Hayatı resmi olmayan Ermeni tarihi

Güncelleme Tarihi:

Hayatı resmi olmayan Ermeni tarihi
OluÅŸturulma Tarihi: Ekim 02, 2005 00:00

15 Eylül 1954’te Malatya’nın, Ermenilerin de yaÅŸadığı Alevi mahallesi ÇavuÅŸoÄŸlu’nda doÄŸar. Terzi HaÅŸim adıyla tanınan babası Serkis Dink, Malatya Gürünlü’dür.Ondan ikiÅŸer yıl arayla iki erkek kardeÅŸi daha doÄŸacaktır ama hayat hikayesinin ana fikri aslında Sivas Kangal kökenli annesinin adında gizlidir: Gülvart. Gül Türkçe’de bildiÄŸiniz anlamdadır, gül. Vart ise gülün Ermenice karşılığı! Daha o doÄŸmadan çok önce annesine verilen isim, ‘birlikte yaÅŸama’nın ne anlama geldiÄŸini anlatır aslında.Babası kumara düşkün bir adamdır. Bu yüzden, o yedi yaşında, kardeÅŸleri de daha küçükken, Ä°stanbul’a kaçar-göçerler. Ancak daha geleli birkaç ay olmuÅŸtur ki annesi babasını kahvede oyun oynarken her yakaladığında kavgalar baÅŸlar. Ayrılık da ardından gelir. Ve üç kardeÅŸ, ‘ortada kalma’nın ne olduÄŸunu hiç unutamayacakları ÅŸu görüntüyle öğrenirler: Dayının evinin önünde, anne, anneanne, yengeler pencereden ‘babanıza gidin’ diye seslenirken, baba sokağın köşesinde, ‘oraya gidin’ iÅŸareti yapmaktadır. Bir süre ne yapacaklarını bilemeyen üç kardeÅŸ, birden ve aynı anda, ters yöne doÄŸru koÅŸmaya baÅŸlar. Ancak üç gün sonra Kumkapı’da bir balıkçı sepetinin içinde, aç sefil, uyurken bulunurlar. Sonraki durak, GedikpaÅŸa’daki Ermeni yetimhanesidir.On yılı yetimhanelerde geçer. Yüz kadar çocukla birlikte, daha küçücük yaÅŸta kendi iÅŸlerini kendi gördükleri, sürekli bedenen çalıştıkları bu yılların, karakterini ÅŸekillendirdiÄŸini düşünür, sevgiyle anar. Ama her ÅŸey o kadar pembe deÄŸildir elbette: Sonuçta yetimhanedir yaÅŸadığı yer. Ve tüm yetimhane hikayelerinde olduÄŸu gibi, onunkinde de gündüz ayakta kalmak için mücadele olduÄŸu kadar, gece gözyaÅŸlarıyla yastığı ıslatmak da vardır... GözyaÅŸlarında, yıllar sonra yeniden görüşecek olsalar da babaya kızgınlık, anneye kutsama vardır... Haylazlık yaptıklarında ya da Ermenice konuÅŸmadıklarında sürekli dayak vardır...YETÄ°MHANEDEKÄ° ÇOCUKLUK AÅžKIYLA EVLENDÄ°Bir gün Rakel’i getirirler yetimhaneye. 1915 karmaÅŸasından kaçıp, uzun yıllar Cudi dağında çadırlarda yaÅŸamış ve ‘aÅŸağı’ yeni inmiÅŸ bir aileden, KürtleÅŸmiÅŸ bir Ermeni kızıdır. Ne Türkçe, ne Ermenice bilir. Ona ‘abi’ olur, Türkçe, Ermenice öğretir, hiç yanından ayrılmaz. Ä°stanbul’daki Ermeni çocuk yuvalarında, harçlık parasına çalıştığı lise yıllarında bir ara izini kaybeder, tekrar karşılaÅŸtıklarında Rakel büyümüş, 14’üne gelmiÅŸtir! 