Özgürlük Dayanışmayla! I.Baba ve TelevizyonAkÅŸam uzun bir yolculuk yaparak geldiÄŸi evinde tek başına yemek yedikten sonra geçtiÄŸi televizyonun karşısında

Güncelleme Tarihi:

Özgürlük Dayanışmayla I.Baba ve TelevizyonAkşam uzun bir yolculuk yaparak geldiği evinde tek başına yemek yedikten sonra geçtiği televizyonun karşısında
OluÅŸturulma Tarihi: Åžubat 21, 2000 00:00

Özgürlük Dayanışmayla! I.Baba ve TelevizyonAkÅŸam uzun bir yolculuk yaparak geldiÄŸi evinde tek başına yemek yedikten sonra geçtiÄŸi televizyonun karşısında uyuyakalmış üç çocuk babasının elindeki uzaktan kumanda yere düştüğünde, televizyonda konuÅŸan politikacılardan biri, ailenin kutsallığından bahsederken zeka dolu kameramanlar, politikacının o an yanında duran oÄŸlunun omzunu okÅŸayan ÅŸefkat dolu eline zoom yaparlar. Zapping turlarıyla kendi haber programını yaratmış ve seyretmiÅŸ olmaktan yorgun düşmüş babanın evindeyiz. Size onun hakkında bazı bilgiler vermek istiyorum. "Bir özel ÅŸirkette çalışıyor." TRT'deki yarışma programına çıkanlar tarafından reklam olmasın diye söylenen bu cümleden baÅŸka, iÅŸi hakkında bir ÅŸey bilmediÄŸimizi farz edelim. Modern bir kentte, modern bir yaÅŸamı var. En azından karısı 'kapıcılarıyla' hoÅŸ beÅŸ eden komÅŸularını eleÅŸtirirken kendilerini 'modern' olarak tanımlıyor. Babamızın, dediÄŸim gibi, her gün iÅŸinden eve gelirken uzun yol yapmasının nedeni iÅŸiyle evi arasındaki mesafe. (Saçma bir açıklama bu, 'uzun yol' dedik diye adam karşı sokakta ki iÅŸine bütün kenti dolaÅŸtıktan sonra gidecek deÄŸildi herhalde.) Evine geldiÄŸinde, söylediÄŸimiz gibi yemeÄŸini tek başına yemek zorunda kalıyor. Böylece, aslında zamane ailelerinin zorunlu da olsa biraraya geldikleri nadir anlardan birine katılamıyor babamız. Ancak evin diÄŸer bireylerini de tanıdıktan sonra babanın çok da büyük bir ÅŸey kaçırdığını söylememiz yanlış olur. AkÅŸam onun televizyon karşısına oturduÄŸu saatler, dinlenebildiÄŸi ya da kendini öyle hissettiÄŸi zamanlar. EÄŸleniyor çünkü. Sinirleniyor çünkü. Para vermeden eÄŸlenebiliyor. Ne kadar sinirlenirse sinirlensin sonunda kavga çıkmıyor. Çapkınlık yaptığı bile söylenebilir. Göğüs kanseriyle ilgili bir haberde gösterilen memelere bakıyor diye kimse suçlayamaz onu, ya da Selçuk Ural ile Çakıcı'yla kaçan kızı hakkında yapılan röportaj öncesinde, aynı adamın gelini Sibel Can'ın dakikalarca süren Hint dansını seyrediyor diye de ne karısı, ne kızı eleÅŸtiremez onu. O haber alma özgürlüğünü kullanıyor. Milli heyecanlara televizyondan katılıyor. Hatta geçen sonbaharda Alanya'da denize çırılçıplak giren Hollandalı kızın sınırdışı edilmesi konusunda gösterdiÄŸi duyarlılık evde bir seferberlik havası bile yaratmış, ilk