Siyasi İslam yol ayrımında

Güncelleme Tarihi:

Siyasi İslam yol ayrımında
Oluşturulma Tarihi: Şubat 08, 2000 00:00

Haberin Devamı

Olivier Roy ve Gilles Kepel'in tespitleri Türkiye'de de gündeme geldi

Siyaset sahasında din'i hayata ilişkin talepleri dillendirmek başka şeydir, dinin kavramlarını kullanarak ayrımcılığı tahrik etmek veya kutuplaşmaya yol vermek başka şeydir.

Dünyada, ‘‘İslami akımın altın yılları geride kaldı, söylemlerini değiştirmeleri ideolojik olarak zayıfladıklarını gösteriyor’’ yorumları yapılırken, Hizbullah kábusu da Türkiye'deki ‘‘Siyasal İslamcıları’’ yol ayrımına getirdi.

İslami kesimin önde gelen birçok kalemi, Hizbullah dehşeti karşısında ‘‘İslami kesimin bu vahşete karşı tepkilerini koymaları gerektiğini’’ açıktan ifade etmeye başlarken, Fazilet Partisi'nde de yenilikçi kanadın öncülüğünde, ‘siyasi İslam’a dayalı eski söylemler konusunda özeleştiri sesleri yükselmeye başladı.

‘‘İslamcı ya da dini değil, olsa olsa İslami ya da dini duyarlığı yüksek partiyiz’’ seslerinin yükselmeye başladığı FP'de, yenilikçi kanadın önde gelenleri Bülent Arınç ve Tayyip Erdoğan Zaman Gazetesi’ne büyük yankı uyandıracak açıklamalarda bulundular.

‘‘İslami Devlet’’ diye bir gayelerinin olmadığını belirten Arınç, bugün bütün dünyada en önemli tartışma konularından birini oluşturan ‘‘Siyasal İslam’’ konusunda, ‘‘Siyasal İslam'ın artık dünyada da gerilediğini ve toplumsal değişmenin böyle bir şeyin artık çok önünde olduğunu söyleyebilirim. Siyasal İslam artık eskisi gibi taraftar bulamaz’’ dedi.

Bir ‘‘Din’’ ya da ‘‘İslam’’ partisine karşı olduğunu, çünkü dine en büyük zararı bu partilerin vereceğini söyleyen Abdullah Gül de, ‘‘Siyasi partilerin dinle ilgisi ancak, din hürriyetine gösterdikleri samimi alakayla sınırlıdır’’ dedi.

Daha düne kadar ‘‘Referansım İslamdır’’ ve ‘‘Demokrasi amaç değil araçtır’’ sözleri nedeniyle tepkilere hedef olan Tayyip Erdoğan da bugün, ‘‘Şeriat Devleti diyenleri ciddiye almayacağını’’ belirtirken, Türkiye'deki din-devlet ilişkilerinin sağlıklı bir yapıya kavuşturulabilmesinde tek çözümün ‘‘Laiklik’’ olduğunu söyledi.

İslami kesimin önde gelenlerinden, Yeni Şafak Gazetesi yazarı Fehmi Koru'nun, ‘‘Sureta var gibi görünen ‘fikri akrabalık' yüzünden başım yere eğik, günlerdir kimsenin yüzüne bakamayacak kadar utanıyorum’’ dediği Hizbullah vahşeti, en önemli etkisini ise FP’de gösterdi. FP'nin Hizbullah olayı karşısındaki tavrı, partiyi karıştırırken, bölünmenin de eşiğine getirdi.

Genel Başkan Recai Kutan'ın, ‘‘Demokrasinin balans ayarcıları tankları Sincan yerine Hizbullah üzerine yürütmediler?’’ sözleriyle, Hizbullah konusunda askeri hedef alması, Genelkurmay'ın buna ‘‘İrticanın kaynağısınız’’ diye açıklama yapması, tansiyonu bir anda yükseltti. Kutan'ın hem ilk açıklaması, hem de Genelkurmay'a yanıt verirken, ‘‘Bu sözler bize değil, köşe yazarına aittir’’ demesi, ardından da Hizbullah'ı suni gündem olarak nitelemesi, partisini ayağa kaldırdı. Yenilikçi kanadın öncülüğünde milletvekillerinin büyük bir bölümü Kutan ve Başkanlık Divanı'nın istifasını istedi. ‘‘Sine-i millet’’ tartışmalarına da sahne olan FP'de sular ise henüz durulmadı.

