Haydarpaşa yanıyor

DEDİLER ki: Haydarpaşa Garı yanıyor! Dedim ki: Eyvah!

Haberin Devamı

Eyvah, çünkü şunu çok iyi biliyorum: Haydarpaşa Garı da elden giderse, İstanbul artık o eski İstanbul olmaz.

Nasıl olsun ki?

Haydarpaşa Garı’nı yakarsan, “Memleketimden İnsan Manzaraları”nı da yakmış olursun.

O büyük şiir de yanar kavrulur.

1941 baharında tuhaf şeyler düşünmekle meşhur “Galip Usta” hiç yaşamamış gibi olur.

Nâzım Hikmet ters döner mezarında...

O Nâzım Hikmet değil miydi, şu satırları yazan?

“Haydarpaşa Garı’nda / 1941 baharında / Saat on beş / Merdivenlerin üstünde güneş / Yorgunluk ve telaş / Bir adam / Merdivenlerde duruyor / Bir şeyler düşünerek... / Zayıf. / Korkak. / Burnu sivri ve uzun / Yanaklarının üstü çopur. / Merdivenlerdeki adam / Galip Usta / Tuhaf şeyler düşünmekle meşhurdur...”
O Cemal Süreya değil miydi, güzelim binaya bakıp “gri bir ev ödevi gibi” diyen.

Kim yaktı? Niye yaktı?

Takdiri ilahi mi? Yoksa rant peşinde koşan karanlık ellerin işi mi?

Bilmiyorum, bilemiyorum.

Ama bildiğim bir şey var: İstanbul’un bir organı daha gitti!

Hilmi Yavuz da 15 dakikasını yaşadı

NAIPAUL ’un Türkiye topraklarına girişini engelleyen isim...

İlk kurşunu atan mücahit...

Aktolgalı beylerbeyi...

Hilmi Yavuz Hocamız, Zaman gazetesinde dün bir yazı yazdı.

Yazısında “Naipaul hakkında yazdıklarımdan dolayı beni linç ettiler” diyor ve linç edenlerin de bir listesini yayınlıyor.

* * *

Fakat yazı, baştan sona “işin tadını çıkaran” bir heyecan içinde kaleme alınmış.

Yani...

Siz bakmayın Hilmi Hoca’nın “Beni linç ettiler” diye ağlaşmasına.

Bu linçten ne kadar memnun kaldığını hiç saklayamıyor Hoca...

Üslubundan, performansından, alaycı gülüşlerinden şunu anlıyoruz:

Bu linç, Hilmi Yavuz’un yaşam enerjisinin artırdı, hazzın doruklarına çıkardı...

Rüya gibi yaşadı bu linçi Hilmi Yavuz...

Yani her fani gibi o da şöhretinin 15 dakikasının keyfini çıkardı.

İştahlı makaleler yazdı, iddialı röportajlar verdi, katıldığı televizyon programlarında şovunu yaptı. Şimdi tutup “Beni linç ettiler” diye yazıyor ya...

Siz onu “Nasıl da bu kadar hızlı geçti güzelim günler, ben bir şey anlamadım vallahi” diye okuyabilirsiniz.

Özdemir İnce artık yere inse

ÖZDEMİR İnce “Tarihte Tanrı Fikrinin Doğuşu” adlı bir kitap okumuş.

Bu kitapta şöyle bir cümle yazıyormuş:

“3 Aralık 1872’de Kutsal Kitap, ‘bilinen en eski kitap’, ‘ötekilerden farklı bir kitap’, ‘bizzat Tanrı’nın yazdığı ya da dikte ettiği kitap’ olma gibi çok eski dönemlerden gelen niteliğini yitirmiştir.”

Peki ne olmuş 3 Aralık 1872’de?

O gün Londra’da ilk Asur bilimcilerinden biri, olağanüstü bir keşif yaptığını söylemiş.

Buna göre Kutsal Kitap’ta geçen tufan öyküsüne çok yakın bir öykünün, Asur Sümer mitolojisine dayandığı kanıtlanmış. Bu durumda Tevrat, İsrail anonim edebiyatından bir seçmeler kitabı oluyormuş. Eh, Tevrat insan elinden çıkma ise İncil de insan elinden çıkma imiş.

Özdemir İnce bunları söyledikten sonra sözü Kuran’a getiriyor.

Diyor ki: “Tevrat ve İncil insan imgeleminin ürünü ise Kuran da insan imgeleminin ürünü olmayacak mıydı?”

* * *

Haberin Devamı

Hadi Özdemir İnce’nin, 1872’den beri bilinen “müthiş bilimsel bir gerçeği” ortaya koyarak inanan insanlara “1872’den beri boşa inanıyorsunuz” demeye getirmesini bir yana koyalım.

Peki İnce’nin, Kuran’a inanan insanlara, “Kuran’ın insan imgeleminden çıkma olduğunu kabul ederseniz daha iyi, daha bilinçli mümin olursunuz” demesini nereye koyacağız?

Kuran’ı “Allah kelamı” kabul etmesi gereken insanlar, onun insan imgeleminin ürünü olduğunu kabul etmeye başlarlarsa nasıl “mümin” olmaya devam edebilirler ki?

Sanırım Özdemir İnce ya herkesin zekasıyla alay ediyor ya da uçuşta sınır tanımıyor.

Katile katil diyenin yapması gerekenler

Sudan’dakine de katil demelidir.

Irak’ta da cinayetler işlendiğine göre orada da mutlaka katiller vardır, onlara da katil demelidir.

Afganistan’daki katillere katil demeden ilke pekiştirilemez.

Daha geriye gitmek gerekirse Cezayir’de de kendilerine katil denmesi gereken kişiler çıkmıştı. Onlara da katil denmelidir.

Üzerinde güneş batmayan imparatorluğun Hindistan’da işlediği cinayetler vardı, oradaki katillere de katil demelidir.

Bizim coğrafyamızda da çok kan aktı. Katile katil diyeceksen, o kanları akıtan katillere de katil demelisin.

Suudi Arabistan’da da kıtal yapan katiller öksüz mü, yetim mi? Onlara neden katil demeyelim?

Coğrafyayı geniş tutacaksak Güney Amerika’da işlenen cinayetlerin faillerine de katil demen gerekir.

Daha kara kıta Afrika’da dökülen kanlara sıra gelmedi bile...

Başbakan kızını aday yapmaz

BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan’ın kızı Sümeyye Erdoğan’ı milletvekilliğine adaylık için hazırladığına dair yorumlar okuyorum.

İşte yazıyorum:

Böyle bir şey olmaz! Sıfır ihtimal. Başbakan Erdoğan böyle bir şeye izin vermez.

Neden mi?

Şundan dolayı:

Başbakan Erdoğan, Erbakan gibi değildir.

Hem halkın “hanedan görüntüsü” verilmesinden hiç mi hiç hazzetmediğini iyi bilir, hem de halkın nabzının nasıl attığına çok önem verir.

Yazarın Tüm Yazıları