Terör kokusu

Başlıkta yanlış yok. Terör korkusu değil. Kokusu. Nedenini az sonra açıklayacağım.

Ama önce, nisan ortalarında birlikte olduğum, efsaneleşmiş bir olay yeri inceleme ekibinden söz edeceğim. Hindistan’ın 70 milyon nüfuslu Andra Pradeş eyaletinin Begumpet Havaalanı’nda beni karşılayan irtibat görevlisini görünce "İşte" dedim, "Annemin hayallerindeki Hint Prensi, bu arkadaşa benziyordu herhalde." Sonraki günlerde tanıştığım polislerin birçoğu, müfettiş Mohan Raja kadar yakışıklıydı.

Hindistan’ın Haydarabad kentini ziyaretimin nedeni, keşke Türk gelinleri buraya çeken unsurları ve ünlü, 17 baharatlı, kuzu etli Biryani pilavının nasıl pişirildiğini araştırmak olsaydı. Ne yazık ki, 20 kadar çocuğun öldürüldüğü Delhi yakınlarındaki bir evin bahçesinden, Hindistan’ın merkez soruşturma bürosu CBI adına delil toplayan ve bunları inceleyenlerle görüşlerimi paylaşmam istendiğinden buradaydım.

Ziyaretim bunlarla sınırlı kalmayacak, eyaletin Emniyet Genel Müdürlüğü’nün, benim için hazırladığı, neredeyse gün ağarırken başlayan ve akşamın ileri saatlerine dek süren programı sırasında, başta terör suçlarının önlenmesi ve aydınlatılması olmak üzere, polisin yürüttüğü çalışmalarla ilgili bilgi edinecek, sayısız profesyonelle tanışacaktım.

"Clues" (İpuçları), Haydarabad polis teşkilatının adli bilimler laboratuvarına bağlı olay yeri inceleme birimi. Burada görevli, üç adet yüksek lisans diplomalı Taruvu Suresh’in (kimya, psikoloji ve eğitim bilimleri) kartvizitinde, "Deliller yalan söylemez. İnsanlar söyler" yazılı. Suresh ve arkadaşlarıyla, milletvekili Madhavi’nin öldürülmesi, başbakan Naidu’ya yönelik bombalı suikast girişimi gibi, delil toplanmasını merak ettiğim birkaç olayı gözden geçirdik.

Bu arada, geçen temmuz ayında, komşu eyaletin başkenti Mumbai’da (eski Bombay), 209 kişiyi öldüren, 700’den fazlasını yaralayan patlamaları nasıl aydınlattıklarını, video ve fotoğraflarla anlattılar. 11 dakika içerisinde yedi ayrı treni cehenneme çeviren saldırıların üzerinden üç gün geçtikten sonra çağırıldıkları görev sırasında, vagonlardan toplanmış binlerce kalıntı arasından bomba düzeneklerine ait metal, kablo, detonatör parçalarını nasıl ayıkladıklarını, RDX’i ve bir diğer kimyasalı nasıl saptadıklarını, bombaların yerleştirildiği siyah keten sırt çantalarının kumaş parçalarını nerelerde bulduklarını ve en önemlisi ele geçen bu malzemelerden faillere nasıl ulaşıldığını açıkladılar.

Ardından, İçişleri ve Biyoteknoloji bakanlıklarına bağlı bütün kriminal laboratuvarları ziyaret etme fırsatım oldu. Bir kere daha gördüm ki, tıpkı 2003 İstanbul, birkaç hafta önceki Ankara-Ulus, 2004 Madrid, 2005 Delhi ve Londra saldırılarındaki gibi, terör eylemlerinin ardındaki örgütlerin açığa çıkartılması, öncelikle iyi bir olay yeri incelemesine bağlı. Ekiplere liderlik edeceklerin çok yönlü eğitiminin ve kriminal laboratuvarla sıkı işbirliğinin vazgeçilmezliğini ise, hatırlatmaya bile gerek yok.

FÜNYE İNSANLAR

Size, "NCN, ANFO, HMX, PETN ile un, şeker, kömür, kibrit arasında bir benzerlik var mı? diye sorsam, büyük bir olasılıkla pek çoğunuz "yoktur" der. Halbuki hepsi patlayıcı yapımında kullanılır ve biraz yaratıcı düşünebilen her kimyacı, kolayca satın alınabilen üç beş maddeyle istediği yeri havaya uçurabilir.

Son 30 yılda terör eylemlerinde kullanılan sanayi ya da ev yapımı bombaların önce saatli olanlara dönüştüğünü gördük. Zamanından önce ya da sonra gerçekleşen patlamalar, beklenen zararı vermediğinde, bunların yerini, uzaktan kumandalılar aldı. Postmodern terörizmin silahı ise, fünyesi insan olanlar, yani canlı bombalar.

1968’den bu yana Ankara’dan Amman’a, Bali’den Bombay’a, dünyanın her kıtasındaki, 900 kadar irili ufaklı terör örgütünce gerçekleştirilen 34 bin saldırıyı kapsayan uluslararası bir veri tabanı, olayların 30’da birinde canlı bomba kullanıldığını gösteriyor. Bu tip eylemlerde ölen ve yaralananların sayısı ise, toplam kaybın üçte birini oluşturuyor.