20’sindeki Hrant bir daha yanından ayrılamaz. Bir yıl kadar sonra evlenirler. O sıralar çoktan sol siyasete bulaÅŸan, hatta ‘en köylü’ örgüte sempati duyan, ancak silah külah ve ÅŸiddetle arası hiç iyi olmayan Hrant, bu aÅŸk sayesinde çatışma meraklısı soldan uzaklaşır. Ama 12 Eylül sonrası gözaltına alınıp iÅŸkence görmekten kurtulamaz. Örgütle birlikte eylem yaptığından deÄŸil, sadece ortanca kardeÅŸi Hosrop’un ‘afacan’lığından. KardeÅŸleri onun gibi okumaya meraklı deÄŸildir, o liseyi bitirip Ä°stanbul Ãœniversitesi Fen Fakültesi’nde Zooloji okurken, yetimhaneden daha erken ayrılan kardeÅŸleri çıraklık, yamaklık filan yapıp hayata atılırlar. Ama Hosrop’un yurtdışı hayalleri vardır. 12 Eylül döneminde yurtdışına çıkmak zor olduÄŸundan Beyrut’a gidip oradan Avrupa’ya gidip gelmeye baÅŸlar. Beyrut’ta ölmüş birinin kimliÄŸiyle! Bir maceradır onunki, siyasetle ilgisi yoktur ancak o kimlikle bir gün Türkiye’de yakalanınca ve asıl kimliÄŸi ortaya çıkmasın diye aÄŸabeyi Hrant’ın ‘arkadaşı’ olduÄŸunu söyleyince, iÅŸler arapsaçına döner. Ne yazık ki Asala’nın Avrupa’da Türk diplomatlara karşı korkunç eylemler gerçekleÅŸtirdiÄŸi yıllarda Beyrut ve Ermeni kelimeleri bir araya gelince, iÅŸin doÄŸrusunu anlatmak oldukça zordur. Her ikisi de polisin elinden saÄŸ olarak zor kurtulur.Ä°lk olaydan sonra kardeÅŸine diskurlar çekip askere yollayan Dink, kardeÅŸini bulmak için polisin yaptığı ikinci sorguda doÄŸruyu açıklar, ‘o benim arkadaşım deÄŸil, kardeÅŸim, öyle söyleyince korumak zorunda kaldım’ der. Ancak mimlenmiÅŸtir bir kere. Sonrasında geliÅŸen tüm olaylar, her yolun Roma’ya çıkması misali ona çıkar: Mesela, yönettiÄŸi çocuk kampında yetiÅŸen bir gencin adının Avrupa’ya gider gitmez bir Asala eyleminde geçmesi, sonra doÄŸru olmadığı ortaya çıksa da onun sorgulanmasına neden olur. Ya da kendi yetiÅŸtiÄŸi yetimhanenin sert müdürü 12 Eylül sonrası Türklük aleyhtarı eylemlerde bulunduÄŸu gerekçesiyle gözaltına aldığında ve o sıralarda Fransız konsolosluÄŸunu basan Asala militanları, ÅŸartları arasında onun da serbest bırakılmasını istediklerinde, emniyete davet edilen yine Dink olacaktır. Şöyle açıklar bu durumu: ‘Ya ben tehlikeyi çok sevdim, ya tehlike beni. Ama inanılmaz derecede de masumdum.’Aslında Zooloji’den mezun olduktan sonra canlılar dünyası ve bilimi çok sevdiÄŸi için ‘biyoloji felsefesi’nde akademik kariyer yapmak istemiÅŸtir. O dönem bu bölümün kürsüsü kurulmayınca, yeniden üniversite sınavlarına girerek felsefe bölümüne kaydolmuÅŸtur. Onu da son sınıfta bir hocanın gereksiz disiplini ve kendi inadı yüzünden bırakır. Ä°ki erkek kardeÅŸiyle yayınevi, kırtasiye iÅŸini sürdürürken eÅŸi Rakel’le birlikte, kendileri gibi Anadolu’dan gelen kimsesiz ve yoksul çocukların yetiÅŸtiÄŸi Tuzla Ermeni Çocuk Kampı’nı yönetmeye baÅŸlar. Yoktan varedilen bu kampa