Hayatımdan geçen tüm erkekler

Sabahın bir körü, arabada trafiğin ortasında tek gözü kapalı, hafif uyur vaziyette, yeni aldığım cdyi dinliyorum.

Haberin Devamı

Nasıl iç gıcıklayıcı şarkılar var, anlatamam. Eski şarkıları almışlar bugüne uyarlamışlar; kimi slow kimi hızlı, her birinin bende bir anısı var. Zevkten dört köşe; “vay be bu şarkıda mı varmış içinde” diye dinlerken aklım kayıp gidiyor bir yerlere.
Hani bir parfüm nasıl bir kadını, bir adamı hatırlatırsa her şarkı da bana bir adamı hatırlatıyor.
Bir an gözlerimi kapayıp dalıyorum hayallere.
O sırada Carmina Burana başlıyor çalmaya, nasıl güzel olmuş içine biraz rock katılınca. Uyku muyku kalmıyor, o anda tüylerim ürperiyor, diken diken oluyor.
Müziğin sesini açtırıp gözlerimi kapıyorum ve içinde tüm erkeklerimin olduğu bir senaryo kurguluyorum.
Bir müzik gösterisi var, ben de bu gösterinin bir parçasıymışım, sahneye çıkıp çok yakışıklı üç beş adamla bu şarkıda dans edecekmişim.
Eh haliyle ben dans edeceğim diye duyan gelmiş, duyan gelmiş; yani hayatıma girmiş tüm erkekler.
Her biri salonun bir köşesine dağılmış, kimi arka sıralarda kimi locada.
Locada oturanlar tabi ki en kıdemli olanlar; biri eski koca, biri Veli, biri de adı bende saklı biri.
Ve işte o an geliyor, Carmina Burana tüm salonda yankılanmaya başlıyor.
Sahneye önce üç yakışıklı çıkıyor, kısa üç beş figürden sonra elleri perdenin arkasına uzanıyor ve ben çekilip alınıyorum.
Üzerimde yerlere kadar bir tuvalet, sırtı bele kadar açık, ayağımda swarovski taşlı yirmi pont ayakkabılar, saçlar kıpkızıl, sırtımda bir o yana bir bu yana dolaşıp duruyorlar.
Ben sahneye çıkınca adeta kıyamet kopuyor, hele yakışıklılardan biri beni havaya fırlatıp sonra tutunca alkışlar yükseliyor.
Dans etmeye devam ederken gözüm eski erkeklerime kayıyor.
Kimi yaşlanmış, kimi eskisinden yakışıklı, hepsinin tek ortak noktası “ah salak kafam ah” demeleri, her değişik figürümde biraz daha dövünmeleri ve bana bakış şekilleri; “ah keşke geri dönsen, keşke bana bir şans daha versen.”
Ama tabi ki ben hiç oralı değilim, Carmina Burana’nın  en güzel yerinde çocuğumun babası bile çekmiyor ilgimi.
Çünkü gözüm başka yere kayıveriyor, bir anda eski erkeklerimin arasında yeni birini görüyorum, gözünden adeta sevgi fışkırıyor, bu adam hiç tanımadığım ama bir o kadar da tanıdık biri.
Dansın sonunda onun önünde reverans yapıyorum, utanmasam sahneden kucağına atlayacağım.
O sırada sahne kalabalıklaşıyor, tüm eski erkeklerim beni kutlamak, sarılıp öpmek için adeta yarışıyor, bütün hayallerim yıkılıyor. Hani amacım eskilere nispetti, hani içlerinden birine belki geri dönmekti?
Yok olmuyor, hiçbiri benim için bir anlam ifade etmiyor, gözüm yine o adamı arıyor.
Kalabalığın arasında bir an onu görüyorum, tam yakalamak için elimi uzatıyorum ama o birden kayboluyor, ağlamaya başlıyorum. “Benim bu hayatta en sevdiğim adam sanırım sensin ama adını bilemedim” diye bağrınıyorum.
O sırada bir el beni dürtekliyor.
“Ayşe Hanım, uyanın kanala vardık.”
Hemen uyanıyorum, gözlerim sırılsıklam; “yahu rüya gördüm, rüyamda bir adam vardı ama kimdi çözemedim” diyorum şoförüm Âdem’e.

Haberin Devamı

Cevap Âdem’den geliyor;
“Sanırım babanızdı, çünkü baba baba diye sayıkladınız, durdunuz.”
O an durumu çakozluyorum, birden bire gülmeye başlıyorum, bir hayal kurayım, içinde aşklar olsun dedim, sonra uykuya dalıverdim, rüyamda bile aşk yanımdan geçemedi, hiçbir adam onun gibi sevilemedi; canım babam Tekin’im gibi.

Yazarın Tüm Yazıları