Son yıllarda canlı bomba ile gerçekleştirilen saldırıların sayısında gözlenen artışın basit birkaç nedeni var. Bombayı patlatan kişi, saldırıdan canlı kurtulamayacağından, ne bir kaçma planına gereksinim var, ne de yakalandığı takdirde, konuşup bilgi vermesi mümkün. Belki de en önemlisi, saldırıyı gerçekleştirmek üzere yapılacak masrafa oranla, verilecek zararın yüksekliği. Bütün bunlara, bir de medyanın göstereceği ilgi yüzünden ulaşılacak psikolojik zarar eklenirse, bu tip saldırıların neden arttığı anlaşılmış olur.

Olayların ardından ulaşılan bilgiler ve bu bilgilerin diğer ülkelerle paylaşılması sayesinde, binlerce masumun canına mal olan bu saldırıların en az birkaç katı, eyleme dönüşmeden engelleniyor, saldırıları planlayanlar yakalanıyor. Sonuçta, terörist grupların vermeye çalıştığı zarar, bir bumerang gibi kendilerine dönüyor. İşte bu yüzden, saldırılarda kullanılan konvansiyonel silahların yerini, yakın gelecekte kimyasal, biyolojik, radyoaktif ya da nükleer olanların alacağı öngörülüyor. Bir yandan, bu olanakların teröristlerin eline geçmemesi için uğraşılırken, diğer yandan bu tip saldırıları çok önceden haber verecek sistemler yerleştiriliyor.

İhmal edilmeyen bir diğer alan, olası bir terör eyleminde yer alacak potansiyel suçluları önceden saptamak. Polisin bu amaçla başvurduğu çözümler, kimi zaman ciddi eleştirilerle karşılaşıyor. Geçen haftalarda Almanya’da yaşananlar, bunun küçük bir örneği.

Almanya ayakta

Bildiğiniz gibi dünya ekonomisinin yaklaşık yüzde 65’ini temsil eden Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya, Japonya, Kanada, Rusya ve ABD, G8 ülkeleri adıyla anılıyor. Bu ülkelerin hükümet başkanlarının katılacağı zirveler, genellikle küreselleşme karşıtlarının büyük protestolarına ve güvenlik güçleriyle karşı karşıya gelmelerine sahne olur. Örneğin 200 bin göstericinin katıldığı 2001 Cenova zirvesi sırasında çıkan karışıklıklarda, 23 yaşındaki Carlo Giuliani’nin bir "carabinieri" (İtalyan jandarması) kurşunu ile ölmesi hálá hatırlardadır.

Benzer protestolar, sadece G8’lerin birlikteliğinde değil, gelişmiş ülkelerin üst düzey yetkililerinin katıldığı her türlü toplantıda görülüyor. Şu sıralar, Alman polisinin işi başından aşkın. Bir yandan 28-29 Mayıs günlerinde Hamburg’da toplanan, Asya ve Avrupa’nın 43 Dışişleri Bakanı’nın toplantısını protesto eden binlerce kişiyle uğraşıyor, diğer yandan 6-8 Haziran 2007 tarihlerinde, Baltık Denizi kıyısındaki Heiligendamm’da bir araya gelecek G8 zirvesinde, kimsenin burnu kanamasın diye ciddi güvenlik önlemleri alıyor. Bunlar arasından biri var ki, dikkate değer.

MÜZELİK UYGULAMA SÜRÜYOR

Berlin’in Magdalenen Caddesi’nde bir müze var. Doğu Alman Gizli Servisi ile ilgili birçok bilgi ve belgenin yer aldığı Stasi Müzesi’nde, hermetik kapaklı (hava geçirmeyen) 20-25 santim yüksekliğinde cam kavanozlar sergileniyor. Aynı kavanozları, Leipzig’deki "Runden Ecke" Müzesi’nde de görmek mümkün. Herbirinin içinde, dörde katlanmış sarı toz bezine benzer yumuşak kumaş parçaları bulunuyor. Kavanozların üzerindeki etikette, "Geruchsprobe", yani "koku örneği"nin kime ait olduğu, ne zaman, nerede alındığı gibi bilgiler kayıtlı.

Doğu Alman polisinin, kimi zaman gizlice (örneğin şüphelendikleri kişilerin evlerinden iç çamaşırı çalarak ya da ifadesi alınanın oturduğu iskemleye bez sererek), kimi zaman açıkça (örneğin bezin, koltukaltına ya da bacakarasına sürülmesini emrederek) ele geçirdiği insan kokuları bunlar. Sayıları, yüz binlerle ifade ediliyor. Olay yerlerinden ya da suç aleti üzerinden alınan kokularla karşılaştırmak üzere toplanmışlar. Yarım asır geride kalan bu karşılaştırmayı, o tarihte köpekler yapıyor, aradıklarını bulduklarında havlıyorlar veya kuyruk sallıyorlardı. Halen birçok ülkede, kaçanların izlenmesi, kayıpların bulunması amacıyla, olağanüstü ayırıcı güce sahip bu burunlar kullanılıyor. Ancak günümüzde de, tıpkı Doğu Alman polisinin yaptığı gibi, şüphelilerden koku örneği toplandığını yeni öğrendik.

