Türkiye'nin farkı bitmeyen trajedisi

Güncelleme Tarihi:

Türkiyenin farkı bitmeyen trajedisi
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 28, 2001 23:14

John Berger, evsizlere ve artan yoksulluğa dikkat çekmek için yazdığı son romanının kapağına Fransa ve İspanya'da isim koymadı. Alman, İsveçli ve Türk yayımcılar isminin önemli olduğunu söylediler, yazarın ismi küçük puntolarla girdi kapağa. Berger'i 20 yıldır yaşadığı Fransa'daki dağ köyünden aradık. Bir pazar günü ekin biçmeye gitmeden önce konuştuk.

Türkiye'de 10 yılda 16 kitabınızın yayımlanması sizi şaşırttı mı?

- Biraz şaşırdım ama çok sevindirici buldum. Şimdi tüm kitaplarımın Türkçe'de yayımlanmasından çok gurur duyuyorum. Yıllardır dünyanın büyük güç merkezlerinin dışındaki gelişmeleri anlatan eserler yazıyorum. Benimle aynı yaklaşımı paylaştığını düşündüğüm iki yazar daha var, Latife Tekin ve Sevgi Özdamar. Üsluplarımızın farklı olmasına karşın onları çok takdir ediyorum. Üçümüz de marjinal öykülerin ne kadar önemli olduğunu gösteriyoruz.

Kral'ın sonundaki teşekkür listesinde ilk ismiyle andığınız kişi Latife Tekin mi?

- Evet. Kitaplarından etkilendim, benden çok genç olmasına karşın, onlardan bir şeyler öğrendim. Yaşayan bir yazarı takdir ederseniz, bu ona esin verir.

Kral'da kahramanlarınız günlük hayatın yükselen temposundan ve anıların silinmesinden yakınıyor.

- Sevgi Özdamar ve Latife Tekin de hatıraların korunmasına çok önem veriyor. Bu yüzden ikisine de saygım büyük. Hız ve hatıralar çabukluk kavramında bir araya geliyor. Eski model Marksist gibi düşünelim bir an: 19. yy'da sistem öngörüsünü 10, 50, 100 yıl için yapıyordu. Şimdi öngörüler yarın, nadiren altı ay, en fazla bir yıl için yapılıyor. Yani gelecek yokmuş gibi yaşanıyor. Aynı şekilde geçmiş de yok. Karlılık tek değer olmuşsa geçmişe ne hacet. Hatıraların kaybolup gitmesi birer canavar gibi tüm dünyayı saran alışveriş merkezleriyle doğrudan ilişkili. Onlar yayıldıkça direnişin adacıkları, cepleri oluşuyor hayatımızda. Birkaç hafta sonra Londra'da yayımlanacak kitabımın adı bu: 'The Shape of Pocket' Denemelerden oluşan kitaba Cebin Şekli ismini koyarken direniş adacıklarından bahsediyorum tabii.

Türkiye'ye birkaç kez geldiniz, okuyucularınızla buluştunuz. Türk okuyucularla aranızda farklı bir iletişim olduğunu düşünüyor musunuz?

- Evet. Türkiye'de farklı, özel bir şekilde okunduğumu hissediyorum. Bir seferinde İstanbul'da küçük bir otelde kalıyordum. Gece saat birde geri döndüğümde resepsiyondaki genç, siz yazar John Berger misiniz, diye sordu. Herhalde öğrenciydi. Kitabımı çıkardı ve imzalamamı rica etti. Dünyanın hiçbir yerinde, bir otelde, geceyarısı böyle hoş karşılanmamıştım.

İlginç gelen, unutamadığınız tepkiler aldınız mı?

- Türkiye'ye geldiğimde birçok insanla tanışıyor, sohbet ediyorum. Yıllar önce İstanbul'da bir arkadaşımın çok yoksul bir gecekondu bölgesinde yaşayan dostunu ziyarete gittik. Barakada yaşıyan kişi Almanya'ya göçmen işçi olarak gitmeye hazırlanıyordu. İçeri girdik, yere oturduk. Birkaç kap kacak, bir yatak vardı içeride. Kitap raflarında göçmen işçilerle ilgili kitabımı gördüm. Benim için çok sıradışı bir olaydı. Çok etkilendim. Kitap roman değildi, bir grup insanla ilgiliydi ve o gruptan biri tarafından okunuyordu...

