Yarı Dolu, Yarı Boş

Güncelleme Tarihi:

Yarı Dolu, Yarı Boş
OluÅŸturulma Tarihi: Ekim 28, 2003 00:00

Türkiye Cumhuriyeti'nin son 80 yıldaki toplumsal geliÅŸme ve iktisadi büyüme sicili Orta DoÄŸu ve Afrika ülkelerinden daha güçlüdür, Güney Amerika ülkelerine ve dünya ortalamalarına bir hayli yakındır. Orta ve uzun vadede Avrupa, Cumhuriyet’in en büyük siyasal ve iktisadi projesidir. Avrupa ile bütünleÅŸme siyasal istikrar, demokrasi, iktisadi refah ve kurumsal dönüşümler için büyük önem taşımaktadır.ÖLÇÜTLERCumhuriyet döneminin ekonomisini deÄŸerlendirirken bir hayli duygusal ya da siyasal olmak, aşırı iyimser ya da aşırı kötümser yorumlar arasında gidip gelmek mümkün. Biraz daha serinkanlı düşünmeye çalışıldığında, karşımıza önce geçtiÄŸimiz 80 yılı hangi ölçütlere göre yorumlayacağımız sorusu çıkıyor. Bu konuda iktisatçıların üç temel ölçütü var: a) iktisadi büyüme ya da kiÅŸi başına gelirdeki artış; b) yapısal dönüşümler ve c) gelirin paylaşımı ya da bölüşümü. Ölçütleri belirlemek de yeterli deÄŸil. Bu ölçütler üzerinden Cumhuriyetin 80 yılındaki performansı neyle karşılaÅŸtıracağımız da önemli. ÖrneÄŸin Cumhuriyet Türkiyesini 19. yüzyıl Osmanlı ekonomisi ile mi yoksa 20. yüzyılın aynı döneminde diÄŸer ülkelerin sicili ile mi karşılaÅŸtıracağız? Osmanlı dönemi ile karşılaÅŸtıracak olursak, son 80 yılda çok büyük mesafe alındığı kesin. Ancak 20. Yüzyıl, insanlık tarihinde büyük acıların ve savaÅŸların yanısıra, yapısal dönüşümlerin, sanayileÅŸmenin, teknolojik geliÅŸmenin ve iktisadi büyümenin de en yoÄŸun yaÅŸandığı dönem. Yeryüzündeki ülkelerin büyük çoÄŸunluÄŸu bugün 80 yıl öncesine göre çok daha ileri bir noktada. O halde, Cumhuriyet ekonomisini deÄŸerlendirirken uluslararası karşılaÅŸtırmalara baÅŸvurmak daha anlamlı olacak.ÜÇ DÖNEMCumhuriyetin 80 yıllık tarihinde ekonomiyi üç ayrı dönemde ele almak mümkün. Cumhuriyetin kuruluÅŸundan 1946 ya da 1950 yılına kadarki ilk dönem içerde ve dışarıda büyük sıkıntılarla ve belirsizliklerle doluydu. Dağılan bir imparatorluÄŸun yerine bir ulus devlet kurmanın güçlükleri ile iki dünya savaşının yükü, bunların arasına sıkıştırılan bir dünya bunalımıyla birleÅŸmiÅŸti.Türkiye bu zor dönemi dünya ekonomisindeki bunalımın da etkisiyle içine kapanarak ve devletçi sanayileÅŸme modelini benimseyerek aÅŸmaya çalıştı. Bu dönemde Osmanlıdan devralınan tarımsal yapıyla karşılaÅŸtırıldığında sanayileÅŸme yolunda bir hayli mesafe alındığına hiç şüphe yoktur. Ancak Cumhuriyetin temelleri atılırken, devlet dünya bunalımının tarım kesimi üzerinde yarattığı tahribatı engelleyecek ya da yumuÅŸatacak gücü bulamamıştır. Kırlarla kentler arasındaki farklar artmış, köy ekonomisi içine kapanmıştır. Mahmut Makal'ın Bizim Köy adlı eserinde çizdiÄŸi tablo bir istisna deÄŸildir. Öte yandan, günümüzün gözlükleriyle ya da öncelikleriyle bakıldığında, Ä°nönü liderliÄŸinde geçilen bu dönemin mali disiplin ve iç ya da dış borçtan uzak durma kaygısını da takdirle anmak gerekir.Bu zor dönemde büyüme ve ortalama gelirlerde bir mucizeden söz etmek zordur. 