defa bir aile olduklarını hissetmiÅŸlerdi. En küçük oÄŸlan verilen numaraya telefon etmiÅŸ. Karısı verilen 'evet, sınırdışı edilsin' cevabını "dünyanın çivisi çıkmış, bunlar deÄŸil mi bizim de ahlakımızı bozan?" ÅŸeklinde nidalarla onaylarken babamız bir kere daha telefon edip ÅŸanslarını arttırmayı teklif ettiyse de evin kızı 'edilsin' diyenlerin, 'edilmesin' diyenlerden iki kat fazla olduÄŸunu söyleyince "şükür, memleketin bize ihtiyacı yok" diyerek rahatlamışlardı. O akÅŸam ortanca olan diÄŸer oÄŸlanın henüz nerede olduÄŸunu, Hollandalı kız hakkında bir fikri olup olmadığını bilmiyoruz. Bunu, sıra ona geldiÄŸinde öğreneceÄŸiz.II. Anne ve beyaz eÅŸyalarÜç beyaz: Un, ÅŸeker ve tuz + üç beyaz: çamaşır makinesi, bulaşık makinesi ve buzdolabı. O kadar çok beyaz vardır ki hayatında annemizin. Hatta en sevdiÄŸi renktir. Nedense bütün deterjan reklamlarında beyazların daha çok beyaz olması öne çıkarılır. Beyazlar bir prestij meselesi haline getirilmiÅŸtir. Kadınların bir araya geldiÄŸi mekanlarda yukarıda saydığımız üç beyazla haşır neÅŸir yiyecekler yenilirken muhtemelen diÄŸer üç beyaz hakkında konuÅŸuluyordur. Hatta annemiz mühendislikte okuyan oÄŸluyla zayıf dersleri yüzünden tartışırken "Aman, benim hayatım makine" diye serzeniÅŸte bile bulunmuÅŸtur. Annemizin hayatı beyazlarla dolu iki mekan arasında geçmekte, ona zaman kazandırması gereken aletler zamanını çalmaktadır. Bir beyaz eÅŸya reklam filminde çocuÄŸun annesi ona kalır. Beyaz eÅŸyalar arasında sıkışıp kalmış annemizi orada kurtarmak için beyaz eÅŸyalar arasında tercih yapmak zorunda bırakılmış olmamız ÅŸu anlama gelmektedir: Hayatımız makine! III. Büyük kız ve WalkmanEvin büyük kızı... Onu kulaklıklarıyla tanıyacağız. Onları kulağından hiç çıkartmadığından olacak, ona söylenen her ÅŸeye duyarsız. Hayranı olduÄŸu ÅŸarkıcıların kasetlerini dinlerken, onların kliplerinde oynayan baÅŸ kahraman sanki. Kulaklıklarını bazen taç gibi kullanıp saçlarını da topluyor. Kentin her türlü gürültüsünden uzak. Mahallenin delikanlıları belki de duymayacağını bildiklerinden cesur laflar ediyorlar arkasından. Åžarkı aralarına rastlayan 'anam' nidalarını duysa da müziÄŸin ritmine çoktan uymuÅŸ olan kalçasını özgürlüğüne bırakıyor. DolmuÅŸta ÅŸoförün söylenmesini, arkasındaki kadınların beyazlar hakkındaki muhabbetini duymuyor. Duymak da istemiyor, o sabahları nedense çok hızlı konuÅŸan enerjik DJ' lerin esprilerine gülerken, bunu kendi üstüne alınan , kravat takmış, blue jean'li genç giriÅŸimcilerin ısrarcı bakışlarından etkilenmiyor. Müzik onu ayırıyor dışardan. Dışarısı artık sadece görüntüden oluÅŸuyor. Sesleri duymak ya da duymamak onun elinde, kulaklıkları çıkardığı zaman