Güneşli bir pazar sabahı Taksim’de bomba patlarsa

KIŞ gelmiş, pazar sabahı uyanılmış, güneşin son bir güzellik yaptığı fark edilmiş; o zaman yapacaklarım bellidir.

Haberin Devamı

Evden çıkılır, Bomonti’de “organik pazar” olarak nam salmış alanda pazar sabahları kurulan bit pazarına gidilir, gözleme ve çay şeklinde gelişen kahvaltının ardından tezgâhlar dolaşılır.
Kimi zaman plak veya kitap bulunur, kimi zaman hayatta ilk kez karşılaşılan ve ne olduğu anlaşılamayan bir cismin adı/sanı/işlevi sorulur tezgâhın CEO’suna:
“Bu, bu, bu, nedir bu usta?”
“Multifonksiyonel papaz gerecidir.”
“Peki o ne demektir?”
“Misyoner papazlar bu İsviçre çakısının hormonlanmışı şeklindeki aleti bellerindeki ipe takıp yola çıkarmış. Minik bir pala olur, kazma olur, kürek olur, orak olur, oraktan sonra söylemek sakat ama çekiç olur...”
“Vay!..”
Bit pazarı sonrası Taksim’e çıkılır, Çiçek Pasajı’na kadar yürünür ve bit pazarından “salla sırta” yapılan ganimet favori masaya oturularak kurcalanır, okunur, değerlendirilir.
“Pazar keyfi” sadece bir magazin programı adı değildir, benimki de budur...
Malumunuz, son pazar sabahımız “keyif” çatılacak gibi başlamadı.
* * *
İçimden “Yazık bize be, yazık bu ülkeye...” diyerek seyrettim patlayan bomba sonrası iteklenerek haber sunmaya çalışan televizyoncu arkadaşlarımı.
Kasvet Şahı hükümdarlığını ilan etti o anda.
Milletçe her türlüsünü kuşaklardır, defalarca yaşadığımız bir hüzün. Ne kadar görsen, ne kadar yaşasan alışamıyorsun.
O anda evden çıkmaya karar verdim. Telefon “Aman evden çıkma” tonunda çalıp duruyor, huyumu ve rotamı bilen arıyor; umurumda değil.
Bit pazarı tenha, canım gözleme filan istemiyor. Gezdim, bir kitap (Hüseyin Rahmi’nin “Dirilen İskelet”inin ilk baskısı) buldum, çıkışta taksiye atladım ve “Taksim” dedim.
“Gidebilicez mi bakalım abi?” dedi, “Bakalım gidebilicez mi abi?” diye soruyu remiksleyip cevap olarak iade ettim.
Vardık Taksim’e. Meydana girmek mümkün değil henüz fakat İstiklal Caddesi yaya trafiğine açılmış.
Az sayıda turist ve benim gibi “Aman gitme oralara” çağrısına kulak tıkamış başka divanelerden başka kimse yok.
Pasaj’a vardım, şeker gibi havada dolu olması gereken maslarda tek tük turistler var.
Tanıdık garsonlar “Yunanistan’dan çok turist vardı, Hollanda ve İspanya’dan da gruplar vardı, bomba patlamasa dolup taşardı” diyor.
Balıkpazarı bomboş, İstiklal’in normalde yoğun insan trafiği yaşayan pasajları ıssız, sokakta yürüyenlerin de yüzlerinden düşen bin parça.
Ya nasıl olacaktı ki?
Her kim yaptıysa, eylemi amacına ulaşmış işte, yaşama sevinci, umutlu ve güneşli pazar gününden kaçmış, yerine korku ve mutsuzluk gelmiş.
* * *
“Taksim bomboş, yazık bize” diye twitter’a mesaj saldım. “Taksim bizi yalnız bırakmadı hiç, biz de bugün bırakmayalım” diyen de çıktı “Dön çabuk evine” diyen de.
Bir de kimin yaptığıyla ilgili herhangi bir görüş belirtmesem de “O İş senin bildiğin gibi değil...” diyenler oldu.
Kimin yaptığı başka iş. Ben bomboş bir Taksim gördüm. Güneşli bir pazar günü, bomboş.
“Bildiğin gibi değil” diyen derin sezgili, müthiş analizci, konjonktür uzmanı arkadaşlardan (aslında iki tane) bir ricam olacak.
Ben artık yapandan çok yapılana bakar ve bundan bıkar pozisyondayım. Ama Beyoğlu esnafı, Beyoğlu insanı arasından açıklamanıza ihtiyaç duyanlar çıkacaktır.
Bir zahmet gidip onlara anlatın, faydalı olacaktır.
Aklınızı, fikrinizi, tahlil yeteneğinizi halktan esirgemeyin...

Haberin Devamı

Canlı yayında cebi kurcalamak

Haberin Devamı

HABER kanalları gündüz kuşağında saat 11.00-12.00 arası medya meseleleri üzerine yapılan programlara ayrıldı.
NTV’de Ruşen Çakır ve Mirgün Cabas’ın öncülük ettiği (Ruşen tek başına devam ediyor) bu tarz programları merakla, ilgiyle, ibretle seyrediyorum.
HaberTürk de yakın zamanda “Medya Kritik” adlı yeni bir program yerleştirdi yayın akışına. Hürriyet’te yıllarca birlikte çalıştığımız, şu anda HaberTürk Gazetesi’nde yöneticilik yapan Doğan Satmış ve Ahmet Tezcan hazırlayıp sunuyor.
Dün sabah en renkli konuk (Fehmi Koru veya Taha Kıvanç veya her ikisi de) bu programdaydı, ben de oyumu onlardan yana kullandım.
Meraklandım, ilgilendim, ibretlik buldum; yani verdiğim reytingin karşılığını aldım, program iyi yolda demektir benim açımdan.
Ama asıl takıldığım, yadırgadığım nokta Ahmet Tezcan’ın bir davranışı oldu.
Kendisine “normal bir televizyon seyircisi” olarak küçük ve işine yarayacak bir tavsiyede bulunmam gerek.
“Medya Kritik” sona ererken Tezcan cep telefonunu çıkardı ve incelemeye başladı.
Artık mesajlarına mı baktı, twitter teftişi mi yaptı, “Arayan/soran var mı acep?” şeklinde bir merak dalgasına mı yenik düştü bilemeyeceğim.
Fakat konuğu yanında konuşmayı sürdürürken “cep cihazını yoklaması”, haydi “ayıp” demeyeyim, tuhaf oldu.
İşine yarar herhalde bu tavsiye. Fehmi Koru dönüp “Hişşş konuşuyoruz burada beyim, ben fasıl ortamında kapattırıyorum mesela bunları” demez, diyen de çıkmaz herhalde ama seyirci görüldüğü üzere affetmez.
Yoksa “Herkes bu kadar düzgün gazeteciyse niye medya tartışılıyor hapasa?” diye sormadan, ayıla bayıla seyrediyoruz; o başka...

Yazarın Tüm Yazıları