Hatıra hırsızının çalamadıkları

BİR gün, o kaçınılmaz an gelip kayınpederimi kaybettiğim zaman, arkasından hissedeceğim şeylerin provasını çoktan yapmıştım.

Yapacağım tek şey, içimden geçen şu sözleri, onun cansız bedeninin başında vicahiye çevirmekten ibaret olacaktı:

Teşekkürler Hüdai Bey, bana bu kadar güzel ve iyi bir eş verdiğiniz için.

Teşekkürler Hüdai Bey, kayınpeder kelimesinin basit bir hitap şekli olmadığını, bazı insanların onu hak edilmiş bir babalık şefkati haline çevirebildiğini ispatladığınız için.

Teşekkürler sevgili babacığım...

Bize, hepimize uzun, epey uzun sürmüş bir siyasetin bir vatan hizmeti olduğunu ve bu görevin şerefli bir mirasa tedavül edilebileceğini gösterdiğiniz için.

* * *

Hüdai Oral’
ın adını ilk işittiğimde, henüz bir lise öğrencisiydim.

O ise rahmetli İsmet İnönü’nün çevresinde oluşturduğu genç bakan kadrosunun üyelerinden biriydi.

Bülent Ecevit, Muammer Erten, Ali İhsan Göğüş, Orhan Birgit ve ötekiler...

Ortanın solu hareketinin doğduğu yıllardı.

Bizler de İzmir’de duygularımızı bu yeni harekete ayarlıyorduk.

Ama üniversite öğrenimi için Ankara’ya geldiğimde, ondan önce kızını tanıdım.

Hemen yanımızdaki apartmanda oturuyorlardı.

Türkiye’nin en tanınmış siyasetçilerinden biriydi.

Herkes onu ateşli bir hatip, konularına hákim bir yasama uzmanı olarak tanıyordu.

Hep koyu lacivert elbiseleri, her zaman düzenli bir şekilde taranmış saçları, pırıl pırıl ayakkabıları ile bir cumhuriyet siyasetçisiydi.

Ben onu tanıdığımda Hüdai Oral işte böyle bir insandı.

* * *

O beni ilk tanıdığında ise şu durumdaydım:

Türkiye’de saçlarını uzatan ilk gençlerden biriydim.

Dar blucinler, bol kazaklar, Antoine gömlekler giyiyordum.

Bir yanım solcu, öteki yanım hippiydi.

Yani makulun sınırlarına hayatında hiç tecavüz etmemiş bir siyasetçinin tüylerini diken diken edecek her şey bende fazlasıyla mevcuttu.

Üstelik büyük oğlunu daha yenilerde kaybetmişti.

Küçük oğlu çok küçük, tek kızı ise henüz 17 yaşındaydı.

Ve ben bütün isyankárlığımla onların hayatına girmiştim.

* * *

Önce kayınvalidemle tanıştım.

Sonra kayınpederimi tanıdım.

Benimle biraz sohbet ettiler.

Ve biz bir yıl sonra nişanlandık.

Kayınpederimi gerçek anlamda nişandan sonra tanımaya başladım.

İlk yıllarımız, onun, sol radikal bir gencin öfkelerine tahammülüyle geçti.

Ben gençliğimin verdiği şımarıklıkla söylendim durdum, o ise sakin bir biçimde dinledi, cevap verdi.

Sonraki yıllarda dinlemeyi öğrendim.

Kayınpederlik yavaş yavaş gerçek bir babalığa dönüşürken, ülke sevgisinin, vatan aşkının, demokrasinin, toleransın ve mücadelenin hakiki manasını öğreten hayat bilgisi dersleri de başladı.

Siyasetin basit bir gençlik öfkesinin ötesinde çok derin sahiciliklerinin bulunduğunu, işte babamla bu derslerde öğrendim.

* * *

Beş dönem milletvekilliği yaptıktan sonra, yeniden Denizli’ye döndü.

Yani onu temsilci olarak Ankara’ya gönderen sevgili şehrine.

Evini taşırken, yirmi yıllık Ankara siyasetinden getirdiği tek şey, TBMM zabıtları ve kanunlardı.

Onları bürosunun duvarlarına yerleştirdi.

Bir de fotoğraflar.

Alzheimer, acımasız bir hırsız gibi bütün hatıralarına dadanmış, çoğunu götürmüş; ama bir şeyine asla dokunamamıştı.

İsmet İnönü’süne ve CHP’sine...

Evin mütevazı köşelerindeki o sarı fotoğraflar, bana siyasetin bir mutsuzluklar ve hezimetler enkazından ibaret olmadığını anlatıyordu.

Babam, işte bu kadar CHP’liydi; ama Enerji Bakanlığı koltuğuna oturduğu zaman, ‘Bunlar takunyalı biraderler’ diyerek Turgut ve Korkut Özal’ı işten atmasını isteyen partizanlara, ‘Her ikisi de çok başarılı ve yararlı insanlar’ diyerek direnecek ve yerinde tutacak kadar adil.

* * *

Lütfen bu yazıyı çok sevdiğim bir yakınımın arkasından yazılmış bir veda yazısı olarak kabul etmeyin.

Burada siyaseti yücelten, 20-30-40 yıldan sonra ondan geriye şerefli miras ve samimi bir sükût bırakarak veda etmenin mümkün olduğunu ispatlayan bir devlet adamı portresi çizmek istedim.

Benim ve ailemin şansı, bu insanın bizim babamız olmasıydı.

Ama ben onun aynı zamanda siyasetin de şansı olduğuna inanıyorum.

Parti sevgisi, adalet duygusu ve 20-30 yıldan sonra, üzerine toz zerresi dahi konmamış tertemiz bir siyasi mazi bırakarak veda etmek, aynı zamanda daha iyisini bulamadığımız demokrasinin gücüdür.

Türkiye’nin kasabalarında, şehirlerinde uzun yıllar siyasetten sonra sine-i milletine dönmüş binlerce siyasetçi var.

CHP’de, DP’de, MHP’de, DYP’de, TİP’te ve ötekilerde...

Demokrasinin gerçek gücü işte bu sine-i millet sükûtunda yatıyor.

Bu sessiz kuşağın siyasetçilerinin aramızdan ayrılanlarına Allah’tan rahmet, yaşayanlarına sağlıklı ve uzun ömürler diliyorum.

Sevgili babama da bize bıraktığı bu güzel miras için minnetlerimi sunuyorum.

Nur içinde yatsın...
Yazarın Tüm Yazıları