kente kendisiyle iliÅŸki kurması için izin verir . Kendini klip yönetmeni gibi hissetmesini saÄŸlıyor 'walkman'i. Görüntüleri deÄŸiÅŸtirebiliyor. Klipler gibi kısa iliÅŸkileri seviyor; böylesinin daha zararsız olduÄŸunu düşünüyor. Mümkünse 30'undan önce evlenmeyecek, çünkü o kendisini gerçekleÅŸtiriyor. IV: Ortanca oÄŸlan ve PC"Personal Computer bu oÄŸlum, bütün aile kullanmaz." dediydi ilk aldıklarında kardeÅŸine. O da sadece Internet' ten arakladıkları kadın resimleriyle ilgilendi sonra. BoÅŸuna endiÅŸe etmiÅŸti. Ä°ÅŸte bütün gece bilgisayarıyla birlikteydi. Hatta bu yüzden ailenin o inanılmaz duyarlılık birlikteliÄŸine katılamamıştı. Tahminlerine göre, çünkü monitördeki resimde kadının belden aÅŸağısı görünmüyordu, en azından yüzüne bakılarak güzel denilebilir bir Almanla chat halindeydi. E canım onun yaptığı da neticede milli bir davaydı. Yabancılarla kurduÄŸu baÄŸlantılar bir anlamda ülkemizin reklamı deÄŸil miydi? Sırf bunun için özellikle Peri Bacaları önünde çektirdiÄŸi fotoÄŸrafını tarayıp chat yaptığı elemanlara göstermiyor muydu? Ä°lginin arkasında duran, neden o ÅŸekle girdiÄŸini bile bilmediÄŸi taÅŸlara yöneldiÄŸinde rahatsız olup, fotoÄŸrafı deÄŸiÅŸtirmiÅŸti ama yerine Ölüdeniz'de çektirdiÄŸi fotoÄŸrafını koymuÅŸtu. Internet'e bilgilemek istiyorum diye baÄŸlandıysa da Ä°ngilizcesinin geliÅŸmesi de bir bilgi artırımıydı neticede. Hatta bazen birkaç "elemanla" ödev deÄŸiÅŸtirdikleri bile olmuÅŸtu. KonuÅŸtukları onun kim olduÄŸunu bilmiyordu. Hatta kimlik deÄŸiÅŸtiriyor, bazen kadın oluyor, ama biraz sonra rahatsızlık duyup kadın olarak girdiÄŸi muhabbetlerden ayrılıyordu. Chat yapan kızların gizemiydi onu bilgisayarın başına baÄŸlayan. Kendim oluyorum diye düşünüyordu çünkü o ekrana yazdığı hiçbir ÅŸeyden dolayı sorumluluk duymuyordu.V. Küçük OÄŸlan ve OtomobilÇevre yoluna çıkıyor geceleri. Evdekiler yataklarında uyurken bütün geceyi çevre yolunda hız yaparak geçiriyor. Arabanın önündeki amblemi yol çizgilerine göre ayarlıyor. Gerçi çevre yolunda arabanın ek getirilerinden yani kızlardan mahrum kalıyor. İçi kızlarla dolu makineler yanından hızla geçerken hemen hız göstergesine bakıyor. Sabaha doÄŸru gün aÄŸardığında ancak eve kadar benzininin kaldığı farkediyor. Çevre yolunun etrafındaki sonsuz kıra bakıyor, yavaÅŸlıyor, gölcüklerden havalanan kuÅŸları seyrediyor. Onu sollayan bir ÅŸehirlerarası otobüsün arkasından bakıp eve dönmemeyi düşünüyor, ama iÅŸte birazdan yanılmıyorsa bir kilometre sonra bu geniÅŸ, arabasının -araba babasının ama babasının 'benim' diyecek kadar arabaya sahip çıkmadığını düşünüyor. YaÄŸ gibi aktığı yollardan ayrılıp kentin içine girecek. Girer girmez, sağından geçen bir Mercedes'i