya getiriyor.

Bir öğle vakti teşkilatı kurmuş, beni çağırdı. Tavlada çok iddialı. Yenilmeye tahammülü olmadığını eskiden beri duyuyorum. Başlarken uyarımı yaptım:

‘‘Patron, ben bu işin ustasıyım. Yenince sorun çıkmasın. Gazeteden kovulma durumum falan olmasın...’’

‘‘Olur mu yav, otur bakalım. Adını da koyalım. Senden bir şortla bir gömlek alırım.’’

‘‘Hele bir oynayalım da, kimin kimden ne alacağı belli olmaz.’’

Bu arada aklıma ilginç şeyler geliyor. Hazır karşıma oturtmuşken, örneğin takım elbisesine oynayıp Aydın Doğan'ı söğüşlemek var. Fakat kendisini daha ilk partide ürkütmemek için bunu söylemiyorum. Şortla başlayıp takım elbise ile bitiririm, yolumu bulup Ankara'ya öyle dönerim diye düşünüyorum.

Oyuna oturduk. Çevresinde danışmanları var. Birkaç kişi birden işe karışıp akıl veriyorlar. Buna rağmen patronu bitirdim. Aydın Bey'in yüzü sararmış, ‘‘Vay be, çetin ceviz çıktı’’ diyor. Adeta çökmüş durumda. Yenildikten hemen sonra, bir yemek arası vermeyi öneriyor.

Ben denize gidiyorum. Kıyıda sekreteri Arzu Hanım'a rastlıyorum:

‘‘Sorun bakalım patrona tavlanın sonucunu, uğradığı hezimeti size de anlatsın. Ben tavlanın ustasıyım, keh keh keh...’’

Arzu Hanım'ın da suratı çok bozuk. Belli ki Aydın Bey'in yenildiğini öğrenmiş. Şöyle diyor:

‘‘Patron intikamını fena alır. Bunu sizin yanınıza bırakmaz’’.

***

Yemek sonrasında tavlanın başına yeniden geçiyoruz. Bu arada bana öyle geliyor ki, sanki zarlar değişmiş!.. Çünkü patronun şansı acayip açıldı ve zarı ısmarlama atıyor:

‘‘Haydi yavrum sırtı kara’’ diyor, düşeş atıyor. Bu ‘‘sırtı kara’’ deyimini ilk kez o gün, Aydın Bey'den duyuyorum... ‘‘Haydi oğlum şeşbeş’’ diyor, şeşbeş geliyor. Pulları toplarken ‘‘Çift gel’’ diye bağırıyor, dört kez üst üste çift atıyor. Maşallah!

Ben hayatımda böyle kısmet, böyle şans görmedim. Karşısında bilgisayar olsa, bu kısmete dayanmaz ve patlar. Öyle zarlar atıyor ki, ayağa fırlayıp ‘‘Olmaz böyle şey, manşetlik zar’’ diye bağırıyorum. Hezimetten kurtulunca keyfi yerine gelmiş, gülüyor:

‘‘Yav Emin, tavla oynarken bile aklın gazetecilikte...’’

Bu akıl almaz şansıyla, beni iki partide de güç bela yeniyor.

Eh, koskoca medya patronuna yenildim. Kendisine bir şort ve gömlek borcum oldu! Ama Aydın Bey'in bir sürü giyim eşyası var. Tavlada kazandığı şortla gömleği, çalıştırdığı sigortalı işçisinden isteyecek değil ya!

Tavlayı kapıyoruz. Oyunculuğu nedeniyle değil ama kısmeti nedeniyle kendisini kutluyorum... Çünkü böyle bir kısmeti dünya tavla tarihi yazmamıştır. Ağzıyla oynuyor.

Zar mı tutuyor, zarlar civalı mı, bir türlü anlayamıyorum.

***

Bu anlattığım hadise, ağustos ayının son günlerinde oluyor. Ama Allah var, Aydın Bey efendi adam. Oyun sonrasında ‘‘Şortumu ve gömleğimi isterim’’ demiyor. Ben de vaziyeti uyuttuğumu düşünüyorum!

Bodrum'dan Ankara'ya dönüyorum. 1 Eylül Salı günü maaş bordrom geliyor. Amanin, o da ne!

Bordroya sarı bir kağıt yapıştırılmış. Üzerinde bizim muhasebe servisi yetkilisi Alaattin Yaylacıoğlu tarafından yazılmış bir not:

‘‘Sayın Aydın Doğan ile yapılan tavla partisini kaybetmeniz nedeniyle maaşınızdan 50 milyon lira kesilmiştir. Bilginize...’’

Gerçekten de maaş 50 milyon eksik. Acaba biri espri mi yapıyor, ya da beni işletiyor mu?

Alaattin'e telefon açıp soruyorum:

‘‘Evet abi, patronun talimatı var. Aynen böyle dedi, biz de parayı kestik.’’

Vay be! Aydın Bey'in sırtı kara düşeşleri yüzünden gitti bizim 50 milyon!

Ben patronu şortla gömlek konusunda uyuttuğumu, büyüklük gösterip bunları benden istemeyeceğini zannederken, parasını şakır şakır kestirmiş.

İyi ki takım elbisesine falan oynamamışız. Demek ki o takdirde maaşımı aylar boyunca kesecek ve beni resmen açlığa mahkum edecekti!

***

İşin içyüzünü bir süre sonra öğrendim. Meğer Aydın Doğan benim gibi saf vatandaşları Bodrum'a çağırır, onları tavlaya oturtup hababam ütermiş. Önce yenilse bile, kazanana kadar masadan kaldırmazmış.

Böylece tatil masraflarını çıkardığı gibi, üstelik kâra da geçermiş!

O kısmet bende olsa, doğrusu ben de aynı şeyi yapardım.

Maaşlar onun elinde. Yendiği anda İstanbul muhasebeye emir verip ‘‘kaynağında stopaj’’ yöntemiyle maaştan kestirirmiş!

***

Bu kesintiyi görünce Bodrum'dan patronu aradım:

‘‘Patron helal olsun, benim 50 milyon kesilmiş.’’

Aydın Bey'in neşesi yerinde:

‘‘Ben borcuma sağlam olduğum gibi alacağımı da kimseye bırakmam. Şimdi sen İstanbul'a geldiğinde, ya da ben Ankara'ya geldiğimde biraz daha oynarız. Bu sefer sen kazanırsın...’’

‘‘Yok Aydın Bey, ben hayatta hata yaparım ama bir hatayı iki kez üst üste yapmam. Öbür müşterileriniz size yeter...’’

Telefonda kahkahalarla gülüyoruz.

O muhteşem şansını aşacağımı bilsem, değil şortuna gömleğine, arabasına bile oynarım. Ama mümkün değil. Kaybettiğim anda gözümün yaşına bakmaz, hayatımı karartır.

Sevgili okuyucularım, benden size naçizane bir tavsiye! Siz siz olun, benim yaptığım hataya kesinlikle düşmeyin. Sakın ola ki patronunuzla tavla oynamayın.













Yazarın Tüm Yazıları