Hadi çal Gaspar

Haberin Devamı

Her an kırılacakmış gibi incecik bir ses, bir tül örtüyor yüzüne. Gülüşün... Gülüşün uzaklaşıyor Hrant. Bir tülün ardındasın. Yasla, kederle üflenen bir "duduk" sesi tülü dalgalandırıyor.

Yüzün...

Yüzün uzaklaşıyor Hrant.

Akşam oluyor.

Müzik, ıssız bir bozkır gibi...

Sen, bu müziğin içinde yapayalnız yürüyorsun...

Saçlarının dibinden kan sızıyor.

Sen Ermeniymişsin, bunu dün duydum.

Ağır bir suç olmalı.

Seni ensenden vurdular.

Bir güvercine benzetmişsin kendini son yazında.

Neşeli bir kartala benzerdin bence.

Kolay değildi durduğun yerde durmak, bütün o avcıların arasında.

Seni gülüşünle hatırlıyorum.

Gülüşün...

Gülüşün uzaklaşıyor Hrant.

Akşam çöküyor.

Civan Gasparyan çalıyor, keder toz gibi dağılıyor havaya.

Sen o barut rengi tozun içinde yapayalnız yürüyorsun.

Yetim bir çocuk olduğunu anlatmıştın bir keresinde.

Herkes ağlamıştı.

Yetim bir adamdın bence.

Koynuna sokulacak bir kalabalığı olmayanlar, kendi toprağında el durumuna düşenler yetimdir.

Yalnızdır.

Ama bak birileri geliyor.

Kim bunlar Hrant?

Kim bu kalabalık?

Kaç kişiler?

Yüz?

Bin?

On bin?

Yüz bin?

İki yüz bine yakınlar... Belki daha fazla...

Yaralı gibi yürüyorlar.

Koyu bir dövme gibi gözlerinde acı.

Kim bunlar Hrant?

Annenler geliyor, babanlar, teyzenler, amcanlar, yeğenler, kuzenler geliyor.

Ellerinde siyah kağıtlar var, "Hepimiz Ermeniyiz" yazıyor.

Evlatlarına geliyorlar.

Görebiliyor musun?

Göremezsin.

Sen öldün.

Geldik ama biraz geç kaldık.

İki gün önce gelmeliydik.

Bir kaldırımda senin üstüne beyaz bir kağıt örtmelerinden önce.

Yetim bir çocuğun ayakları gibi sahipsiz duruyor kağıdın altından çıkan ayakların.

Birinin tabanı delik.

O güleç yüzünün, yetim gözlerinin anlatamadığını o ayakkabıların anlattı insanlara.

Buna gülüyor musun?

Ölmeseydin gülerdin.

"Vicdanları var insanların" diye bağırıyordun ya, varmış gerçekten.

Ama bunu fark etmeleri için üç el silah sesi duymaları gerekiyormuş.

Annen gibi geldiler, baban gibi geldiler, amcaların, teyzelerin gibi geldiler.

Bir tane ak sakallı, takkeli bir ihtiyar Müslüman gördüm.

Görsen, sen ona sarılırdın.

Görsen, sen yetim bir adam olmazdın.

Ama göremezsin.

Sen öldün.

Sen Ermeniymişsin Hrant, bunu dün duydum.

Ağır bir suç olmalı.

Seni ensenden vurdular.

Şimdi sen olsan, o yaramaz oğlan çocuğu halinle, "Siz bizi hep vurursunuz zaten" derdin gülerek.

Çok vurduk, çok öldürdük sizi.

Hálá öldürüyoruz.

Ama bak Hrant, bu sefer katillerden yana değiliz.

Şu çocuğunu elinden tutan genç taze sana ağlıyor.

Şu yaşlı kadın, evet o senin annen olmalı, nasıl da hıçkırıyor.

"Vicdanları var insanların" diyordun ya, var gerçekten.

Bu insanlar, nasıl vurulduklarını görselerdi, bebeklerin nasıl öldüğünü, ihtiyarların azgın sulara atılıp nasıl boğulduğunu, bütün bunları görselerdi, sana geldikleri gibi onlara da giderlerdi.

Bilmiyorlardı Hrant.

Hálá bilmiyorlar.

Sen anlatmaya çalıştın.

Acıları görelim, senin deyiminle olanları "idrak edelim" istedin.