kalaylayacak, sonra nedense 'Kartalcıların arabalarına benzediklerini' düşünecek. Evlerinin olduÄŸu sokaÄŸa girince çıkarken baÅŸkaları park etmesin diye sokaÄŸa koyduÄŸu çöp tenekesinin devrilmiÅŸ olduÄŸunu görecek ve kedilere küfür edecek. Zor bela bulduÄŸu baÅŸka bir park yerinde babasına arabanın yerinin nasıl olup da deÄŸiÅŸtiÄŸini açıklamak için kedilerin her an çöp tenekesini devirme tehlikesine karşın arabayı gecenin birinde sokağın öteki tarafına aldığını, nitekim hemen sonra kedilerin çöp tenekesini devirdikleri... yalanını söyleyeceÄŸini düşünecek. VI. Bir ve Ä°ki ya da "Birey ve Örgüt"Ä°nsan elinde olmayan doÄŸa koÅŸullarına göre hareket eder. Kent bu mücadelenin bir sonucu, 'mimari' dediÄŸimiz de bunun bir aracıdır. Ä°nsan yaÄŸmur nedeniyle dışarı çıkamamaktan, sıcak nedeniyle düşen iÅŸ veriminden, kar nedeniyle futbol maçlarının ertelenmesinden ÅŸikayetçidir. Bu memnuniyetsizlik iki sonuca götürür onu: Ya açıklayamadığı ve karşı koyamadığı tüm bu olup bitenleri ilahi bir kudrete baÄŸlayarak en kolay yolu seçecek ya da aklına düşen 'ÅŸeytana' uyarak açıklamak için çabalayacak. Evet, Cangızbay'ın da dediÄŸi gibi beÅŸeriyet dediÄŸimiz insanın doÄŸa karşısında kendi emeÄŸiyle oluÅŸturduÄŸu özgürlüğünden oluÅŸur. DoÄŸanın veya kendini karşısında güçsüz hissettiÄŸi herhangi bir ÅŸeyin karşısında insan özgürlüğünü kazanma mücadelesine girer. DoÄŸayla olan mücadelesinde kullandığı araç emekken diÄŸer rakipleri karşısında kullandığı araçlar deÄŸiÅŸmektedir. Baba hiçbir ÅŸekilde müdahale edemediÄŸi ülke manzarasını elindeki kumanda ile deÄŸiÅŸtirmekte ve kendi gerçeÄŸini yaratmaktadır. Uzaktan kumandanın icadı kumanda edilen televizyonun icadından daha önemlidir. Aslında baba kendisinin kumanda edildiÄŸi bir aracı kumanda ettiÄŸini sanmakta, kendine benzerler arasında tercih imkanı saÄŸlayan aletle beynini boÅŸaltmaktadır. Televizyon anketine katılmakta, çünkü zaten sadece seyredilmesinin seyredene bir katılım hissi verdiÄŸi program anket için telefona ödenen bedelle bunu 'deÄŸer'li bir hale getirmektedir. Babanın burada futbol seyircisinden hiçbir farkı yoktur. Onikinci oyuncu hiçbir zaman gol atamaz, yapabileceÄŸi tek ÅŸey bağırmaktır. Baba televizyon seyretmek gibi edilgen bir etkinliÄŸi dönüştürdüğünü sanmaktadır. CoÅŸku Hollandalı kızın sınırdışı ediliyor oluÅŸunun deÄŸil katılmanın ya da katılım sanılan eylemin coÅŸkusudur. Babanın fikrinin sonucu deÄŸiÅŸtirmeyeceÄŸini bile bile - çünkü "bu ülkenin güvenlik ve yargı güçlerinin olduÄŸunu" bilmektedir- oÄŸluna telefon ettirmesi, hakim olamadığı, olamayacağı ÅŸeye karşı içi boÅŸaltılmış bir özgürlük eylemidir. Ä°ÅŸbölümüne uygun olarak düzenlenmiÅŸ bir mekanının içinde