Hayat, başımıza gelenler mi? Yoksa yazdığımız bir hikâye mi?

Dubai havaalanı...

Oley geldiler!

Haberin Devamı

Babaçi’yle Yaso, İstanbul’dan...
Mami, Suna, Keko, Lara, Ela, Nevzat ve Yeliz, Adana’dan...
Ve içli köfteler ve mantılar ve pastırmalar ve sucuklar ve bilumum yiyecekler...
Onlar da geldiler!
İnanılmaz mutluyum.

*

Yaş almak, yaşlanmak bu galiba...
Senede birkaç kez bütün ailemi bir arada istiyorum.
Ve o anın kıymetini bilmek istiyorum.
Onlara normalden daha fazla özen göstermek istiyorum.
Büyükleri de küçükler gibi şımartmak istiyorum.

*

Küçükken, sevdiğim oyuncaklarla uyumayı severdim.
Uykuya dalmadan, apar topar yataktan fırlar, onları dolaplardan, çekmecelerden toplar, yanıma dizer, öyle uyurdum, mutlu-mesut...
Şimdi de aynı duyguyu, bütün ailem bir arada olduğu zaman yaşıyorum.
Muazzam bir tantana...
Her kafadan bir ses...
Ve aynı zamanda muazzam bir iç huzuru...

*

Birlikte yemekler yiyelim, uzun uzuuuun kahvaltılar edelim...
Brunch gibi olsun...
Şampanya da olsun... Taze sıkılmış portakal suyu da... Dileyen ikisini karıştırsın...
Tabaklar elden ele dolaşsın...
O sucukların, o sahanda yumurtaların, menemenlerin tadına doyum olmasın...
Sofra daim olsun...
Sohbet daim olsun...
Ve dedikodu...
Birbirimize bakalım, geçen yılları konuşalım, aramızda olmayanları analım, hikayelerini anlatalım, küçüklerle sakalaşalım, dalgamızı geçelim...
Büyükler konuşma yapsın, özellikle de Betûl Hanım. Şahane. Alya’ya minicik altın yaprak bir kolye hediye ediyor ve matematikteki başarılarının devamını diliyor, çünkü bizimkinin okulda kazandığı ödülün adı, altın yaprak, Betûl Hanım da gitmiş kuyumcu da yaptırmış, Alya şimdi büyük bir gururla boynunda taşıyor...

Haberin Devamı

Hayat, başımıza gelenler mi Yoksa yazdığımız bir hikâye mi

Herkes şu an odasında...
Bütün bir hafta birlikteyiz...
Yazı yok, röportaj yok...
Sadece “aile saadeti”.
Onları ağırlayacağız...
8 kişilik masa, ilaveyle 12 kişilik oluyor, üzerine bembeyaz kolalı bir örtü...
Daha güzel ne olabilir?
Önümüzde 4-5 sabah kahvaltısı var...
Ben sofra manyağıyım.
Güzel olsun isterim.
Her gün farklı bir konsepte kafa yoruyorum.
Bir gün siyah, bir beyaz tabaklar, bahçenin begonvilleri ya da gülleriyle süsleniyor. Gümüş şamdanlar, beyaz uzun mumlar...
Gelsin krepler...
Annem, sosis manyağı, Frankfurter sosisler ve kaz ciğeri...
Pastırmalar, peynirler ve reçeller, portakal reçelleri, ayva reçelleri, petekli ballar ve fırından taze çıkmış ekmeğin kokusu...
Evet, abartıyorum.
Ama siz de biliyorsunuz ben abartmayı seviyorum...
En çok sevdiğim şey, “Ayşe, artık yeter!” desinler...

