Güncelleme Tarihi:
AYŞE ARAL
Valla bizim millet bu ara değil gece kulübü, lokantaya bile gidememekte, evine ekmek sokmakta da zorlanmakta. Dolayısıyla biz halkça bu durumu fazlaca kaale alamayacağız. Siz gece kulüpleri zaten maşallah bolca kazanmaktasınız sanırım. Alıverin 1000 tane IPod, dağıtın saat 12:00 den sonra millete, herkes kendince sessizce salınıp dursun sağa sola, öne arkaya, olmaz mı?
YEMEK: Geçen gece yine tesadüfen rast geliverdim bir yemek programına. Bir kısmı format ile bağlantılıdır eminim ama yine de sinir oldum yaşananlara sinir! Biri o yemeği eleştirir, öbürü diğerini.
“Bu etin durumu ne? Pek sert pek çiğ!”
”Nerden aldın bu avokadoyu? Ay ben evime bile sokmam.”
“Al bu sirkeyi çöpe at. Rezil! Bir şey eksik bu masada nerede balsamik?” Bir de biliyorsunuz yemek isimleri de değişti bu programlarla birlikte.
Sen sen ol, kocan eve gelip “Ne yemek var?” derse, sakın “Salata, nohut, pilav” deme!
Şöyle deyin hanımlar:
“Kocacığım bu akşam, başlangıç olarak, marul yaprağı üzerinde rendelenmiş havuç parçacıkları; etrafı maydanoz bezeli, özel lizey sosla! (Korkmayın lizey sos, zeytinyağı, limon karışımı. Limonun li”si zeytinyağın “zey”i)
“Ana yemek, yeşil bibercik parçalarıyla sote edilmiş, kırmızı bul biberle fırınlanmış, domates yatağında nohut ve dereotlu Filipin usulü pirinç pilavı.
GÖRÜNTÜLÜ TELEFON: Bir bunun eksikliğini çekmekteydik zaten, o da hayatımıza girmek üzereymiş az kalmış. Ne yapacağız bu durumda? Kadın-erkek yirmi dört saati bakımlı geçireceğiz. Erkekler yine bir şekilde yırtarlar bu durumu. Bir sakal tıraşı, bir jöle... Olan yine olacak bize, kadın kısmına. Hele de bekarsan durum daha da fena! Ben bekarım ya, ilk kendimi düşündüm bir anda! Saat sabahın 09:00’u ben kuafördeyim; saç-maç, kıl-tüy bakıma girmişim.
Tesadüfen arkadaşım gelmiş o sırada, bana diyor ki, “Ayşe… Hayret, yolculuk falan mı var bir yere? Sen bu saatlerde gelmezdin kuaföre?
Benden cevap: “Yok be şekerim. Beğendiğim bir adam vardı ya, öğlen saatlerinde arayacakta beni, ondan yani....”
İKONCANLAR: İkoncalara da selam edelim buralardan. Oldukları yerlere… Bodrum’a, Antalya’ya, Çeşme’ye... İyi bakın kendinize ikoncanlar. Fazla güneşte kalmayın. Bizler iyiyiz buralarda. Bu sene galiba gelemeyeceğiz oralara. Takılıp gidiyoruz halkça “Bıkkıncan”, “Bezmişcan” olaraktan!
YİNE HAVAM BOZULDUUUUU....
Hürriyet Towers’daki ilk günden sonra, bir kere daha gitme teşebbüsün de bulundum gazeteye. Hem arkadaşlarla samimiyeti ilerletecektim, hem de patronum Fatih Bey’e yeni laptopumu gösterecektim. Yazar oldum ya ben… Eski laptopumla vedalaştım, gittim kendime otuz altı ay taksitle pek fiyakalı bir bilgisayar aldım. Kadın gibi valla. Asil, güzel, şık bir laptop... Elimde iki tane bez, silip duruyorum sürekli…
Gittim Fatih Bey’in yanına, dedim ki,
"Ay iki dakika vaktinizi alacağım ama… Bakar mısınız yeni laptopuma! (Fatih Bey zoraki gülümsedi bana. Galiba hatırladı Glenn’li günlerini)
Ayıp olmasın diye de “Göster bakalım ne almışsın?” dedi. Yine pek havalı açtım laptopumu, “Bakın…” dedim.
Cevap: “Ayşe bu nedir ya? Televizyon kadar kocaman bir ekran. Sen bunu yazı yazmak için mi aldın yoksa film seyretmek için mi?”
Yine bozum oldum gitti bitti tüm havam o odada.
Şimdi kendimce bazı planlar yapmaktayım bir sonraki Hürriyet Towers ziyaretimle ilgili…..
DİP NOT: “Yok Artık” yazısı ile ilgili sizlerden inanılmaz mailler aldım. Hepsini tek tek okudum ve cevapladım. Bu hafta bu konuya derinden gireceğiz merak etmeyin. Dinimizi sömürmeye çalışanlara, kutsal kitabımızı okuduğunu söylediği halde, besbelli okuduğunu anlamamış olanlara.
Kafası kapalı olana namuslu deyip, açık olanı dinsiz, imansız yapanlara hem sizlerin hem benim cevaplarımız olacak haliyle.
DİP NOT 2: Harika bir şey oldu bu arada. İyi ki deşifre ettim ben bu bestekarı. Adam kayıplara karıştı. Gıkı çıkmıyor artık. Sitesine girdim baktım, şiirlerine de ara vermiş kendileri. Çok sevindim çok.