yine iÅŸbölümüne göre hareket ederek kendini mutfaÄŸa ve banyoya kapatan anne, aslında bu iki ıslak zeminde aÄŸlayabileceÄŸi, aÄŸlarken de rahatsız edilmeyeceÄŸi eyvanını aramaktadır. Özellikle mutfak annenin üstlenmiÅŸ, üstlenmek zorunda bırakılmış görevinin gerçekleÅŸtirilen mekanı olarak onun bir uzmanlık alanıdır. Anneye evin içindeki iktidar mücadelesi için araç olarak sadece üç beyazla yarattığı harikalar ve üç beyazla yarattığı ev düzeni kalmaktadır. Bu mücadelenin alanı da banyo ve mutfaktır. Farklı beyazlar arasında seçim yapabilmek ÅŸansı bir özgürlük alanı olarak algılanmakta, anne kirlenen çamaşırları beyazlatarak tatmin olmaktadır. Bu onun için yeterli bir baÅŸarıdır. Gazetelerin kadın eklerinde de açıkça söylendiÄŸi gibi aslında insan küçük ÅŸeylerden mutlu olmayı öğrenmiÅŸtir. Ä°nsana kendini tatmin edebileceÄŸi araçlar gibi küçük baÅŸarı alanları da modern kültür tarafından verilmektedir. Aynı seyrettiÄŸi klipler kadar kısa süren iliÅŸkileriyle mutlu olan kız gibi. Evin kızı, kente 'walkman'le direnmektedir. Kente, 'seninle istediÄŸim zaman iliÅŸki kurarım' meydan okuyuÅŸuyla kendi özgürlüğünü yaÅŸamaktadır. Kentteki sesleri duymayarak, herhangi bir toplumsal bir etki altında kalmıyor. Farklı noktalara bakarak, görüntüyü deÄŸiÅŸtirirken kendi kliplerini çektiÄŸini sanmaktadır. Sanal ortamın hızlı çocuÄŸu ortanca oÄŸlumuz ise maskesini istediÄŸi gibi deÄŸiÅŸtirmekte bazen kendisi olmakta ama bunun riskini hiçbir ÅŸekilde yaÅŸamamaktadır. Henüz hiçbir iktidar tarafından denetim altına alınmamış olan bu sanal dünyada istediÄŸini söyleyebilmekte ve hiçbir sorumluluk yüklenmemektedir. Onu ekran başına baÄŸlayan bu sorumsuzluk hissi, baÄŸsızlıktır. Aynı yanılsamayı kardeÅŸi de yaÅŸamakta, gaz pedalıyla akıp giden görüntülerin hızını denetlerken hakim olduÄŸu aracın yerine geçerek nesneleÅŸmektir. Özgürlük hissini yaÅŸamak için kullanılan bütün araçlar aslında amaçlarından sapıyor. Televizyon, beyaz eÅŸyalar, walkman, bilgisayar ve otomobil kullananına deÄŸerinden çok daha farklı bir doyum saÄŸlıyor. Seçebilme, yönetebilme, yönlendirebilme bir özgürlük olarak algılanıyor. Bireyin bu kiÅŸisel doyumla yetinir hale gelmesinin sonucu, kamusal alanın sonsuza kadar asıl sivil sahiplerinde deÄŸil, amacından sapan bir devlet imgesinin elinde kalmasına neden oluyor. Tocqueville'ın "YumuÅŸak Despotluk" dediÄŸi ÅŸey budur. "Ä°nsanları kendi içine kapalı bireyler dönüşmüş bir toplumda çok az kiÅŸi özyönetim faaliyetine katılmak isteyecektir. Yönetim özel yaÅŸamın doyurucu olması için gerekli araçları ürettiÄŸi ve paylaÅŸtırdığı sürece herkes evde oturup özel yaÅŸamın keyfini çıkarmayı yeÄŸler." ( Tocqueville, Dela Démocratie'den