Hanımefendi'nin sübyancı tutkusu

TÜRKİYE'de ‘‘fikir ve ifade özgürlüğü’’ diye bağırıp çağıran bazı entel tiplerin yazdıklarını okuyunca utanıyoruz. Sabah Gazetesi'nde Gülay Göktürk'ün yazısı, bunlardan biriydi.

İçinde yüz kızartıcı ifadeler vardı. Aynen şöyle diyordu:

‘‘İnsanların çocuklara zarar vermedikleri sürece sübyancı olma hakkını savunuyorum.’’

Yani insanda biraz utanma olur. Yaşı 50'yi geçmiş bir kadının, ya da herhangi birinin bunu yazması ayıptır. Bu kadının belki çocukları da vardır.

Demek ki birileri çocuklarına ‘‘zarar vermeden’’ sarkıntılık etseydi, bunu hoş karşılayacaktı!

Demek ki çocuklara sarkıntılık eden, onları mıncıklayan, elleyen ve çeşitli şeyler yapan sapıkları hoş görmek gerekiyormuş!

Hoş görmenin de ötesinde, savunduğunu söylüyor. Yazısının sonraki bölümlerinde ise çocuk pornosu ‘‘yasakçılığının’’ kaldırılması gerektiğini vurguluyor.

Bunları hangi psikoloji ile yazdığını elbette bilemem. Belki çocukluğunda böyle olaylar yaşayıp hoşlanmış olanları iyi tanır! Ya da yakın çevresinde sevdiği sübyancılar vardır ve onlara o yüzden arka çıkmaktadır.

‘‘Çocuklara zarar vermediği sürece...’’

Bu sözcüklerin anlamı nedir? Zarar hangi aşamada ve nasıl oluşur? Bunun da tanımını vermiyor!

***

Sevgili okuyucularım, esas söylemek istediğim bu değil. Bu gibi somut örnekler, aslında bizim medyamızın nasıl yozlaştığını gösteriyor. Yani bu yazıları eleştirirken, olayın biraz derinine inmek gerekiyor.

Böyle ‘‘uç’’ yazılar yazmak, sizin adınızı bir anda gündeme taşıyor. Ünlü oluyorsunuz, isminizi herkes duyuyor.

Zemzem kuyusuna işeyen Arap gibi!

Medyamız zaten baldırbacak, magazin, tecavüz, manken, şarkıcı, ‘‘artiz’’ haberleriyle dolu.

Açıyorsunuz ekranları, karşınıza cıvık televole programları, çıplak mankenler, kokuşmuş ilişkiler, bunlara çanak tutan, iki paralık karıları ve herifleri gündeme getiren muhabirler çıkıyor. İşin perde arkasında ise bu haberleri ağzı sulanarak kullanan medya yöneticileri!

Orospular, paralı zamparalar, birbirlerine düzmece hakaretler, reklam için düzmece ağız dalaşları, dedikodu ve asparagaslar, gerek yazılı basında ve gerekse televizyon kanallarında, her gün evlerimizin içinde!

Şikáyet edeceğiniz bir makam yok, bu gidişi durduracak bir otorite yok.

Kadın tecavüze uğramış, resmi boy boy gazetelerde. Hele biraz güzelse, neredeyse manşetlerde.

Küçük kız tecavüze uğramış, görüntüsü ekranlarda.

Aile fakir fukara, sefalet içinde. Ramazan ayında birileri bunlara yardım veriyor ama kameralarla birlikte!.. Kameralar olmazsa yardım yok... Çünkü en insancıl konular bile reklam malzemesi yapılmalı, kişisel ve siyasal rant elde edilmeli!

***

Medyamız insana saygıyı unutmuş. Medyamızda ‘‘insanların sübyancı olma hakkını savunuyorum’’ diye yazılar çıkabiliyor.

Sübyancı ol, küçük çocuklara her şeyi yap ama zarar verme! Bu nasıl ahlak anlayışıdır, bu nasıl mantıktır, nasıl ‘‘fikir ve ifade özgürlüğüdür’’, anlayan beri gelsin.

Hangi gazeteci arkadaşımla konuşsam, bu durumlardan yakınıyor. Fakat bizim elimizden bir şey gelmiyor. Sokaktaki insan öfkeli, bir şey yapamıyor.

Böylelerini, piyasada dolanan baldırbacak mankenlerini, sosyetik orospuları, paralı zamparaları, sapıkları, soyunanları, kumarbaz şarkıcıları ve şovmenleri, futbolcularla mankenlerin düzmece aşklarını, disko ve gece kulüpleri kapılarında kovalamacaları, böylesine vıcık vıcık tipleri ve olayları biz her gün, her dakika izlemek zorunda mıyız?

***

Türkiye'de ‘‘ahlak’’ kavramını yok etmek üzereyiz. Ahlak durduğu yerde yok edilmez. Siyasetçi çanak tutar, rüşvet ve hırsızlık yaygınlaşır. Biz Özal döneminden beri bunu yaşıyoruz.

Medya sorumsuz davranır, bu tür yazı-haber-görüntüler çıkmaya başlar.

İki paralık tipler medya tarafından meşhur edilir ve bunlar kendilerini adam zannetmeye başlar. Pek çok kimse onlara özenir. Para ve şöhretin o yolda olduğunu görür. Bu kısırdöngüye bir kez düşüldüğünde, gazeteler ve televizyonlar her gün onlarla dolar.

Ama doğrusunu isterseniz pek çok şeye alışmıştık da, insanların sübyancı olma hakkını savunanı hiç duymamıştık!

Şükürler olsun, Bayan Göktürk sayesinde bu özlemimizi de gidermiş olduk! Medyamızda bu anlayış sürdüğü sürece bakalım daha neler göreceğiz, neler okuyacağız.

***

Emin Çölaşan'ın notu: Dünkü yazımla ilgili olarak Bay Kutan'dan ve milli görüşçü İ. Melih'in EGO Genel Müdürü hacı İhsan Fincan'dan tık yok. Kamu görevlisi olan bu şahıs Fazilet üyesi miydi, değil miydi? Bay Kutan Suudi Büyükelçisi'ne yazdığı torpil mektubunda doğru mu söylüyordu, yalan mı söylüyordu? Niçin susuyorlar? Yoksa yanıtı Suudi Arabistan Kralı'nın vermesini mi bekliyorlar!
Yazarın Tüm Yazıları