Hadi Uluengin: Postmodern saflaşma

Hadi ULUENGİN
Haberin Devamı

‘Yeni Şafak’ gazetesi önceki gün postmodern düşüncenin baş peygamberleri arasında addedilen Jean Baudrillard'ın Kosova savaşı konusunda kaleme aldığı ve ‘Batı’nın kusursuz ikiyüzlülüğü' başlığını taşıyan bir makale yayınladı.

Hava cıva!.. Gazoz!.. Laf-ü güzaf!..

Hava cıva, gazoz ve laf-ü güzaf, çünkü Baudrillard özet olarak Avrupa ve ABD'nin aslında İslam'a darbe vurmak istediğini ve perde arkasında Miloseviç'le kumpas kurduğunu iddia ediyor, ancak bu süper ahmak komplo teorisini bir nebze sağlam temele oturtabilmek için tek somut argüman dahi getiremiyordu.

Uluslarası politikayı şemalara indirgiyor ve kof faraziyeler yürütüyordu.

Şimdiye kadar Yugoslavya'ya müdahele edilmemiş olmasından yola çıkarak da Batı'nın esasında kendi içinde etnik temizlik hedeflediği sonucuna varıyordu.

Fransız ‘peygamber’ (!) post modern hezeyanlarıyla pırpır kanat uçuyordu.

* * *

BU yazıda Jean Baudrillard'ın laf kalabalığına boğduğu ipe sapa gelmez ‘tahlili’ (!) inceleyerek onu layık olduğu çöp kutusuna atacak değilim.

Buna ne vaktim, ne de yerim var... Üstelik, somut uluslarası politikaya ilişkin tartışmalar söz konusu uğraşa biraz vakıf insanlarla yapılabilir ki, yukarıdaki makale okunduğunda Fransevi düşünürün tıntınlığı göz çıkartıyor.

Ben burada dünya çapındaki postmodern saflaşmaya değinmek istiyorum.

* * *

ÖNCE şunu söyleyeyim, mutlak ‘aydınlanmacı’ modernizme haklı eleştiriler getiren ama muazzam elastikiyetinden dolayı her tarafa çekiştirilebilen postmodernizm benim için sağlam ayakkabı olmadı. Şüpheyle baktım ve mesafe koydum.

Üstelik, yüzde bin Batı kaynaklı olmasına rağmen postmodern moda Batı'yla kıyaslanamayacak oranda Doğu'da, hiç olmazsa ‘anti - Batı’ addedilebilecek mekan ve zihinlerde mürid buldu. Bana kalırsa ‘Şark’ta muteber' işlev gördü.

Bir taraftan ‘siyasal İslam’ entellektüelleri ve ‘Hara Krişna çocukları’; diğer taraftan Konfüçyüs otoritaristleri ve ‘revizyonist’ tarih teorisyenleri, şu ya da bu şekilde Batı modernizmine tepki duyan veya ondan kuyruk acısı olan bilimum akımlar bu yamalı bohça fikriyatın imdad simidine yapıştılar.

Zaten tesadüf değil, aynı tepkisel özellik nedeniyledir ki Baudrillard'ın makalesi ‘Müslüman intelligentia’nın damga vurduğu bir gazetede yayınlandı.

* * *

NEGATİF bir ‘karşı olmak’ dürtüsü üzerinde yükselen tepki sistematikleri, pozitif içerikli ve iradeci bir çaba gerektiren ‘yandaşlık’ sistematiklerine oranla çok daha yoğun ve çok daha kolay saflaşma imkanı yaratırlar.

‘Ötekini’ reddetmek refleksi asgari bir paydada bütünleşmeye yettiğinden, fazla eleyip sık dokumadan fikri ve siyasi ittifaklar kurmak mümkündür.

Her derde deva post modern akım da bunun için biçilmiş kaftandır.

Zaten, zerre kadar şüpheniz olmasın ki, Baudrilard'ın hezeyan makalesine Jirinovsky faşistlerinden İslami entellektüellerimize; Saddam hempalarından Jakoben zaptiyelerimize; Suudi şeyhlerinden Maocu ‘karanlıkçı’larımıza, ilk bakışta benzemez ve düşman görünen bütün ‘anti’ler rahatça imza atabilirler.

Bunlardan bir bölümünün ilkel ‘modernite’yi savunması ve post modernizme binbir beddua okuması ise yukarıdaki gerçeği değiştirmez.

Çünkü post modern kemiksizlik ‘kendinin inkarını’ meşrulaştırmaktadır.

Nitekim, işte Jean Baudrillard'ın komplo satırları, modernitenin totaliter boyutunu eleştireceğim derken bu modernitenin insani ve demokratik boyutlarını görmemek ahmaklığına kapılan moda akım, söz konusu totalitarizmin en pespaye temsilcisi Miloseviç'le ona karşı çıkanları aynı kefeye koyabilmektedir.

Post modern inkarcılık nasyonal komünistleri, ırkçı faşistleri, İslami aydınları, ceberrut ‘derin egemenleri’ rahat biçimde birleştirebilmektedir.

Aman teşekkür ben almayayım, ‘modern zamanlar’ başlığını kullanıyorum da...



Yazarın Tüm Yazıları