ne zaman (21 yıl sonra) devlet tarafından el konur, o ‘bir dakika’ der. AZINLIK OLDUÄžUNU HÄ°SSETTİĞİ ANLARO güne kadar, hiç ‘azınlık’ olduÄŸunu hissetmemiÅŸtir. Yüzlerce çocuÄŸa barınak olan okul ellerinden bir anda alınınca, farklı bir muamele gördüklerine karar verir. Hayatındaki bir diÄŸer dönüm noktası da askerliÄŸinde gizlidir: Denizli’de piyade alayında sekiz ay yaptığı askerliÄŸinde, bütün arkadaÅŸları çavuÅŸ olup, sınavdan yüz üzerinden yüz almasına raÄŸmen o olamayınca, çavuÅŸ olmayı o kadar önemsediÄŸinden deÄŸil ama negatif ayrımcılığı hissettiÄŸi için, çok aÄŸlar. KimliÄŸime daha fazla sahip çıkmalıyım, diye düşünür.Uzun bir yolculuktur bu: 1915 ve Varlık Vergisi yılları bir yana, Kıbrıs meselesinin baÅŸlamasıyla ortaya çıkan bir gerginlik sözkonusudur. Ardından Asala eylemlerinin yoÄŸunlaÅŸtığı ve onun deyimiyle Türkiye’deki Ermeniler’in başı önde dolaÅŸmaya baÅŸladığı yıllar gelir. Sonra Kürt sorunu, Ermeni sorunuyla birlikte konuÅŸulmaya baÅŸlanır. Devletin bakanlarının aÄŸzından ‘Apo Ermeni dölü’ gibi lafların edildiÄŸi, Ermenistan KarabaÄŸ savaşının Türkiye’yi etkilediÄŸi, yine onun deyimiyle Ermeniler’in her gün evlerinde kendini solucan gibi hissettiÄŸi karanlık günlerdir bunlar... Bu ruh halinden sıyrılmak gerekir.Bazı cemaat gazetelerinde kitap kritikleriyle baÅŸlar yazmaya. Sonra medyadaki yalan yanlış haberleri düzeltmekte ortaya çıkar adı. Patrikhane’ye, ‘Ermeni toplumu çok kapalı yaşıyor, kendimizi iyi anlatırsak önyargılar kırılır’ diyen odur. Bunun için bir Türkçe gazete çıkarmayı öneren, 1800’le baÅŸlayan tirajı ÅŸimdi altı bine ulaÅŸan, Ermeniler kadar Türk okuyucusu da olan, Ermeni toplumuyla iletiÅŸim kurmak isteyen her siyasetçinin, akademisyenin aradığı Agos gazetesinin yayın yönetmenliÄŸini üstlenen de. Sonuçtan memnundur. Ona göre Agos, sadece Ermenilerin sorunlarıyla ilgilenen bir gazete olmakla kalmamış, Türkiye’nin demokratikleÅŸmesinin bir parçası olmuÅŸtur. Onun istediÄŸi de budur: ‘Biz Ermenilerin sorunları çözülmüş, Kürtlerin, Alevilerin, kadınların, eÅŸcinsellerin sorunları çözülmemiÅŸ, bu neye yarar ki?’Ama o, bir gazetenin bunu yapmaması, Ermeni cemaatinin sivil bir merkezi olması gerektiÄŸini söyler. ‘Laik bir ülke olan Türkiye’de bir cami mütevelli heyetinin yanıbaşındaki okulu da idare etmesini düşünebilir misiniz? Ama bizde oluyor, kilise, okulu da idare ediyor!’ der. AMA SÄ°Z DE DONUNUZU YIRTAMIYORSUNUZBu yüzden, kendisinden hoÅŸlanmayan tek resmi görüş Türkiye’ninki deÄŸildir, kendi cemaatinin ileri gelenleri tarafından da pek sevilmez. Hatta bir gün şöyle bir mail alır onlardan birinden: ‘Ne bu, her ÅŸeyde yırtık dondan çıkar gibi sen çıkıyorsun?’ Şöyle cevap verir: ‘Bu üsluba girmek istemezdim ama, çok üzgünüm, siz de donunuzu yırtamıyorsunuz!’Ona göre, ‘acılı bir tarihi’ konuÅŸurken, tabuları açmaya çalışırken, bir üslup yaratmak gerekir. Son olaylı konferansta ortaya çıkan da bu ihtiyaçtır. ‘Neden o konferansta karşı görüş yoktu, diye sordular. Haklı bir soru gibi görünüyor ama deÄŸil. Türkiye’de siyah ve beyaz düşünceler, birbiriyle konuÅŸacak üslubu yaratabilmiÅŸ deÄŸil. Önce o üslubu yaratsınlar sonra o soruyu sorsunlar.’ Onun gördüğü kadarıyla bu tartışmada ön sıraları hep siyah ve beyaz bakanlar doldurmuÅŸ, gri bakanlar arka sırada kalmıştır. Bu konferansta ilk kez tersi olur. Åžimdi geride kalan siyah-beyazlara tavsiyesi, onları örnek almaları, bir üslup yaratmalarıdır. Sonuçta üzerine konuÅŸulan tarihtir, bu tarih geleceÄŸimizi kilitlememelidir. Tarihi konuÅŸurken bir yandan da geleceÄŸi kuracak olmamız, kulaÄŸa çok hoÅŸ gelir...HRANT DÄ°NKTürkiye’de Ermeni denince akla gelen, ‘Ermeni meselesi’ denince ise baÅŸvurulan ilk birkaç isimden biri. Ermeniler’in 1915’te Türkiye topraklarında yaÅŸadığı bir soykırım mıydı, deÄŸil miydi, sorusunun sorulduÄŸu ilk kiÅŸilerden. Türkiye’de Ermeni meselesiyle ilgili bir konferans mı düzenlenecek, konuÅŸmacı listesinin başında illa ki yine onun adı. Bunun nedeni, on yıldır bir cemaat gazetesi olmaktan çok, Türkiye’de yaÅŸayan Ermeniler’in belki de Patrikhane’den daha fazla kapısı, penceresi olmuÅŸ, sivil toplum kuruluÅŸu haline gelmiÅŸ Agos gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni olması. Ama ona sorarsanız, bütün bu yaptıkları, bir gazete yayın yönetmeninin ‘haddini ve çapını’ aÅŸan ÅŸeyler. O zaman niye böyle? Çünkü onun kadar bu ‘mesele’ye kafa yormuÅŸ, yazmış çizmiÅŸ, okumuÅŸ anlatmış, tecrübe edinmiÅŸ, kısaca gönül koymuÅŸ insan sayısı çok az. Peki kim Hrant Dink? Avrupa BirliÄŸi rüzgarını arkasına alıp, üstelik dış mihrakların ekmeÄŸine yaÄŸ sürüp ‘yaygara koparan’, bu nedenle yumurtalanmayı ve domateslenmeyi hakeden gayrimüslim Türkiye vatandaşı mı? Yoksa iki toplumun, yıllar ve yıllar önce çok uzun süre yaptığı gibi, ‘düzgün bir üslupla’ birarada yaÅŸayabilmesi için çaba harcayan samimi bir demokrat mı? Cevap vermeden ve bu yazıyı okumadan önce, Bekir CoÅŸkun’un 27 Eylül günü Hürriyet’te yayınlanan ve anneannesini anlattığı yazısını okumanızı öneririm. Çünkü bu, sadece resmiyetten kemikleÅŸmiÅŸ tarih penceresinden bakarak cevaplanabilecek bir soru deÄŸil. Hrant Dink’in hikayesi de öyle; içinden insanın ve duygunun geçtiÄŸi tüm hikayeler gibi, daha basit, daha anlamlı, kavgadan uzak ve ‘öteki’ kelimesinin tamamen anlamsızlaÅŸtığı bir hikaye... Â
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!