Haydi gelin hastalığımızı tedavi edelim

YILDIZLI bir gecede sırtüstü yatıp yıldızlara baktığımda hep o rakamları düşünürüm.

TÜBİTAK'ın bir kitabında okumuştum.

Hubert Reeves'in kitabında.

Adı ‘‘Boşluk’’ olan o muhteşem kitapta.

Güneş'in yarıçapı, Dünya'nın Ay'a uzaklığının iki katıymış.

Yani, 700 bin kilometre kadar.

Tam 4.5 milyar yıldır enerji üretiyormuş.

Ve merkezindeki ısı 16 milyon santigrat dereceymiş.

* * *

Megalomani denilen hastalığın en güzel iksiri herhalde evrenin bu ölçüleridir diye düşünürüm.

O rakamlar, bir simyacının elinde, ‘‘Bu devirde kimse padişah değil’’ cümlesine dönüşen bir elmasın hikáyesini anlatır.

Bu dünyada toz zerreciğinden başka bir şey olmayan bu bedenin, evrende neyi temsil ettiğini düşünürüm.

Sonra toz zerreciğinin yarıçapından bile küçük olan bu ruhu büyüterek, ona tarihte yer açarak, büyüyü yakalamaya uğraşırım.

Bulamam...

Hiçbir zaman bulamam...

Sonra yıldızlar altında bir seyahate çıkarım.

Rakamlardan, kendimden geçerim.

İlk durağım o cümledir:

‘‘Güzel ya da çirkin her yüzün ardında birisi vardır.’’

O ‘‘Birisi’’ kimdir?

Bütün bu seyahat boyunca en az kafa yorduğumuz şey acaba bu sorunun arkasındaki hakikat mıdır?

Yani, o yüzlerin arkasındaki ‘‘Birisini’’ keşfetmeye çalışmak.

Káşif yanımızın en zayıf halkası.

Evet en zayıf halkası.

Neden diye sorarsanız onun cevabı da kitapta yazılıdır:

‘‘Dostlarla birlikteyken bana en az tanıdık yüz kendiminkidir...’’

Yıldızlar altındaki o matematikte kendi yüzüne akraba olamayan bir ruh, o ‘‘Birisini’’, uzakta duran ‘‘Ötekini’’ nasıl tanıyacaktır?

Bu soruyu da sorarım.

Onun da cevabı yoktur.

* * *

Yıldızlar altındaki seyahatim devam eder.

Bundan sonraki durağım kendi gövdemdir.

Aynamın yüzü içine doğru kıvrılır, kendimi göstermeye başlar.

Kitabı okuyarak kendi kendime bulmaya çalışırım.

Kitap, ‘‘Bir an hareketsiz dur ve düşünerek bulmaya çalış’’ der.

Soru şudur: Hareket ederken hangi kolunuz ve bacağınız önden gider?

Hareketi yapmadan bulamazsınız.

* * *

Ve gövdenizin kanunu kendi kendini yazar:

‘‘Kas bilir, ama düşünce el yordamıyla bulur.’’

Oysa hep bunun tersini düşünmemiş miydiniz?

Gövdenizin, bilincinizden daha zeki olduğunu keşfettiğiniz an, derinlere seyahat başlamıştır.

‘‘Fizik, kimya ve biyoloji; atomlarımızın, moleküllerimizin ve hücrelerimizin kendiliğinden bildiklerini yeniden keşfetmeye çalışır.’’

Haklı olarak sorarsınız:

‘‘Acaba onlar daha bilmediğimiz neleri biliyorlar?’’

Kimbilir neleri...

Çünkü verilecek başka cevabınız yoktur.

* * *

Oysa yolda giderken tanıdık bazı cümlelere de rastlarsınız.

Mesela şuna:

‘‘İnsani olan hiçbir şeyin bana yabancı olmadığını düşünüyorum.’’

Bu cümleye başka bir yerde Tenesee Williams'ın ‘‘İguana Gecesi’’nde rastlamışsınızdır.

Onun zannetmişsinizdir.

Oysa 2000 yıl Terentius adlı biri tarafından önce keşfedilmiştir.

Bu cümleyle bir kanun daha yazılır:

İnsani olan hiçbir şey size yabancı değildir, ama kendi yüzünüzü bir türlü akraba haline getiremezsiniz.

* * *

Yolun sonu görünür.

Her yolun sonu gibi orada da büyük bir sükût vardır.

‘‘Yaşamın ve ölümün anlamı konusunda Tanrı'nın akıl almaz sessizliği...’’

Birden fark edersiniz ki, bu bilinmezlikler içinde hiç sesini çıkarmayan bir güç vardır.

İlahi bir güç...

Tıpkı biten bir yılın sizde yarattığı o boşluk gibi.

‘‘Bakışın biçimini alan o boşluk’’ gibi...
Yazarın Tüm Yazıları