Galiba o da olacak.

Bunu sen ölümünle anlattın.

Gülme, ah biliyorum, gülebilsen gülerdin, "Ah siz" derdin, sen uslanmazsın, böyle derdin, "Biri ölmeden hiçbir şey anlamıyorsunuz."

Biraz zor anlıyoruz Hrant, başkaların acılarını biraz zor anlıyoruz.

Bak akşam oldu.

Gökyüzü mor parıltılarla kararırken Gaspar bize duduk çalsaydı, sen vurulduğunda duyduğumuz acıyı sen vurulmadan önce yaşasaydık, anlardık.

Bu kırılacakmış gibi ince ses, geceyi çağırıyor.

Bir tül örtüyor yüzüne.

Yüzün...

Yüzün uzaklaşıyor Hrant.

Saçlarının dibinden kan sızıyor.

Sen Ermeniymişsin, bunu dün duydum.

Ağır bir suç olmalı.

Seni ensenden vurdular.

Bak, binlerce insan yürüyor.

On binlerce, yüz binlerce insan yürüyor.

Rakel, senin çocukluk aşkın, karın, çocuklarının annesi, "Sevgilim" diyor sana, "Bizi bıraktın ama ülkeni bırakmadın."

Erkan Tekin, duduk çalıyor.

Benim bu akşam vakti Gaspar’ı dinlediğim gibi kalabalıklar onu dinliyor.

Sen duyamazsın.

Sen öldün.

Ülkeni bırakmadın.

Seni vilayete çağırıp tehdit etmişler.

Bir vali muavini çağırmış seni.

Buna çok kırıldım biliyor musun, bir vali muavini bu ülkede kaç yazarı makamına çağırmaya cüret edebilir?

Seni çağırmış ama...

Ben bilmiyordum ama o biliyormuş Ermeni olduğunu.

Senin ülkende sana "yabancı" dendiğini.

Cüreti bundan.

Bunun için yetim bir adamdın sen, kendi ülkende sana "yabancı" dedikleri için.

Atalarının binlerce yıldır yaşadığı topraklarda "yabancı" olduğun için.

Issız bir bozkır gibi bu müzik.

İçim kimsesizleşiyor.

Yüz binlerce "yabancı" vardı gördün mü, "Biz Ermeniyiz" yazıyordu ellerindeki siyah kağıtlarda.

"Gözünüzü seveyim, her kök kendi toprağında, benim köküm burada, ben buradan gitmem" diyordun.

Gitmedin.

Şimdi kendi toprağındasın.

Bu topraklarda ilk defa güvendesin.

Belki huzurlusun bile.

Öldün çünkü.

Annenler geç kaldı çünkü, babanlar, amcanlar geç kaldı gelmekte.

Seni bir ağaç gibi kökünün olduğu toprağa bırakmaya geldiler.

Öleceğini biliyordun değil mi?

Yazmışsın zaten.

Güvercin gibiyim, demişsin.

Neşeli bir kartal gibiydin bence.

Seni milyonlarca Türk’ün arasına "Türk düşmanı" diye yaftalayıp bıraktıklarında anlamıştın olacakları.

Ne yapmak istediklerini.

Zordu durduğun yerde durmak, onca avcının ortasında.

Bir çocuk gönderdiler seni vurmaya.

Ben seni bilirim, sen onu da severdin.

Vakit olsa, ona da "insan vicdanını" anlatırdın.

Vakit olmadı.

Gülebilsen gülerdin, "Size anlatmaya da hiç vakit olmuyor" derdin.

Anlattın ama işte...

Anladılar.

Yüz binlerle geliyorlar.

"Anladık" demek için geliyorlar.

"Biz senin katilin değiliz" demek için geliyorlar.

"Biz senin atalarını öldürenlerle aynı değiliz" demek için geliyorlar.

Annenler geliyor Hrant, babanlar geliyor, amcaların, dayıların geliyor.

Ama biraz geç kaldılar.

Her an kırılacakmış gibi ince bir ses, yüzüne bir tül örtüyor.

Yüzün...

Yüzün uzaklaşıyor Hrant.

Seni gülüşünle hatırlıyorum.

Gece iniyor...

Toz gibi bir keder dağılıyor müzikten.

Gülüşün...

Gülüşün uzaklaşıyor Hrant.

Yazarın Tüm Yazıları