*

Büyük ev bu yüzden güzel...
Hem birlikte olabileceğin ama istediğinde kaybolabileceğin...
Nitekim, herkes evin içinde bir yere dağılmış durumda şimdi, teknoloji hastası gençler, Yaso, Lara, Alya i-pad, i-pod olayında. Yan yana kanepelere yatıyorlar, kıkır kıkır gülüyorlar, birbirinin aynı telefon kablosu saçları birbirine karışıyor...
Mami kitap okuyor...
Ömer sudoku çözüyor...
Ela, sevgilisi Ali ile mesajlaşıyor...
Teknolojiden sıkılan kızlar, trambolinde zıplıyor...
Betûl Hanım notlar alıyor, planlar, planlar, yeni fikirler, nasıl olsa bir aktivitede kullanacaktır...
Biz iki kardeş, dedikodudayız...
Ara ara da babamı anıp, ağlıyoruz, böyle de manyağız!
Nevzat ve Yeliz yeni evliler birbirlerine dokunmadan duramıyorlar.
Mutfakta durmaksızın yemek pişiyor, birileri bir yerlerde uyuya kalıyor, üzerine battaniye örtüyoruz, birileri film izliyor, Ömer ve Keko bizimle eğleniyorlar, Alya, tavşan Hımm’ın peşinden koşarken ayağı kayıyor, kıyafetleriyle havuza düşüyor, hadiii hepimiz ona koşuyoruz...
Hep birlikte kahkahalarla gülüyoruz...
Ben bir kenarda sevgilimi sıkıştırıyorum, Betûl Hanım, “Hooop aile var! Bunları evlendirelim de kurtulalım!” diyor...

*

Alya’ nın aklı fikri, yılbaşı ağacının altındaki hediyelerde...
Her sabah sayıyor, “Benim adıma sadece üç kutu var. Neden bu kadar az?” diye soruyor.
“Merak etme, yılbaşı günü bir sürü olacak, lütfen pişman etme bizi” diyoruz.
Evdeki herkesi bir köşeye sıkıştırıp kulaklarına fısıldıyor, “Bana istediğiniz hediyeyi alabilirsiniz!” diye.
Bu yılbaşı ilk defa bir yılın bittiğinin farkında.
Bugüne kadar çocuğu hep bırakıp gitmişiz, şimdi birlikte kutlayacağız.
Ciddiye alıyor, heyecan yapıyor, bizimle birlikte o büyük güne hazırlanıyor.
Akşamları yemeğe dışarıya gidiliyor, yeni tatlar deneniyor, Mami, Japon yemeklerini sevmiyor, ama Betûl Hanım’la baş başa “sake” içiyor. Bir başka akşam Betûl Hanım iki votka “shot” atıyor, geceye öyle başlıyor...
“Vay be!” oluyoruz.
Biz ondan geri mi kalacağız?
Yılbaşı gecesine Patron tekilalarla başlıyoruz.

*

Ev, kırmızı, siyah, gümüş balonlarla dolu...
En şık halimizleyiz.
Zannedersin ki 40 kişilik parti var, hayır sadece biz bizeyiz.
Fransız komşumuz Nadine de kocası ve arkadaşlarıyla uğruyor.
Hepimiz, elimizde bir balon bahçeye çıkıyoruz, bir dilek tutup onları gökyüzüne bırakıyoruz.
Sonra sofraya oturuyoruz, yine sofra, güzel sofra, gelsin içli köfteler, gitsin mantılar, annemin Alman yemekleri...
Ve yılbaşının vazgeçilmezi bingo oynuyoruz.
İçiyoruz.
Kafayı buluyoruz.
Gülüyoruz, eğleniyoruz.
Bir seneyi daha deviriyoruz.
Ve tartışıyoruz:
Hayatımız, başımıza gelen bir şey mi?
Yoksa, bizim “yazdığımız” bir hikâye mi?
Karar veriyoruz ki...
Hayat hikâyesi diye bir şey yok, o bizzat bizim yazdığımız bir hikâye.
Gelecek yıl için birbirimize, iyi hikâyeler yazacağımız bir yıl diliyoruz.
Size de...  

Yazarın Tüm Yazıları