Hayatın İçinden

Tuğrul ŞAVKAY
Haberin Devamı

Üzüm yemek mi, bağcıyı dövmek mi?

SON günlerde İstanbul Devlet Opera ve Balesi bir kazan ve altına bir ateş yakılmış gelen üflüyor, giden üflüyor.

Bir takım kişiler, mağdur saydıkları birisinin hakkını koruma savaşı veremeyince, işi onu yerinden edenleri pişman etme savaşına döndürüyor. Bazıları da okul arkadaşlarını korumak üzere er meydanına çıkıyor. Öfkeden çılgına dönmüş Roma Kayzeri bile Kartaca için böyle bir son öngörmemişti herhalde.

Bütün bu olup bitenleri görürken bugüne kadar niye sustum? Cevabı basit: Çünkü eşim bir opera sanatçısı. Zaten bu arada iddialar tekzip edilir, gerçek kısa zamanda ortaya çıkar diye düşünmüştüm. Maalesef öyle olmadı. Acımasızca suçlanan tarafın sesi kısıldı. İddialar tek taraflı olarak havada uçuştu. Suçlanan suçlandığıyla kaldı.

Doğruları söyleme görevi

Durumumu peşinen söyledim. Ama kim ne düşünürse düşünsün, bugün doğru bildiğimi yazacağım. Haendel’in oratoryosunda ne güzel hatırlatılır: ' Sesini yükselt, korkma!' diye.

Yıllarca içimde birkaç özlem vardı. Öncelikle operaya ve klasik müziğe ilgi artsın, bu sevgi herkesin gönlünde tutuşsun isterdim. Yekta Kara İstanbul Operası’na müdür olunca basının klasik müziğe ilgisini diri tuttu. TRT 2’ye güzel bir program yaptı. Bütün bunlar da seyirciye yansıdı. Gençlerin yer bulmayıp merdiven aralarında konser dinlediklerini gördüğüm gün gözyaşlarımı tutamamıştım.

Bir başka özlemim, uluslararası düzeyde sanatçıları bizim sahnemizde görmekti. Zaman zaman bu keyfi de yaşadık. Yekta Hanım’a da hem şahsen, hem de bu köşede teşekkür ettim.

Sonra bazı sürtüşmeler oldu ve Kültür Bakanı siyasi yetkisini kullanarak Yekta Karayı görevden aldı. Opera ve Bale müdürlüğü koltuğu boş kalamayacağına göre de yerine bir atama yaptı. Opera sanatçısı Sedat Öztoprak, Almanya’dan buraya davet edildi. Görevi devraldı.

Cadı kazanı

İşte ne olduysa o zaman oldu. Yekta Hanım’ın kadim dostları, bu atamayı yapanların yanına bırakmayacaklarını gösterme hevesine kapıldılar. Duygular akıl, hikmet, basiret gibi özelliklere ağır bastı.

Önce Sedat Öztoprak için, 'O bir Neron, dekorları yakıp yıkıyor, satışa çıkarıyor' dediler. Yakma işin abartması ama yıkma ve satma doğru. Dünyanın her yerinde de böyle yapılıyor. Bunu söyleyenlere ben altında Yekta Kara’nın oluru ve imzası olan o kadar çok Neron kararnamesi (!) gösteririm ki, utanırlar.

Sedat Öztoprak’ın İTÜ Devlet Konservatuvarı mezunu olmasının da 'o Türk müzikçisi operadan ne anlar?' denerek bir suçlamaya döndürülmesi tek kelimeyle komik. Çünkü bu okulda dünyanın bütün konservatuvarlarında okutulan teorik ve pratik derslerin neredeyse tümü mevcut. Üzerine bir de ayrıca Türk Müziği’nin incelikleri öğretiliyorsa bunda ne zarar var? Bizim müzik adamlarımız kendi müziğimizi de bilseler kabahat mi? Ayrıca Sedat Öztoprak meşhur udi ve bestekar Sedat Öztoprak’ın torunu! Hocaların Hocası Belkıs Aran’ın şan öğrencisi. Yüksek lisansını İtalya’nın en seçkin müzik okullarından birinde yapmış bir sanatçımız. Kalkıp, 'Sen Batı Müziği’nden ne anlarsın?' diyenler bunları bilmez mi? Bilmiyorsa yazı yazmadan önce öğrenmez mi? Öğrenmeyip bu yazıda okuyunca utanmaz mı?

Diğer suçlamalar

Opera ve Bale’de oynanan oyun sayısının azlığı da doğru değil. Öyle oyunları 'güzün oynananlar' diye sınıflandırmak da işi bilmemek. Opera ve balede güzden başlayıp yazın biten tek sezon var. 2000-2001 sezonunda Mavi Nokta, Ferhat ile Şirin, İtalya’da Bir Türk, Saraydan Kız Kaçırma, Beni Seviyor, IV. Murat, Carmina Burana, Porgy ve Bess, Yarasa, Hoffmann’ın Masalları, Rigoletto, Romeo ve Juliet var. İsterseniz özel konserleri, anma günlerini de sayarım. Buna az diyeni de ancak insafa çağırabilirim.

Oyunların boş salonlara oynandığı iddiasına ise rakamlar cevap veriyor. Resmi ortalama seyirci sayısı 700 civarında. Salonun kapasitesi ise 1,200 kadar. Demek salon tıklım tıklım dolmamış. Ama boş da değil. Hele daha sezonun başı. Operayı ve baleyi kötüleyeceğimize oyunları tanıtsak, seyirci sayısının artmasına katkıda bulunmuş olmaz mıyız acaba? Biz her gün gazetelerde bu işlerin ne kadar kötü yapıldığını yazdıktan sonra 'niye seyirci az' diye timsah gözyaşları dökersek ne kadar samimi görünürüz?

Sanat ortamı

Sanat ve sanatçı ancak çok özel bir ortamda yaşayabilir. Bakım ister, ilgi ister, şefkat ister. İster oğlu ister. Ama sanatsal yolla bize verdiği de hiçbir pahaya vurulamaz. Sanatçı soyguncu, sahtekar, hırsız ve benzerlerine yapılan muameleye gelmez. Küser, boynunu büker ve bir bakarsınız ki yok olup gitmiş.

Eş dost hatırına yapılan ucuz suçlamaların sonunun nereye varacağını bu yazıları yazanlar bilir, ama besbelli kendilerini tutamıyorlar. Her şeyi biliyorlarsa bile Al-i İmran suresinin 66. ayetini bilmedikleri kesin. Şimdi Ramazan. Önüne gelen gazete Kuran’ı Kerim dağıtıyor. Evlerinde yoksa kupon kesip alsınlar. Sonra da önerdiğim ayeti kerimeyi okusunlar. Ne demek istediğimi o zaman daha iyi anlayacaklarına eminim.

Yazarın Tüm Yazıları