1923 yılını temel alırsak, 1950 yılına kadar kiÅŸi başına gelirler neredeyse iki katına yükselmiÅŸtir. Ancak 1923 yılı 10 yıl süren bir savaÅŸlar döneminin sonuna rastlıyordu. SavaÅŸlar sırasında ekonomi büyük tahribata uÄŸramış, üretim ve yarıya düşmüştü. EÄŸer 1913 yılını temel alırsak, 1950'ye kadarki kiÅŸi başına gelir artışı toplam olarak yüzde 25-30 düzeyindedir. KiÅŸi başına gelirin yıllık artış hızı yüzde 1'in altındadır. Bu uzun vadeli eÄŸilim dünyadaki genel eÄŸilimlere ve ortalamalara çok yakındır. Unutmayalım ki 20. Yüzyıl’ın ilk yarısında savaÅŸlardan daha uzak kalabilen Amerika kıtası daha iyi bir performans sergilerken, Avrupa ve Asya bir hayli zorlanmıştır. 1950 yılında Asya'da ortalama gelirler 1914 yılının altındaydı. Cumhuriyet ekonomisinin ikinci dönemi, Ä°kinci Dünya Savaşı sonrasında dünya tarihinin en hızlı iktisadi büyüme ve refah dönemine, iktisat tarihçilerinin deyimiyle 'altın çağı'na denk düşer. Bu dönem Anadolu için de tarihin en hızlı büyüme ve gelir artışlarının saÄŸlandığı dönemdir. 1950 yılında Türkiye nüfusunun yüzde 75'den fazlası kırsal alanlarda yaÅŸamaktaydı. Demokrat Parti döneminde Menderes ile tarıma ağırlık veren Türkiye daha sonra planlı ithal ikamesine yönelmiÅŸ, ve Demirel ile özel sektöre dayalı sanayileÅŸme, hızlı büyüme ve hızlı kentleÅŸmeyi birlikte yaÅŸamıştır. Ortalama gelirler 1950'den 1979 yılına kadar yüzde 250'nin üzerinde artış göstermiÅŸ, tüketim düzeylerinde ve ortalama yaÅŸam süresinde büyük sıçramalar gerçekleÅŸmiÅŸtir. Elektrik, okullaÅŸma tüm ülkeye yayılırken bebek ölüm oranları da bu dönemde düşmeye baÅŸlamıştır. Dünyada altın çaÄŸ 1970'lerin başında petrol ÅŸoku ile sona ererken, Türkiye olumsuz koÅŸullarla dış borçlanarak ek süre kazanmayı tercih etmiÅŸtir. Ancak, dış iktisadi dalgalanmalar ve iç siyasal istikrarsızlıklar ortamında içe dönük sanayileÅŸme anlayışı da aşırıya kaçınca, ekonomi ÅŸiddetli bir biçimde duvara vurmuÅŸtur.1980 yılından bu yana içinde bulunduÄŸumuz üçüncü dönemde, daha önce 19. yüzyılda olduÄŸu gibi, küreselleÅŸme eÄŸilimleri güçlenmektedir. ABD'nin önderliÄŸinde neo-liberal politikalar uluslararası iktisadi kuruluÅŸların da baskısıyla yaygınlık kazanırken, sermaye hareketlerinin önemi ve etkisi artmıştır. Bir yandan da Avrupa, Amerika ve Asya'da bölgesel bloklar önem kazanmaktadır. 