Yaş 35 Yolun üçte biri olacak mı?

Güncelleme Tarihi:

Yaş 35 Yolun üçte biri olacak mı
Oluşturulma Tarihi: Kasım 14, 1997 00:00

Haberin Devamı

Her geçen gün yaşlanıyoruz... Her geçen gün biraz daha fazla yoruluyor, biraz daha fazla dayanıksızlaşıyoruz. Omuzlarımız biraz daha çöküyor, bir kırışık daha peydah oluveriyor yüzümüzde. Arzularımız tükeniyor, zevklerimiz sönüyor, amaçlarımız kayboluyor... İyi de vücudumuzda ne oluyor da yaşlanıyoruz? Neden bazı insanlar 100 yaşını geçiyor da bazıları yolun yarısını bile zor ediyor? Neden bazıları 80'inde dimdik ayakta duruyor da bazıları 60'ına geldiğinde yataktan kalkamaz hale geliyor?

İnsanların yaşlanmaya sadece günümüzün medya dünyasında taktığını sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Neden yaşlanıyoruz ve nasıl önüne geçeriz sorusunun cevabını insanlık yüzyıllardır bulmaya çalışıyor. Şu günlerde ise en popüler insanlar, moleküler biyologlar. Yaşlılığı hormonal, hücresel ve genetik nedenlere bağlayan moleküler biyologlar tüm araştırmalarını bu yönde yapıyor. Kamu sağlığındaki gelişmeler sayesinde ortalama yaşam süresi geçen yüz yıl içerisinde zaten uzamıştı ama yaşamı daha da uzatmak için yapılan deneyler uzun süredir gündemde...

Sosyal olan uzun yaşar!

İnsan, tüm diğer memeliler arasında en uzun yaşam süresine sahip canlı türü. Bunun en büyük nedeni tüm diğer türlerden daha sosyal olmamız. Diğer türlerin büyük çoğunluğunda, yaşlanıp çoğalma özelliğini kaybeden bireyler kısa bir süre sonra ölüyor. Ama bizim gibi sosyal türler, üremesi durduğu halde yaşayan yetişkinlerden çok farklı şekilde faydalanmayı biliyor. Örneğin yavrulara bakmak! Yaşlı bireylerin yavrulara bakması sayesinde genç bireyler ava çıkabiliyor, yiyecek toplayabiliyor ve topraklarını koruyabiliyor.

İnsanların yaşlanmaya sadece günümüzün medya dünyasında taktığını sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Neden yaşlanıyoruz ve nasıl önüne geçeriz sorusunun cevabını insanlık yüzyıllardır bulmaya çalışıyor. Savaş ve hastalıktan sıyrılıp yaşlananlar bu sefer de kırışan yüzlerini, azalan güçlerini dert etmeye başlamış. Kimi süt banyolarında geçirmiş tüm gününü, kimi de genç bakirelerden gençlik bulmaya çalışmış. Her çağda, her dönemde başka bir tavsiye ilgi görmüş. Üçüncü yüzyılda Taocu filozoflar cıvanın zehirli maden filizini yutmayı önermişler! Yaşlanmanın önüne geçmenin tek çaresi olarak ölümü mü görmüşler yoksa söz ettikleri maddenin zehirli olduğunu mu bilmiyorlardı, bilemiyoruz.

Yaşamı uzatmak yerine topyekün yok eden bu tip tarifler ortaçağda da devam etmiş. Bu sefer cıvanın yerini altın almış. Altın hazmetmenin ömre ömür katacağı sanılıyormuş. Tenekeden altın yapmaya nafile yere çalışan simyacılar bu sefer de altını hazmedilir bir maden haline getirmeye çalışmışlar. 17. Yüzyıl'da yaşlanmaya karşı biraz daha katlanılır bir çare önerilmiş. Çok ilgi gören bu formül sabah uyanır uyanmaz taze toprağı koklamaktan ibaret.

Eski gerontologlar (Yaşlılık ve yaşlıların özel sorunları ile uğraşan bilimciler) insanın içinde bir ‘‘hayat özü’’ olduğuna inanırlardı. Bu hayat özünü ne kadar hızlı tüketirseniz o kadar erken ölüyorsunuz, ne kadar yavaş tüketirseniz o kadar çok yaşıyorsunuz. Bu düşünceden hareketle insanlar bu sefer de bu hayat özünü yeniden vücutlarına dolduracak gençlik pınarlarını aramaya koyuldular. Hani belki bilmeden hızlı tüketmişizdir, yeniden şarj olsak fena olmaz gibi...

'YOĞURT YEDİM' FORMÜLÜ

Bugün de her kafadan ayrı bir ses çıkıyor. Türk halkı en çok ‘‘yoğurt’’ formülünü sever. Yüz yaşında kim çıksa televizyona ‘‘yoğurt yedim’’ der çıkar işin içinden. Ne desin ki zaten? Hücre zarlarım kuvvetli, enerji verici oksijen tepkimesine rağmen genetik maddem zarar görmedi mi desin?

Ancak yaşlanmayı araştıran gelişmiş ülkelerdeki insanlar ‘‘yoğurt yedim’’ formülünün ötesi peşinde. Şu günlerde en popüler insanlar moleküler biyologlar. Yaşlılığı hormonal, hücresel ve genetik nedenlere bağlayan moleküler biyologlar tüm araştırmalarını bu yönde yapıyor.