İslami kesimin, Hizbullah'ın vahşetinden haberdar olmalarına karşın, bugüne kadar neden üzerine gitmediklerine ilişkin en önemli itirafı ise Akit Gazetesi'nin yazarı Abdurrahman Dilipak, özetle şöyle yaptı:

‘‘Bizim yazı yazdığımız gazeteler, İslami duyarlılığı daha fazla yansıtan yayın organları. Dolayısıyla o çevreler (Hizbullah) bizim yazdıklarımıza daha fazla tepki gösteriyor. Dolayısıyla bir güvenlik endişesi söz konusu olabilir...’’

Recep Tayyip Erdoğan

‘Şeriat Devleti’ diyeni ciddiye almam

- Demokrasiyi bir araç olarak gördüğünüze ilişkin medyada tartışmalar yaşandı. Mesela Nilgün Cerrahoğlu'na verdiğiniz bir söyleşide bunu açıkça ifade ediyorsunuz. Hasan Cemal sizin demokrasiyi şeriat devletine gidiş için kullandığınızı iddia etti. Nedir sizin için demokrasi?

- Demokrasiyi araç olarak gördüğüm saptaması, bağlamından koparılarak ve zorlamayla başka bağlamlara yerleştirilerek sunuldu. Türkiye'de hep amaçlar esas, araçlar ise arız; görüldügünden olsa gerek, benim demokrasiyi araç olarak tanımlamam küçümseyici bir tutum gibi algılandı. Halbuki ben amaçların meşruiyeti kadar araçların meşruiyetine de inanan bir insanım. Amaçlar ne kadar meşru ve haklı olursa olsun, eğer araçlar aynı meşruiyete sahip değilse, hiçbir hakiki sonuç elde edilemez.

- Demokrasi meşru aracı ile antidemokratik bir amaca ulaşmak istemediğinizi nereden bileceğiz?

- Bakın çok net söylüyorum başka bir şeye ulaşmak üzere herhangi bir şeyi bağlamı dışında ‘‘araçlaştırmayı’’ ben gayriahlák; bulurum.

- Yani demokrasiyi içselleştirdiniz mi?

- Kesinlikle içselleştirdim.

- Peki, demokrasiyi şeriat devletine ulaşmak için kullandığınız iddiası?

- Hálá birileri çıkıp şeriat devletinden bahsederse, onu ciddiye almam.

- O halde Türkiye'de siyasetin yumuşak karnı olan din-devlet ilişkisini ve bu çerçevede laikliği nasıl değerlendiriyorsunuz?

- Din-devlet ilişkileri konusunda iki uçtan kaçınılması sorunun çözümü için şart. Birincisi devletin din; baskı altında tuttuğu ‘‘bizantinizm’’den uzak durulmalıdır, ikincisi de dinin devleti baskıladığı ‘‘teo-politiz’’mden. Hem bizantinizm, hem de teokrasi, dinin de devletin de başbelasıdır. Bugün ülkemizde bizantinizme yaygın adıyla laikçilik denilen bazı uygulamalarda rastlıyoruz. Buna tepki olarak kimi münferit grupların teo-politik bir dil kullandıkları görülüyor. İki uç da dengesizlik doğurur. Hem bu milletin bünyesine uymaz, hem devletin işleyişinde sakatlıklar meydana getirir.

- O halde çözüm laiklik değil mi?

- Evet bizce tek çözüm laiklik. Devlet, dinler karşısında tarafsızlık ve dindarın dinsize karşı, dinsizin de dindara karşı hakkını koruma anlamındaki laiklik ilkesine göre örgütlenmesidir. Devlet en fazla minumum din hizmetlerinin verilmesini temin anlamında bir örgütlenmeye gitmelidir.

Bülent Arınç

‘İslam Devleti’ diye bir gayemiz yok

- FP'nin referansı nedir, bu referansta İslam'ın yeri nedir?