aktaran Charles Taylor, ModernliÄŸin Sıkıntıları, Ayrıntı Yay, Ä°stanbul, 1995, s. 16) Teknik ilerlemenin kiÅŸisel doyumlara yönlendirilmesi kamusal diye adlandıran alandan bireyi uzaklaÅŸtırıyor. Bütün bunlar özel yaÅŸamların da kamusal olana müdahalesinin kapısını açıyor böylece. Ãœlkenin büyük gazeteleri birden bire sözbirliÄŸi etmişçesine Viva, Gala, Pasha çığlıkları atıyor. Memleket Pazar günleri bir özel yaÅŸamlar panayırının Galasında, Åžamdanlarla dolu masalarda oturanların Viva Pasha! ÅŸarkılarıyla yankılanıyor. Bu Türkiye için yeni bir ÅŸey deÄŸildir. Åžaşırtıcı olan Nurdan Gürbilek'in 1980'lerden sonrası için yaptığı saptamanın bizi bugüne dair şüpheye düşürmesidir. "80'lerdeki bu kaymanın- ilginin kamusal olandan özel olana kaymasının- zorunlu bir tarafı var: Her baskı dönemi, sokaÄŸa, iÅŸyerine, siyasi örgüte uygulanan her baskı, insanları ister istemez "iç"e kapanmaya; eve, kiÅŸiselliÄŸe, yalnızlığa çekilmeye zorlar. Ama 80'lerin farkı da burada: Bu dönem damgasını vuran, bu bir tür içe kapanma, bir tür geri çekilme- mahremiyete ya da ÅŸahsi olana çekilme- deÄŸildi. Tersine bir patlamaydı." ( Nurdan Gürbilek, Vitrinde YaÅŸamak, Metis Yay, Ä°stanbul, 1993, s.54) Şüphe edilen 80'lerdeki kadar yoÄŸun bir baskının ÅŸimdi olup olmadığıdır. Olmadıysa, günümüzün 80'lerden farkı, yaÅŸadığımız özel olana ilgi patlamasının herhangi bir baskı karşısında gerçekleÅŸmemesidir. Bu, kendini açıkça belli eden bir depolitizasyon deÄŸil farkında bile olmadığımız bir siyasal yabancılaÅŸmadır. Kamusal olanın özel yaÅŸamla belirlenmesi özgürlük ve birey iliÅŸkisini dönüştürüyor, içini boÅŸaltıyor. Her birey kendi özel yaÅŸamında kurduÄŸu dünyasında özgürlüğünü yaşıyor. Ben kendi payıma tek başıma yaÅŸadığım bir adadaki özgürlüğe kent yaÅŸamının tutsaklığını tercih ediyorum. Cangızbay açıklıyor bunu. "Ä°nsan hürriyeti pozitif yani boÅŸluk üzerine bir ÅŸeyler vaz'eden bir hürriyet olmayıp, yürürlükte bulunan belirleyicilikler hiyerarÅŸisini deÄŸiÅŸikliÄŸe uÄŸratmak ÅŸeklinde varlık kazanır. Bu, insanın ÅŸu ya da bu belirleyiciliÄŸin etkisini geriletmesi suretiyle kazanılır" (Kadir Cangızbay, Sosyolojiler DeÄŸil Sosyoloji, Öteki Yay, 1996, Ankara, s.47).Ne kadar birey varsa o kadar hukukun olduÄŸu bir dünyada özgürlükten bahsetmenin yanlış olduÄŸunu kabul etmek gerekir.Kızı, ortanca ve küçük oÄŸlanları düşünelim. Karşılarında baÄŸ kurdukları bir otorite yoktur. MüthiÅŸ bir kayıtsızlık içerisindedirler. En küçük oÄŸlanın tahayyülünde devlet trafik polisi olabilir sadece. Nefret bile edilmeyen, farkında olunmadığı için nefret edilmeyen dersek daha doÄŸru olacak bir "belirleyicilikler hiyerarÅŸisi" karşısında bu çocukların kendi