Hayat kadını...

GAZETE başlıkları müjde verdi:

‘İstanbul’un çehresi değişecek...’

Nasıl olur?..

İnsan İstanbul’un çehresinin değişmesine sevinebilir mi?

*

Demek ki o eski ‘hayat kadınının’ başına bu da gelecekti.

Boğazına taktıkları iki boncuktan gerdanlıkla avunurken, rüzgár esince kötü parfümünün kokusu geliyor.

Zengin sofralarında elli yıldır satıldı da satıldı.

Bacaklarında görgüsüz ama paralı tüccarların diş izleri var.

Yedi tepesi okşanacak yerde, baldırındaki derin bıçak yaralarını gösteriyor:

‘Bak, taş ocakları, kömür ocakları...’

Belli ki eskiden çok güzeldi.

Hálá da güzelliğini hissediyor insan.

Yine de güzel siluetini bozan sivilcelerini ‘Gökkafes, ikiz kuleler, bilmem ne otel...’ diye sayıyor.

O eski zarif áşıklarının armağan ettiği yalılar, ahşap konaklar, serseri áşıklarının çıkarttıkları yangınlarda yok olup gitmiş.

Orhan Veli’nin kendisi için yazdığı şiiri okuyor:

‘İstanbul...

Sevdalım...’

Kahkahalar atıyor ve arada bir ağlıyor.

*

Şimdi bir Arap şeyh mi, Arap emir mi ne buldular, paralı hovardayı sokacaklar koynuna...

Gazetelerde adamın şeyinin, kulesinin resmi vardı.

‘Burgulu’ diyorlar.

Bir ‘burgulusu’ eksikti.

O zevksizlik anıtı çölde-mölde olur da, İstanbul’un dillere destan siluetine yakışabilir mi?..

İnsan nasıl kıyar?..

Bu ahmak insanlar ne yapıyorlar?..

Bu çağda insan bu kadar zevksiz, bu kadar görgüsüz, dünyanın en güzel kentine karşı bu kadar saygısız olabilir mi?..

*

Bedeni durmadan pazarlanan o eski güzel kadını yine pazarlıyorlar.

Güzelliğinden geri kalanları almak, tenini sömürmek, bedenini ısırmak, kapitalist şehvetle emmek üzere geliyor paralı zamparalar.

O, güzelliğinden geri kalanları da vermek üzere orada bekliyor.

Kahkahalar atıyor ve arada bir ağlıyor.
Yazarın Tüm Yazıları