Hadi Uluengin: Federal AB ve Türkiye

Hadi ULUENGİN
Haberin Devamı

İlkin şunu saptayalım ki, son çağrıyı yapan Alman Dışişleri Bakanı Joschka Fischer hariç tutulursa, ‘federasyoncu’ daha doğrusu ‘derin Avrupacı’ devlet adamlarının belli başlı isimleri genelde AB üyesi bir Türkiye istemiyorlar.

Eski Brüksel Komisyonu Başkanı Delors'a ek olarak, bunların arasına sabık Paris Cumhurbaşkanı Giscard d'Estaing'le yine sabık Bonn Şansölyesi Schmidt'i katabiliriz. Geçmiş tecrübeleri bir yana, söz konusu şahsiyetlerin esas önemi onların aynı zamanda fikir üretici ‘teorisyen’ olmalarından kaynaklanıyor.

Dolayısıyla, ilk bakışla sınırlı kalırsak, ‘federal Avrupa’ perspektifinin Ankara açısından olumsuz bir gelişme yaratacağı sonucuna varmak gerekiyor.

Ancaak !..

* * *

EVET ‘ancağı’ var çünkü önce, Berlin diplomatı ‘çok vitesli’ bir AB Federasyonu çağrısı yaptı diye Yaşlı Kıta'da bugünden yarına federatif bir organizma gerçekleşecek değil... Bakmayın siz başta Paris bazı başkentlerin Fischer'e derhal destek vermiş gözükmelerine, istisnasız bütün ülkeler böyle netameli bir konuda gayet ihtiyatlı davranacak ve kolay adım atmayacaktır.

Fakat, diyelim ki proje yavaştan yavaşa hayata geçmek aşamasına geldi...

Hiç şüphesiz, Alman Dışişleri Bakanı'nın da zaten belirttiği gibi, federatif yapı yalnız ve yalnız ‘sert çekirdeği’ çevreleyen iki veya üç ‘esnek halka’ etrafında inşa edilebilir. Başka hiç bir yolu ve yordamı yoktur !

O takdirde gerçekçi davranıp hemen şimdiden öngörmemiz gerekiyor ki, muhtemelen AB'ye üye olabilecek bir Türkiye, tıpkı bir dizi başka muhtemel üye gibi, ‘nüve’de değil ancak ‘elastiki çemberler’in birinde yer alabilir.

Peki, alabilir mi ?

Yani, yukarıda sözünü ettiğim ‘derin Avrupacı teorisyenler’ ülkemizin Topluluk'a girmesine karşı çıktığına ve federasyon insiyatifinde de onlar esas mimarlığı üstlendiğine göre, yeni durumda Ankara organizmadan dışlanmaz mı?

* * *

EVET, teorik olarak böyle bir tehlike mevcut! Fakat abartmamak gerekiyor.

Abartmamak gerekiyor, çünkü yukarıda vurguladığım ve yoğun tartışmalara gebe ‘kim öle, kim kala’ sürecinin dışında, ortada bir de Helsinki kararı var.

AB başkentleri artık bu karardan öyle kolay kolay çark edemezler.

Türkiye'nin yükümlülükleri mutlaka yerine getirmesi kaydıyla, federasyona gidilmediği takdirde bundan böyleki genel Ortak Pazar trendinde; gidilirse de ‘esnek halka’lardan biri içinde Ankara'ya ‘buyrunuz’ denilmesi mukadderdir.

Mukadderdir, zira hem her iki durumda da verilmiş sözün etik bağlayıcılığı hüküm sürecektir; hem de yine her iki durumda Avrupa'nın ‘realpolitik’ çıkarları ülkemizin ekarte edilmesini engelleyici unsur oluşturacaktır.

Zaten işte bu ‘realpolitik çıkarlar’ nedeniyledir ki ‘derin Avrupacı’ fakat ‘anti Ankara’cı' teorisyenlerin etkisini izafileştirmek gerekiyor.

Giscard d'Estaing veya Schmidt bugün yönetimde olmamanın hatta emekliliğe ayrılmanın rahatlığıyla ‘dışlayıcı’ konuşuyorlar ama eğer iktidarları sürseydi, muhtemelen onlar da bir Chirac ve Schröder tutumu takınacaklardı...

* * *

DOLAYISIYLA, özet olarak diyebiliriz ki, köprüsünün altından daha çok suların akacağı ‘Avrupa Federasyonu’ fikri Türkiye için sonuçta, müdahele edilmediği takdirde sathi bir serbest mübadele birliğine doğru gidecek olan bugünkü AB yapılanmasından ne daha az, ne de daha fazla tehlikelidir.

Bu aşamada, bizim açımızdan her ikisi de hemen hemen aynı kapıya çıkar.

İlkinde ‘esnek halkalardan’ birinde yer almak; ikincisinde ise, zaten bütününde gayet ‘elastiki’ olacak olan bir Avrupa'da saf tutmak söz konusudur.

Ve şu an en önce, rota arayan AB serdümenlerini iyi izlemekle yükümlüyüz!

Yazarın Tüm Yazıları