- Bir defa referansı içerisinde İslam bir din olarak yer almıyor. Ben referans olarak partinin programını, tüzüğünü alıyorum. Bizim ‘Gün Işığında Türkiye’ isimli, seçimlerden çok kısa süre önce çıkarılmış bir kitapçığımız, referansımız o olmalıdır. Bunun içerisinde din ağırlıklı olarak hiçbir zaman yer almaz, almamalıdır da. Din, eşittir parti, din eşittir siyaset, din eşittir Fazilet Partisi, geçmişte din eşittir Refah Partisi, bunların hepsi yanlış. Eğer böyle konuşanlar olduysa yanlış konuşmuşlar, bunların arkasına sığınarak siyaset yapmış olanlar varsa yanlış yapmışlardır. Bana göre din hayatın çok büyük bir gerçeğidir ve siyasetin çok üstündedir. Bugüne kadar dini kendisine ana referans yapan bir parti olmadık ve bundan sonra da olmayacağız.

- Türkiye'de siyasal İslam'ın temsilcisi olarak görülüyor FP...

- Bu da yanlış imajdan kaynaklanıyor. İslam devleti diye bir gayemiz yok. Teokratik bir parti değiliz. Ama dindarların da siyaset yapmasını, bir siyasi partinin dini hassasiyetleri gözeterek siyaset yapmasını dini referans almak ya da siyasal İslam olarak asla görmüyorum. Zaten herhalde aklı başında hiçbir kimse de bu işi böyle tarif etmez. Siyasal İslam'ın artık dünyada da gerilediğini ve toplumsal değişmenin böyle bir şeyin artık çok önünde olduğunu söyleyebilirim. Siyasal İslam artık eskisi gibi taraftar bulamaz.

Abdullah GÜL

Dine en büyük zararı yine ‘Din Partisi’ verir

Bir ‘Din Partisi’nin doğru olmadığına inanıyorum. Bir ‘Din Partisi’nin o dine en büyük zararı vereceğine inanıyorum. Çünkü, seçimlerde o partiye çıkacak oylar doğrudan o dinin gücünü gösterdiği şeklinde değerlendirilecektir ki, bu da o dine yapılacak en büyük kötülüktür.

Dinler evrenseldir ve zamanla da bağımlı değildirler. O bakımdan Müslüman ülkelerdeki Din ve İslam Partileri'ne bakarsak, mesela Pakistan'da, Bangladeş'te, vaktiyle Arap ülkelerinde, bunlar halktan hem en az oyu almışlardır, hem de hiçbir faydaları olmamıştır.

Benim için önemli olan din hürriyetini kısıtlamayan bir ortamı oluşturmaktır. Siyasi partilerin dinle ilgisi de ancak, din hürriyetine gösterdikleri samimi alakayla ilgili olarak, bu kadar olmalıdır.

Türkiye'deki sıkıntı, yani dinin politize oluyor gibi görünmesi ise din hürriyetiyle ilgili baskılardan dolayıdır. Türkiye'deki politize olmuş bir çok dindar insanın bir din devleti talebi yoktur. Marjinal gruplar hariç. Türkiye'deki geleneksel mücadele hep din hürriyetiyle ilgilidir.

Ahmet Taşgetiren Müslümanlar ne hissederler?

‘‘Türkiye nüfusunun yüzde 97'si kendisini ‘müslüman' olarak tanımlıyor. Hizbullah gibi, İslam'la bağlantılı alanda oluşmuş bir terör örgütü ortaya çıktığında, acaba bu insanlar ne hissederler? İlk tepkileri kendi durdukları nokta üzerinde şüpheye düşmek midir, yoksa bu aykırı örgütü dışlamak mıdır?

İslam toplumları, islam'dan yola çıkıp da terör dahil çok aykırı noktalara uzanan eğilimlerle ilk defa karşılaşmıyor. Peygamberimiz, kendisinden daha çok ibadet etmeye kalkışanları bile uyarmıştı. İnsan bu, ‘haddi aşmak' onun tabiatında bir yönelim potansiyeli olarak var.

İslam toplumları, bütün bu aykırı yönelişlerde, kendi inancı üzerinde kuşkuya düşmemiş. ‘Bende de bu aykırı yönelişlerden bir yansıma var mı?' diye aklına getirmemiş. İslam'ın insani veçhesine hep güven duymuş. Aykırı yönelişleri dışlamış, ‘Bunların İslam'la alakası olamaz' demiş. Temiz Müslüman çizgisi akıp gelmiş yüzyıllardır...’’

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!