Bir dağ köyünde yaşarken dünyada olan bitenleri nasıl izliyorsunuz: İnternet, gazeteler?

- Le Monde ve Guardian okuyorum. Bence Avrupa'nın en iyi analiz gazetesi Le Monde Diplomatique'i takip ediyorum. Arada bir buraya yazı da veriyorum. Bazen takip ettiğim konularda daha fazla bilgi edinmek için diğer gazeteleri de alıyorum. Mesela Yaşar Kemal'in başı derde girdiğinde ne olduğunu öğrenmek için gazete sayısını artırmış, haberleri dikkatle takip etmiştim. Interneti çok ender kullanıyorum.

55 yıl kentte yaşadıktan sonra Fransa'da bir köye yerleşmeniz ilgi alanlarınızı genişletti mi; mesela takım yıldızlar, bitkiler...

-Gençken üniversiteye gitmek istememiştim. Köylüler üniversitem oldu. Bana sadece ağaçları, bitkileri öğretmediler, doğadaki gizemli dönüşümü kavrayacak bakış açısını kazandırdılar. Yıldızlarla ilgileniyorum tabii. Haritalarım yok. Fakat bulutlardan havayı okumayı, ertesi günün tahminini yapmayı öğrendim. Mesela şu anda hasat zamanı, biçilmiş kuru ekini tarlalardan kaldırıyoruz.

'Biz' dediğinize göre çevredeki köylülerle geniş bir aile olmuşsunuz...

- Evet, doğru. Oğlumun yalnız yaşayan bir arkadaşı var. Tarladan tam yirmi kule saman çıktı. Bunu tek başına taşıması imkansız. Yardım ediyoruz.

Hangi koşullarda çalışırsınız, kapalı kapılar ardında mı yoksa havaalanında uçak beklerken bile mi? Kağıt kalem mi kullanırsınız, üzerinde düzeltme yapmak yerine oturup her sayfayı yeniden mi yazarsınız?

-Dolma kalemle yazarım. Benim için kalem çok önemli. Desenlerimi de aynı kalemle çiziyorum. Ucu genişçe. Siyah mürekkep kullanırım. Eşim Beverly bilgisayara geçirir yazdıklarımı. Çıkışları okur, yüzlerce düzeltme yaparım. Bunları Beverly bilgisayara geçirir. Mutlaka izole bir ortam gerekmez çalışmam için. Havaalanında değil ama, trende yazmayı çok severim mesela. Evde yazarken en kötü şey, müthiş konsantre olduğunuz, düşünsel olarak çok uzaklara, derinlere gittiğiniz bir anda telefonun çalmasıdır... Bir de hata yapıp cevap vermişseniz, ansızın günlük gerçekliğe dönüp cevap üretmeniz öyle felaket bir şeydir ki... Tüm sinir sisteminiz altüst oluverir. Aniden yüzeye çıkan dalgıç gibi vurgun yersiniz.

Yaratıcılığınızı bileyen günlük uğraşılarınız var mı? Bahçeyle uğraşmak, bu röportajdan sonra gideceğinizi söylediğiniz ot biçmek gibi...

- Yüzlerce çiçeğin, sebzelerin bulunduğu harika bir bahçemiz var. Bahçeyle eşim ve kızım ilgileniyor. Bazen ben de onlara yardım ediyorum.

Meditasyon yapar mısınız, herhangi bir şekilde ibadet eder misiniz?

- Meditasyon yapmıyorum, ama dua ederim. Kiliseye giderim bazen; sessiz olduğu için ya da birilerinin ruhu için mum yakmaya. Amerika'da bir manastırda yaşayan Benediktin rahibesiyle mektuplaşıyorum. Bir süredir kuantum fiziğiyle ilgileniyorum. Kuantum fizikçileri şimdilerde Tanrı kavramından çekinmeden bahsedebilen yegane bilimadamları.

Son soru: Ne yazıyorsunuz, ne okuyorsunuz?

