Hákim bile dinleniyorsa!

ERGENEKON Davası’nda usule yönelik tartışmalar yapılırken bir sanık avukatı, avukatların baskı altında olduğunu, telefonlarının dinlendiğini, e- postalarının izlendiğini belirterek "Mahkeme avukatların güvenliğini sağlayacak önlemleri almalı" isteğinde bulundu.

Duruşmayı izleyen ajans muhabirleri bu istek üzerine mahkeme başkanının "Hákimin dinlenmediğini kim iddia edebilir" yanıtını verdiğini bildiriyorlar.

Yargıcın yanıtı bence hukuk ve temel kişilik hakları tarihimize geçecek nitelikte.

Mesleğim nedeniyle toplumun değişik kesimlerinden insanlarla bir arada olabiliyorum.

Zengin işadamlarından tutun da, günlük yaşantısını zor sağlayanlara kadar herkesin telefonlarının dinlendiğine ilişkin yaygın bir inanca sahip olduğunu görüyorum.

Politikacılar, gazeteciler, avukatlar, sivil toplum kuruluşlarının liderleri hep aynı kuşku içinde.

Ve bu kuşkunun yersiz olduğunu da kimse iddia edemez.

Dinleme izinlerinin son derece kolay verildiğini bildiğimiz gibi dinleme iznine gerek duymayan koca kulakların da faaliyette olduklarını biliyoruz.

Böyle bir "korku ortamı"nı değiştirmek, vatandaşlara Anayasa ile teminat altına alınmış temel kişilik haklarının korunduğu inancını vermek ise elbette iktidarın işi.

İçişleri ve Adalet Bakanları bu meseleyi kendi kişisel meseleleri gibi ele almadıkları ve yasadışı dinlemeleri gerçekleştirenleri bulup, ortaya çıkarmadıkları sürece işlerini iyi yapmış sayılmazlar.

Başkalarının çocuğunu düşünmek

GÜNEYDOĞU’da son günlerde meydana gelen olaylarda çocukların ön planda olduklarını görüyoruz.

Dün gazeteciler, DTP Milletvekili Sabahat Tuncel’e bununla ilgili bir soru sordular.

Soru şuydu: "Sizin çocuğunuz olsa bu tür eylemlere katılmasını izin verir miydiniz?" Tuncel’in yanıtı şöyle oldu: "Çocuğum olduğunda düşünürüm, o zaman koşullar nasıl olur bilmiyorum tabii!"

Ben doğru yanıtı bildiğimi düşünüyorum.

Tuncel, o yaşta bir çocuğun annesi olsaydı, böyle bir eyleme katılmasına izin vermezdi!

Ne yazık ki bizim coğrafyamızda çocukları bu tür eylemlerin ön planına sürmek gibi bir hastalıklı ruh durumu var.

Sadece PKK yanlısı eylemlerde değil, türban eylemlerinde de kafalarına bezler bağlanmış küçücük çocukları gösterilerin ön saflarında görmedik mi?

Filistin’de yıllardır böyle olmuyor mu?

O çocukların, ellerine taşlar, bayraklar verilerek gösterilerin ön saflarında meydanlara sürülmesinin iki amacı olabilir: Ya güvenlik güçleri çocuklar var diye daha temkinli olsunlar ya da çocukların başına gelebilecek kötü bir olay propaganda için kullanılsın diye!

Neresinden bakarsanız bakın, çocuk sevgisinden nasibini almamış, çocuğu bir silah gibi görmeye odaklanmış iğrenç bir anlayış.

Sorumlu politikacılık, çocukların başlarına nelerin gelebileceğini düşünmek için çocuk sahibi olmayı gerektirmez.

Başkalarının çocuklarını da kendi çocuklarınız gibi düşünemiyorsanız o koltuklarda oturmayın.

İnşallah-maşallah ekonomisi

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, küresel finans krizinden Türkiye’nin de etkilenmesinin kaçınılmaz olduğu uyarılarına "Hamdolsun bizim durumumuz iyi", "İnşallah kriz bizi teğet geçecek" gibi yanıtlar verdi.

Krizin ilk ipuçları belirdiğinde, Türkiye’nin de kendi planı olması gerektiğini söyleyenleri bozgunculukla suçladı.

Sonuç: İnşallah ve maşallah ile işler yürümedi, adı konmamış bir devalüasyon içinde paramızın değeri aşağılara doğru yuvarlanıyor!

Gelişmiş ekonomiler ciddi bir finansman sorunu yaşarken, Türkiye’deki yabancı paralarının uçup gitmesi bir sürpriz değil.

Daha sonra dizlerimizi dövmemek için gecikmiş de olsa, piyasaları sakinleştirecek, reel sektöre güven verecek ayrıntılı bir planın yürürlüğe konması gerekiyor.

Başbakan istiyorsa yine dua etsin, bir sakıncası yok bunun.

Ama önce işini sağlama bağlasın!
Yazarın Tüm Yazıları