özgürlüklerini yaratabilmeleri imkansızdır. Kendilerinin özgürlük diye tanımladıkları duygu narsizmin onlara verdiÄŸi serbestlik duygusudur: zevkler ve deÄŸerler tartışılamaz. Walkmeni kullanarak kentle iliÅŸkisini kesen, kestiÄŸini sanan kızımızın uzun yıllar evlenmeme tercihini kendini gerçekleÅŸtirmek amacıyla açıklaması bireyin kendi içine çekiliÅŸinin kanıtıdır. Artık bir baÄŸ üretilmesi olanaklı bütün beraberliklerden kaçılacaktır. Charles Taylor bunun hiç de yeni bir ÅŸey olmadığını, yeni olanının bu kendini gerçekleÅŸtirme teranesinin insanlara dayatılması olduÄŸunu söylüyor. ( aynı kitap, s.22) Aktüelin Temposuna fazlasıyla uymuÅŸ haber dergilerinden birinde sere serpe fotoÄŸraflanan bir manken iki evli bir evlilikten bahsediyor, bunu bir özgürlük olarak algılıyor, çiftlerin birbirlerinin benliklerine saygısı olarak algılatıyordu. Ä°nternet fatihi oÄŸlanın da chat yaptığı Alman kadının sadece yüzüyle deÄŸil, belden aÅŸağısı ile ilgilenmesi sereserpe manken fotoÄŸraflarının dayattığı bir güzellik anlayışının ürünüdür. Burada bireylere tutsaklık, yaÅŸasın cemaat iliÅŸkileri gibi sloganlar atmak istemiyorum. Ancak bizi odalarımıza hapseden günümüz koÅŸulları karşısında özgürleÅŸmek için dayanışmanın gerekli olduÄŸuna inanıyorum. Bugünün belirleyici olan koÅŸulları bizi benimize hapsediyorsa özgürlüğün tek yolu da dayanışmadan geçiyor demektir.Bu dayanışmanın ne tür baÄŸlarla gerçekleÅŸeceÄŸini belirlemekte yarar var. Bugüne kadar varolan örgüt pratikleri gösteriyor ki insanların baÅŸka bir güç tarafından belirlenen bir üst-kimlikte buluÅŸabilmesinin bedeli insanın atomize hale gelmesiyle ödendi. Ä°ktidar sahibi, parti ya da devlet farketmiyor her insanın kendini tanımlama koordinatlarını ortadan kaldırırken ona kendi tanımlamasına uygun bir ÅŸablon veriyor. Bugün vatan-bayrak- sakarya sosyalizminin, zaten baÅŸka bir iktidar tarafından atomize edilmiÅŸ bireye sunduÄŸu koordinatlar, ben'i hakkında fazlasıyla duyarlı hale gelmiÅŸ bireyi örgütten uzaklaÅŸtırıyor. Bu uzaklaÅŸtırma elbette somut deÄŸildir. VatandaÅŸlığın devletin verdiÄŸi nufüs kağıdıyla gerçekleÅŸebildiÄŸini kim söyleyebilir ki?DoÄŸal olana hakim olmak için kullanılan örgütler de giderek amaçlarında saparak, hakim olunması gereken doÄŸaya uyuyorlarmış gibi görünüyor, yani büyüyorlar, bu büyüme sayısal olarak gerçekleÅŸmiyor olabilir, küçülen devletlerden bahsediliyor olabilir, bahsettiÄŸim büyüme örgüt imgesinin büyümesidir. "Kavga sürer, partiler büyür." Ancak bütün bu olumsuzluklar bizi örgütlerden baÅŸka bir alternatife götüremiyor. "Ä°ki"nin olduÄŸu yerde "bir"ler özgürlük için kurallara ihtiyaç duyuyorlar. Adorno "Birey ve Örgütlenme" baÅŸlıklı