1980'li yıllarda ekonomisini hızla dış ticarete yönlendirebilen Türkiye, mali dengelerini kurmadan dış sermaye hareketlerine de açılınca ağır bedeller ödemek zorunda kaldı. Giderek acımasızlaÅŸan dünya koÅŸullarına uyum saÄŸlamakta zorlandı. Siyasal istikrarsızlığın da katkısıyla devletçilik döneminin alışkanlıkları terkedilemedi. Ä°ktisadi dalgalanmalar arttı, gelir dağılımı ciddi biçimde bozuldu. Populist uygulamalar, yolsuzluk ve soygunlarla birleÅŸince, ortaya çok ağır bir borç yükü çıktı, Cumhuriyet tarihinin en derin bunalımı yaÅŸandı. Sevaplarıyla, hatalarıyla ve üslubuyla bu son döneme damgasını vuran kiÅŸinin Turgut Özal olduÄŸu ileri sürersek abartmış olmayız. GeleceÄŸe doÄŸru bakacak olursak, tarih bize küreselleÅŸme eÄŸilimlerinin kesintiye uÄŸrayabileceÄŸini gösteriyor. Ancak bugün bu eÄŸilimlerin sona ereceÄŸini söylemek için henüz erkendir. KüreselleÅŸmenin yakın ve orta gelecekte de devam edeceÄŸini varsayabiliriz. Orta ve uzun vadede Avrupa, Cumhuriyetin en büyük siyasal ve iktisadi projesidir. Avrupa ile bütünleÅŸme siyasal istikrar, demokrasi, iktisadi refah ve kurumsal dönüşümler için büyük önem taşımaktadır. Ancak, Avrupa BirliÄŸi üyeliÄŸi Türkiye'nin tüm sorunlarının çözülmesi anlamına gelmeyecek. EÄŸitim ve teknoloji alanlarında büyük bir atılım saÄŸlanmadıkça, gelir ve refah artışları sınırlı kalacaktır. EÄŸitim ve teknolojide hamle yapamayan bir Türkiye uzun bir süre daha Avrupa'nın yoksul bölgesi olarak kalma riskini taşıyacaktır. TEMEL GÖSTERGELERCumhuriyet döneminin temel iktisadi göstergelerine göz atacak olursak, son 80 yılda Türkiye'de kiÅŸi başına gelirin en az beÅŸ-altı kat artığını, yaÅŸam beklentisinin 1930'lardan yaklaşık 35 yıldan bugün 70 yılın üzerine çıktığını, okuryazarlığın yetiÅŸkin nüfus içindeki payının yüzde 10'un altından yüzde 90'lara yükseldiÄŸini, bebek ölümlerinde ve pek çok diÄŸer göstergede ciddi iyileÅŸmeler saÄŸlandığını görüyoruz. Bunlar çok önemli kazanımlardır. Nitekim Türkiye Cumhuriyeti'nin son 80 yıldaki toplumsal geliÅŸme ve iktisadi büyüme sicili Orta DoÄŸu ve Afrika ülkelerinden daha güçlüdür, Güney Amerika ülkelerine ve dünya ortalamalarına bir hayli yakındır. Ancak 20. yüzyılın baÅŸarılı ülkelerinin siciliyle karşılaÅŸtırıldığında, bardağın boÅŸ yarısı da gözlerden kaçmamaktadır. 20. yüzyılın ikinci yarısında Güney Avrupa ve DoÄŸu Asya'da iktisadi mucizeler gerçekleÅŸirken, iktisadi ve sosyal göstergelerde çok daha çarpıcı sıçramalar saÄŸlanırken, Türkiye benzeri bir hamleyi gerçekleÅŸtirememiÅŸtir. Birinci Dünya Savaşı öncesinde Türkiye ile Batı Avrupa ve ABD arasında 1:4 ya da 1:5 düzeyinde olan ortalama gelir farkları Cumhuriyet döneminde kapanmadan sürmüştür. Güney Avrupa ve DoÄŸu Asya ülkeleriyle aramızdaki farklar ise özellikle 1950'den bu yana Türkiye'nin aleyhine geliÅŸmiÅŸtir. Â
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!