- Çoğunlukla şiir okuyorum. Bir de Mauritius'da yaşayan bir kadın yazarın, Lindsey Collen'in yeni yayımlanan harika bir kitabını okudum: 'Mutiny.' Roman, hapishane hücresindeki üç kadının konuşmaları üzerine. Tanrıya şükür İngiliz romanlarına hiç benzemiyor. Türk okuyuculara özellikle tavsiye ederim. Şu anda bir öykü kitabı hazırlıyorum. Öyküler bir araya geldiğim insanlar üzerine.

Meraklısına: Bu röportaj, 2 Ağustos günü saat 24.00’de 94.9 Açık Radyo'da Berger'ın seçtiği müziklerle birlikte yayınlanacaktır.

NAZIM'I 14 YAŞIMDA KEŞFETTİM

Önümüzdeki yıl Nazım Hikmet'in 100. doğum yılı nedeniyle Fransızca ve Türkçe yayımlanacak bir kitap için yazı istendi. Eserlerini Türkçe okuyamadığım için edebiyat eleştirmeni gözüyle yazı yazamayacağımı söyledim. Bunun yerine şiirlerini keşfettiğimdeki günleri, onun o günlerde nasıl göründüğünü anlatan bir yazı yazdım. Aslında Hikmet'in şiirlerini çok erken yıllarda, 1940'larda, II. Dünya Savaşı'nın başında keşfetmiştim.

HİÇ SALDIRGAN ATEİST OLMADIM

Ben dinsel kurumların güçlerini hep eleştirdim. Hıristiyan, Müslüman ya da Yahudi farketmez. Bu kurumların gücünden hep nefret ettim. Çoğunlukla liderlerinin güç hırsıyla kavrulan, aç gözlü, aşağılık adamlar olduğunu düşünüyorum. Bunların ruhlarımız, gökyüzü ve tanrı arayışımızla hiç ilgisi yok. Bir kez daha Yunus'a geri dönebiliriz. Hiç saldırgan bir ateist olmadım.

MARCOS, YUNUS EMRE'DEN ÇOK UZAK OLMAYAN TUHAF BİR FANİ

Marcos'un kitabımı okumuş olması büyük sürprizdi. Marcos, hiçbir politik programın global ölçekte geçerli olamayacağını düşünüyor. Bu yolla fanatik ve ütopyacı hareketleri engelliyor. Medyayı kullanma biçimi, herşeyi başaşağı çevirmesi, çok yetenekli soytarı, akrobat ve oyunculuk zincirini politik bir mesaja bağlaması sonucu yeni dünya düzenini savunan partilerin, kurumların siyaset gündemini belirleyen rolleri yerini çok çeşitli sivil girişimlere bıraktı. Marcos bunu anladı. Ayrıca o bizim için değil, herşeyi o köylüler için söyleyen bir insan. Yunus Emre'den çok uzak olmayan tuhaf bir fani...

Latife Tekin ve Sevgi Özdamar'ı takdir ediyorum

Emine Sevgi Özdamar. Almanya'da yaşıyor. Hayat Bir Kervansaray adlı kitabı Varlık Yayınları'ndan çıktı.

Latife Tekin. Bodrum'da yaşıyor. Sevgili Arsız Ölüm ve Berci Kristin'in Çöp Masalları adlı romanlarıyla tanındı.

MARKSİZMLE KAPİTALİZMİN ORTAK NOKTASI

Sadece köylüleri değil, hiçbir insan grubunu idealize etmemek lazım. Troçki gibi Marks da eleştirel bakar köylülere. Patates çuvalına benzetir. Kentle köyler arasındaki sevgisizlik, saygısızlık yüzyıllar öncesine uzanıyor. Entelektüel sıfatlar, tezler çoğu kez içinde bir tür iğneleme eğilimi taşır. Eğer Marksizmden bahsediyorsak, bence bu teorinin hala dünyada olan bitenler hakkında söyleyeceği çok şey var. Fakat kapitalizmle bir de ortak noktası mevcut: Köylülerin dünyasını tamamen yanlış algılamış olması. Bu nedenle Stalin döneminde köylülüğün şiddet kullanılarak dönüştürülmesi gibi büyük insanlık suçları işlendi.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!