Hasar tespiti

Sedat ERGİN
Haberin Devamı

Geride bıraktığımız hafta tanık olduğumuz kriz, Başbakan Mesut Yılmaz cephesinde ölçülüp biçilmiş, hesaplanmış bir ‘‘kontrollü tırmandırma’’ stratejisinin ürünüydü.

Yılmaz, birbiri ardına yaptığı hamlelerle Ordu'yu geriletmeye çalıştı. Oyun planına göre, gerilim belli bir zaman sürdürülecek ve ipler kopma noktasına yaklaştığı anda, Yılmaz yumuşama adımı atarak Ordu'yu diyalog sürecinin içine çekecekti.

Bu, Yılmaz'ın inisiyatifi elinde tuttuğu bir diyalog süreci olacaktı. İkinci aşamada, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı ile diyaloğa girdiğinde, Ordu-Hükümet ilişkilerindeki rahatsızlığını masaya yatırarak, askerin lehine gördüğü dengeyi kendi lehine çevirecekti.

Bir başka deyişle, Yılmaz, askeri kendi koşullarını empoze edebileceği bir zemine çekmeye hedefliyordu. Bu, Hükümet ile Ordu arasındaki yetki paylaşımında sivil kanadın nazım konuma çıktığı yeni bir denge olacaktı.

Yılmaz, askerleri geriletirken bir taşla pekçok kuş vuracaktı. Örneğin, vesayet altında olduğu yolundaki görüntüyü silerek, hak edilmiş, kazanılmış bir ‘‘Demokrat Yılmaz’’ imajını kamuoyunun önüne çıkaracaktı.

Bu çerçevede, ANAP'ın göz diktiği dinci oyların partiye çekilmesi de kolaylaşacaktı. Ayrıca, bu manevrayla parti içindeki liderliğini de her zamankinden daha fazla sağlamlaştırmış olacaktı.

Mesut Yılmaz, nerede hata yaptı?

1) Bilinçli olarak girdiği çatışmada, karşısındaki muhatabın Ordu olduğunu unuttu. Ordu'nun irtica ile mücadelede kararlılığını kestiremedi. Ordu'nun bu alandaki kararlılığının, komutanların kimliklerinden bağımsız kurumsal bir tutum olduğunu tam olarak okuyamadı. Geçen pazar akşamı verilen bu yöndeki mesajı almadı.

2) Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir'in sergilediği tutumların hiç olmazsa büyük bir bölümünün Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı'nın bilgisi tahtında gerçekleştiği olgusunu dikkate almadı. Bu noktada rahatsızlığı varsa, Karadayı ile erken bir zamanda diyaloğa girebilirdi. Diyalogsuzluk, vehim ve ‘‘aktarım bilgiler’’ ile birleşince yanlış anlamalar ön plana çıktı.

3) En önemlisi, Yılmaz, rencide olduklarını düşünen askerlerin bir karşı bildiriyle kendisine yanıt verebilecekleri olasılığını hesaplamadı. Oyun planında bu ihtimal yoktu ve Başbakan ‘‘Askerler bir şey yapamaz’’ diye düşünüyordu. Bu noktada yanıldı.

4) Daha vahimi, Yılmaz'ın bir ihtimaliyat planı olarak kendisine bir ‘‘çıkış stratejisi’’ geliştirmemiş olmasıydı. Bu stratejinin yokluğunda, beklemediği bir bildiriyle karşılaşınca, bu metni ‘‘demokratik bulduğunu’’ ilan ederek geri adım atmak durumuna girdi. Önceki akşam ATV'de karşılaştığımız Mesut Yılmaz, hafta başında Ordu'ya kafa tutan, ‘‘Dayatmayı ben yaparım’’ diyen Mesut Yılmaz'dan oldukça farklı bir siyasetçiydi.

5) Yılmaz, Ordu ile çatışmaya girmemesi ve gerilimi aşağı çekmesi yönünde yapılan telkinleri dinlemedi. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Başbakan Yardımcısı Bülent Ecevit ve Milli Savunma Bakanı İsmet Sezgin'in ricaları karşılıksız kaldı. Demirel ve Sezgin'in cuma günü ‘‘Havayı yumuşatıcı bir jest yapması’’ yolundaki telkinini dinleseydi, komutanlar bildirisi muhtemelen önlenmiş olacaktı. Tabii, bu durum ‘‘Yılmaz'ın akıl hocaları kimler? Başbakan kimi dinliyor?’’ sorusunun Türk kamuoyunun merak alanına girmesine yol açtı.

Sonuçta, olan Türk demokrasisine oldu.













Yazarın Tüm Yazıları