KOKU İLE TERÖRİST AVI

Geçen haftalarda, Hamburg ve Berlin’deki 20’ye yakın ev ve otomobile molotof kokteylleri atıldı. Araçlardan biri, Bild Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Kai Diekmann’a aitti. Hemen ardından, eylemlerin, yaklaşan G8 toplantısını protesto amaçlı olduğunu bildirir, imzasız tehdit mektupları ele geçti. Polisin, Hamburg’un St. Pauli bölgesinde oturan 68 yaşındaki, sol görüşlü, yıllardır nükleer silah karşıtı eylemlere katıldığı bilinen bir kişiyi ziyaret etmesi ve birkaç metal çubuğu iki dakika süreyle elinde tutmasını istemesi üzerine açığa çıkan uygulama, ortalığı ayağa kaldırdı. Tehdit mektuplarını yazanların kimliğini belirlemek amacıyla, zarf ve kağıtların üzerinden koku toplandığı ve bunları karşılaştıracak örnekleri elde etmek üzere, ev ziyaretlerinde bulunulduğu ortaya çıktı. Hatta polisin, merkez postanelerdeki henüz sahiplerine ulaştırılmamış mektupların kokularını araştırdığı ve kuşkulandıklarını açıp, okumuş bile olabileceği ileri sürüldü.

Şüphelilerden örnek alma işlemi, bir Doğu Alman gizli servis elemanının yaşamını konu eden ve Türkiye’de gösterilmiş 2006 yapımı, bol ödüllü Alman filmi "Das Leben der Anderen"de (Başkalarının Yaşamı) gösterildiği biçimde gizlice değil, mahkeme kararı ve rıza formu imzalatılarak yürütülse de, özel yaşamın gizliliğini savunan pek çok Alman’ın eleştirisiyle karşılaştı. Polisi, koku elde etmek için genç kızları öldüren, Patrick Süskind’in Koku adlı romanındaki seri katile bile benzetenler oldu.

Bu kişilere sormak gerek, terörle mücadele amacıyla, uzaktan bilgisayarlara girildiği, ziyaret edilen internet sayfalarının, e-postaların, indirilen belge ve fotoğrafların araştırıldığı, kişilerin biyometrik özelliklerinin yüklendiği akıllı kameraların, onlarca kişi arasından zanlıyı tanıyıp izleyebildiği bir dünyada, özel yaşamın gizliliği mi kaldı? Bunların yanında, koku delilleri öylesine masum ki. Şükretsinler, Alman yasaları, polisin koku örneği almasını yasaklayan bir madde içermese de, henüz mahkemeleri, kokuları eşleştiren köpek havlamasını yeterli delil olarak kabul etmiyor.

Özel hayatın kırıntısı bile kalmayacak

Köpeklerin kokuları ayırt etme becerisini, bir gerece yaptırabilme çabaları sona yaklaşıyor.

Amerikan Savunma Bakanlığı’nın İleri Araştırma Projeleri Kurumu DARPA’nın 4.5 yıllık projesi, bu sonbahar tamamlanacak. Bazı başka Amerikalı grupların, Alman, İsrail, İngiliz ve Çinli araştırmacıların da bu hedefe yönelik çalıştığını biliyoruz.

Kimi duyarlı okuyucularımın, bana gene mesaj gönderip "Bunları anlatma, suçlulara yol gösteriyorsun" demesini göze alarak yazıyorum.

Pek yakın bir gelecekte, bir suç işlerken üzerimizde bulunan giysileri değil yıkamak ya da kuru temizleyiciye göndermek, yakmak bile işe yaramayacak. DNA bırakmamak için aksırıp öksürmemek, maskeli, eldivenli, takkeli, galoşlu olmak bile fayda getirmeyecek.

KOKULAR 50 YIL KALIYOR

İnsan kokusunun, DNA kadar bize özgü olduğu ve hiçbir sabun, parfüm ya da beslenme biçimiyle değiştirilemeyeceği ve kokunun, hava geçirmez cam kavanoz gibi çok basit bir düzenekte bile, en az 50 yıl korunduğu kanıtlanmıştır. Kokuları ayırt eden bir gerecin belleğine bizimkinin özellikleri yüklendiğinde, şehrin nerelerinden geçtiğimiz, hangi havaalanında bulunduğumuz belirlenebilecek.

Koku peşindeki polislerini eleştiren Alman dostlarımıza sevgilerimi gönderiyorum. Yarın, özel hayatın kırıntısı bile kalmayacak, büyük bir olasılıkla haksız yere tutuklananların sayısı artacak, ancak geniş kitleler için, bugünden daha güvenli olacak.
Yazarın Tüm Yazıları