Hangi İstanbul ?

Hadi ULUENGİN
Haberin Devamı

Kuşkusuz, benim gibi en az yedi kuşaktan beri Fatih'in Hocaüveyz köyünden nüfus kağıtlı ve Tophane bitirimlerinin rıhtım argosuna vakıf bir şehir sakini için Recep Tayyip Erdoğan'ın, İstanbul'a yerleşecek taşralılara üstü kapalı ‘vize’ uygulanmasını öneren tasarısı ilk bakışta pek cazip gözüküyor.

Eh, bu sayede hem kentimizin hanzolaşmasını engellemeye başlamış oluruz, hem de Payitaht'ın bugünkü kaosunu biraz hale yola sokarız.

Otobüsü Kocaeli il sınırında durdurduğumuzda, zaptiyenin ‘hemşerim nereye’ sorusuna dişe dokunur cevap getiremeyen dangul dungulu gerisin geri yollarız.

Ama Alpler'i ve Tuna'yı kaçak aşan gizli ‘Alamancılar’ımıza heveslenip Yuşa Dağı tepesinden ve İzmit Körfezi kıyısından sıyırtarak Ümraniye'deki, Güneşli'deki, Bağcılar'daki akraba gecekondularına kapağı atan açıkgözler çıkarsa, alimallah buralara da süngülü gece baskınları düzenleriz. İkametgahı olmayanı önce bir müddet kodese tıkar, sonra tekrar memleketine postalarız.

Sen sağ ben selamet Nişantaşı ağzıyla konuşmayı yeniden öğrenir ve Arnavutköy çileğinin rayihası hakkında uzak nostaljiyalar anlatırız.

Bu şehri bu şehirden olmayanlara yasaklayarak rahat nefes alırız.

* * *

ŞAKA bir yana, tabii ki Recep Tayyip Erdoğan'ın önerisini desteklemiyorum.

Desteklemek ne kelime, baştan sona ve ‘a’dan ‘z’ye kadar karşıyım.

Ama eminim Belediye Başkanı yukarıdaki teklifi yaparken iyi niyetliydi.

Muhtemelen, nüfusu sınırlamak ve sorunlara çözüm getirmek hedeflerinden yola çıkarak metropol kentteki hayatı bedellendirmek amacını güdüyordu.

Lakin dediğim gibi, Erdoğan'ın niyet ve amacı ne olursa olsun, insanların idari ve cebri önlemlerle İstanbul'a gelmelerini ve yerleşmelerini engellemek gibi süper gayri ahlaki ve ultra anti-demokratik bir tedbir düşünülemez.

Bunun lafı dahi konuşulamaz! Bunun fikri dahi tahayyül edilemez!

Velev ki, Tayyip Erdoğan'ın önerisi en önce benim gibi bu şehrin ebedi ve ezeli yerlisi bir ‘azınlık’ mensubuna çok cazip gelse bile...

* * *

YURTTAŞLARIN değil ‘teba’nın nerede ve nasıl oturacağını belirlemiş olan yönetimler tarih boyunca totaliter, en azından otoriter nitelik taşımışlardır.

Söz konusu özellik esas olarak feodal üretim ilişkilerinin ve pederşahi iktidar mekanizmalarının hüküm sürdüğü toplumlarda tayin edicilik kazanmıştır.

Murat Bardakçı önceki gün ‘mürur tezkeresi’ örneğini yazdı, bu Osmanlı Türkiye'sinde de böyle olmuştur, Ming Çin'inde de böyle olmuştur, Meici Japon'unda da böyle olmuştur, Çarlık Rusya'sında da böyle olmuştur.

Kelle korkusu, Dersaadet'e, Pekin'e, Tokyo'ya, Moskova'ya avam inmemiştir.

Ne var ki, buralara kapitalizm de inememiştir.

Sanayi Devrimi'deki Londra nüfusunu ve Paris banliyösünü katlarken, özgür yerleşim haklarından mahrum Trakya köylüsü Çekmece'nin ötesini ve Volga mujiği Moskofya'nın surunu aşamadığından bizim, Rusların, Çinlilerin ya da Japonların kentleri 19'uncu yüzyıl Batı'sındakiler gibi kaos yaşamamışlardır.

* * *

AMA Batı şehirlerindeki bu kaos nihayetinde refah fışkırtmıştır.

Daha önemlisi, oralardan özgürlük fışkırmıştır. Loire köylüsü Billancourt varoşunda işçiye dönüştüğü oranda tebadan yurttaş kimliğine geçmiştir.

Prusya derebeylerinin eski marabası Leipzig atelyelerinde tezgah çevirerek proleterleşmiş, ardından da küçük tacirliğine soyunarak burjuvalaşmıştır.

Kapitalizmin, dolayısıyla demokratik toplumun temelini özgür yurttaşların özgür şehirlere özgürce yerleşmesi hakkı belirlemiştir.

Her demokratikleşme ilkin kentlerde avamlaşma ve kaotikleşmeyle gelmiştir.

En az yedi kuşaktır bu şehre yerli bir azınlık mensubu olarak söylüyorum:

Bugünün avam ama demokratik; kaotik ama özgür İstanbul'unu seçkin fakat otoriter; düzenli fakat ceberrutçu bir İstanbul'a bin defa tercih ederim.













Yazarın Tüm Yazıları