yazısında, iÅŸbirliÄŸinin artık bir zorunluluk olduÄŸunu, bireyselliÄŸin gitgide özel hayatımızla kısıtlandığı uyarısını yaptıktan sonra yönetilen dünyada bir umut varsa bunun dolayımlarda ve aracılarda deÄŸil, uç mevzilerde olduÄŸunu söylerken aklımızı karıştırıyor. (Theodor W. Adorno, EleÅŸtiri Toplum Ãœzerine Yazılar, Belge Yay, Ä°stanbul, 1990, s.105) Karışan aklımızı durulaÅŸtıralım öyleyse: Marksizm Hıristiyanlık dininin ritüellerinden oldukça etkilenmiÅŸtir, devrim devrimci tarafından bir Mesih gibi algılanır. (Charles Taylor, Yeni Düşün Adamları, Byraan Magee, ÇaÄŸdaÅŸ Felsefeyi Yaratanlardan Kimileriyle SöyleÅŸiler, MEB, Ä°stanbul, 1979, s.57 ) Kurtarıcı gelecek, devrim olacak, insanın insana hakimiyeti sona erecektir. Ancak adına devrim denilen iktidar deÄŸiÅŸiminden sonra bu ütopyanın gerçekleÅŸtiÄŸini söylemek güçtür. Lenin 17 Ekim Devrimi'nden sonra 7 Kasım sabahı Rusya vatandaÅŸlarına diye baÅŸlayan bildirisini "YaÅŸasın işçi, asker ve köylülerin" devrimi diye tamamlamıştır. ( R. Page Arnot, Dünyayı Sarsan On gün, AÄŸaoÄŸlu Yay, Ä°stanbul, 1967'den aktaran Uygur KocabaÅŸoÄŸlu, Metin Berge, BolÅŸevik Ä°htilali ve Osmanlılar, Kebikeç Yay, Ankara, 1994, s.86) Devrim askerlerin de devrimidir. Bana göre Adorno'nun bahsettiÄŸi dolayımlar ve aracılar devirilecek olanın etine ve kemiÄŸine bürünenlerdir. Kendini oluÅŸturan özneleri ezerek onları tamamıyla birer nesne haline dönüştüren devlet yapılarının küçük taklitleri olan örgütlenmeler, Ulus-devlete karşı onun tanımlarından beslenerek oluÅŸturulan bir üst-kimlikle muhalefet edemezler. Bu, baÅŸka bir "belirleyicilikler hiyerarÅŸisi" kurmaktır, bu tehlikeden arınmanın yolu da tanımadan geçer. Ä°ktidarla birey arasında aracı olan örgütler, partiler bireyi bir baÅŸka örgüte taşımaktadırlar. Amacı, aracı olmanın dışında, kendini gerçekleÅŸtiren bireylerin kimliklerini ve kültürlerini tanımak olan bir beraberlik, içinde özgürlüğü barındırabilir. Dayanışma "bir"lik deÄŸil beraberliktir ve yaÅŸamın bütün alanlarını kapsar. Araç deÄŸil amaç olduÄŸu sürece "Mesih"'in gelmesi, "cennet"in gerçekleÅŸmesi mümkündür. Artık uykularımız tank paletlerinin sesleriyle bölünmeyecek, bunu bilmemiz, uÄŸrunda ölünmeden de ölümsüz bir dünyanın yaratılabileceÄŸini gösteriyor bize. Elektrikler kesildiÄŸinde bütün aile evde tek bir mum olduÄŸu için aynı odada toplanmak zorunda kalır. Ortanca oÄŸlan ablasının göğüslerinin ne kadar büyük olduÄŸunu düşünürken kızı babasının yüzündeki çizgileri farkeder. Elektrikler geldiÄŸinde kimsenin cevaplamadığı tek bir soru vardır. Hala yanan mumu kim söndürecektir? Hakan KAYNAR - 21 Åžubat 2000, Pazartesi Â
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!