Hadi Uluengin: Deprem ve insan

Hadi ULUENGİN
Haberin Devamı

Dünkü makalem bu sütunlarda yayınlanamadı, çünkü ben yazılarımı bilgisayar modemiyle İkitelli'ye ulaştırıyorum ve şafak vaktinden geceyarısına kadar üç ayrı telefonun başından hiç kalkmadıysam da gazetenin ne ana santralını, ne de bilgi-işlem merkezini tutturabildim.

Ahize, ya hat meşguliyeti tınısı veriyor veya tık yok. Sanki gazap toprağı obur midesine doldurduğu insanlarla doymamış da seslerimizi bile gaspediyor...

Hadi geçtim mesleki yükümlülüğü yerine getirememeyi, yakın Marmara sayfiyesindeki annemden ve kardeşimden iki kelimelik bir selamet haberi işitebilmek dahi ancak akşam vakti gerçekleşen bir mucizeyle mümkün oldu.

Allah'ım, tabiat karşısında ne kadar küçük ve ne kadar çaresiziz!

Bir virgül dahi değiliz. Felaket zamanlarında bunu çok daha iyi anlıyoruz.

İşte sayısal telefon, işte cep aparatı, işte internet sitesi, işte uydu dalgası, işte link hattı, o göklere çıkarttığımız ve haniyse putlaştırdığımız ‘iletişim toplumu’ dehşet anı gelip çattığında taş devrine dönüşmüş...

Doğanın hiddeti bize ‘ilerleme’ efsanesinin sınırlarını hatırlatıyor.

Depremin korkunç sillesi kibirli insanoğlunu haddini bilmeye sevkediyor.

* * *

ŞÜPHESİZ, zaiyatın bu derece yüksek ve hasarın bu ölçüde yoğun olmasındaki faktörlerin başında, bütün ‘kalkınmakta olan ülkelere’ özgü genel gecekondu yapılanması, hırsız müteahhit kokuşmuşluğu, yalama mühendis plansızlığı geliyor.

Nitekim, diğer İstanbul semtlerindeki betonarme iskeletli binalar iyi kötü direnirken Avcılar'da kof briket ve çamurlu harçla inşa edilmiş derme çatma apartmanların sapır sapır dökülmesi yukarıdaki olguyu bin defa doğruluyor.

Fakat yine de bunu izafileştirmek gerek!

Japonya ki, yer sarsıntılarına karşı önlem bab'ında dünyanın birinci modeli addedilir, son Kobe depreminin yol açtığı can ve mal kaybı ortada, toprağın karnı öfkeyi kustuğu an ayakta ne çelik konstrüksiyon, ne elastiki şarpant, ne mobil temel kaldı... Kent yassıldı. Yangınlar ise günlerce ve gecelerce sürdü.

İnkarı yok, son tahlilde tabiat karşısında biçareyiz.

Hele hele, şaka değil Kandilli Rasathanesi'nin Richter ölçeğinde 6.7 derece; ama onlar mı yanıldı, İstanbul mu bilemiyorum, Batı gözlemevlerinin 7'nin de üstünde verdiği böylesine zalim bir zelzele karşısında pek biçareyiz.

* * *

FELAKETE tuz biber eken diğer boyutu da depremin Türkiye'nin iktisadi ve toplumsal kalbinde gerçekleşmesi oluşturuyor. İzmit-İstanbul, yer cinlerinin ağzından fışkıran gazap alevi ülkemizin şah damarını boydan boya yaladı.

Denilebilir ki, fay hattının buradan geçtiği zaten hanidir yazılıp çiziliyordu, o halde neden genel bir planlamayla şehir birimleri, sanayi üniteleri, teknoloji siteleri tedricen başka mıntıkalara kaydırılmadı?

Bu da doğru! Doğru ama, heyhat boş laf!

Bunlar söylenmesi kolay fakat gerçekleşmesi zor, hatta imkansız şeylerdir.

Bırakın en eski tarihten beri daima yoğun bir yerleşim merkezi olmuş olan Boğazlar ve Marmara bölgemizi, geçmişi henüz bir asırlık San Francisco'nun da süper kaygan bir zemin üzerinde oturduğunun bilinmesine ve kentin defalarca korkunç depremler yaşamasına rağmen Karun zengini Amerikalılar bile güçlerinin devasa şehri ve periferisini yerinden oynatmaya yetmeyeceğinin farkındalar.

Japon ve Amerikan planlaması ikamet alanlarını değiştirmeye yönelik değil.

Onlar ilkin bu alanları en az zarar görecek biçimde donatmayı, mukadderat kılıç indirdiğinde de en seri ve en somut yardımı ulaştırmayı hedefliyorlar.

Yani ülkemizin iki gündür hala gerçekleştiremediği organize seferberliği!

Depremde hayatını yitiren yurttaşlarımıza Allah'tan rahmet, yakınlarına başsağlığı ve sabır, yaralılara da acil şifalar diliyorum.



Yazarın Tüm Yazıları