Ancak biyolojideki bu umut vaadeden gelişmeler bazı ahlaki ve ekonomik tartışmalara da neden olmuyor değil. Örneğin en çok sorulan soru uzun yaşam gerçekten iyi yaşam mı demek? Öte yandan bir insanın kaç yıl yaşaması kim kimin karar verecek? Hadi bunları geçtik ve insanları 100 yaşına kadar yaşattık. Peki zaten yeterince kalabalıken gelecek genç kuşaklar bu dünyadan bir türlü ayrılmak istemeyen yaşlı insanlar karşısında hayatlarını nasıl sürdürecek?

YAŞLI NÜFUS PATLAMASI

Fikriniz ne olursa olsun yaşamı uzatmak için yapılan deneyler yola çıkmış durumda. Kamu sağlığındaki gelişmeler sayesinde ortalama yaşam süresi geçen yüz yıl içerisinde oldukça uzadı zaten. Eski Roma'da ortalama yaşam süresi 22 yıldı. Bugün dünya ortalama yaşam süresi 65. Sierra Leona gibi Afrika ülkelerinde 38'e kadar düşse de Japonya'da 80'e kadar çıkıyor.

Yaşam süresinin dünya çapında uzaması beraberinde yaşlı nüfus patlamasını getiriyor. 2035 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nde 65 yaşın üzerindeki nüfusun 70 milyonu geçmesi bekleniyor. Bu bugünkü sayının iki katı. 85 yaşın üzerindeki nüfus ise daha da hızla artmakta. Bugün 85 ve üzeri yaşta toplam dört milyon insan yaşıyor ABD'de. 2030'da bunun iki katına çıkması bekleniyor.

Öte yandan, gelişmiş ülkelerde doğumların düzenli olarak azalması önümüzdeki yüzyılda yaşlılara bakacak genç ve orta yaşlı nüfusun çok az olması anlamına geliyor. Dünya böyle bir dengesizlikle nasıl başa çıkacak kimse bilmiyor. Bazı ülkeler şimdiden bir takım önlemler almaya başladı bile. Singapur örneğin, geçtiğimiz haziran ayında çok özel bir mahkeme açtı. ‘‘Ebeveynleri Koruma Mahkemesi’’ adını verdikleri bu mahkemelerde yaşlılar kendilerine yeterince bakmadığı gerekçesiyle çocukları aleyhinde dava açabiliyorlar.

Yaşlılık ve yaşlıların özel sorunları ile uğraşan bilimciler, eskiden insanın içinde bir ‘‘hayat özü’’ olduğuna inanırlardı. Bu hayat özünü ne kadar hızlı tüketirseniz o kadar erken ölüyorsunuz, ne kadar yavaş tüketirseniz o kadar çok yaşıyorsunuz. Bu düşünceden hareketle insanlar gençlik pınarlarını aramaya koyuldular. Hala da arıyorlar.

Sonsuz gençlik bilmecesi

İnsanlar yaşlandıkça hipofiz bezi, büyüme hormonunu giderek daha az üretiyor. Wisconsin Tıp Fakültesi'nde araştırma yapan Daniel Rudman bu gerçeğe dayanarak bir teori atıyor ortaya. Acaba yaşlanma semptonlarının ortaya çıkması bu hormonun düzeyi ile mi ilgili?

Bunun üzerine bir deney yapıyor. Yaşları 61 ile 81 arasında değişen 12 erkeğe haftada üç kez olmak üzere altı ay süre ile büyüme hormonu veriyor ve kanlarındaki hormon seviyesini genç yetişkinlerin seviyesine getiriyor. Sonuçlar çok şaşırtıcı. Kas yoğunluğu yüzde dokuz oranında artıyor. Yağ yüzde 14 oranında azalıyor. Cilt yüzde yedi oranında kalınlaşıyor. Deneye katılanların hepsi 10-20 yıl önceki hallerine dönüyor. Bütün veriler sonsuz gençliğin yakın olduğunu gösteriyor.

Ama kısa bir süre sonra büyüme hormonu diğer gençlik iksirleri gibi manasını kaybediyor. Deneye katılan erkeklerde hormonun yan etkileri görülmeye başlanıyor. Birçoğunda ‘‘Karpal Tünel Sendromu’’ (sinirlerde iltihabi reaksiyon), şeker hastalığı benzeri semptomlar ve memelerde beklenmeyen bir büyüme görülüyor. Daha da fenası, bir yıllık maliyeti 10 bin dolarla 20 bin dolar arasında olan bu hormonu bıraktıktan kısa bir süre sonra yararların hepsinin ortadan kalktığı gözleniyor. Kaslar erimeye, yağlar da geri gelmeye başlıyor. Yaşlı adam yine yaşlı adam oluyor anlaşılan...

Bu deneyden sonra yaşlanma ile beraber üretimi azalan diğer hormonlar üzerinde durulmaya başlanmış. DHEA (dehidroepiandrosteron, işlevi tam olarak bilinmiyor) ve melatonin (beyin epifizi tarafından üretilen ve vücudun biyolojik saatini ayarladığı düşünülen hormon) son zamanlara en popüler olanlardan. Eksilen bazı hormonların vücuda verilmesinin büyük faydaları olduğu biliniyor. Menopoza girmiş kadınlara kalp hastalığına ve osteoporoz tehlikesine karşı östrojen verilmesi gibi. Ancak hiçbir hormon tek başına gençlik iksiri anlamına gelmiyor.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!