Güncelleme Tarihi:
Bu dizeleri kaleme alan, 20. yüzyılın en önemli birkaç şairinden biri olan Nazım Hikmet aramızdan ayrılalı, 50 yıl oluyor...
Â
Şairin dediği gibi, "aklı öldürdükleri" içindi ki, biz ona, o bize hasret yaşadık son ayrılığı.
Â
1938'de cezaevine konuldu Nazım, 1950'de af yasasıyla serbest bırakıldı. Bu sefer de ölüm tehditleri almaya başladı. Çaresiz, ülkesinden gizlice ayrılarak Rusya'ya gitti. Bir yıl sonra Türk Vatandaşlığı'ndan çıkartıldı.
Â
1938'den, öldüğü yıl olan 1963'e kadar şiirleri, oyunları, senaryoları; kısacası bütün yapıtları Türkiye'de yasaklıydı. "... yazılarım otuz kırk dilde basılır, Türkiye'mde, Türkçemle yasak" dizeleriyle sitemini dile getirdi... Zorunlu gurbeti ve yasaklı oluşu yetmezmiş gibi, hakkındaki karalamalar, iftiralar birbirini izledi.
Â
Ölümünden sonra tanımaya başladık onu, eserleriyle tanıştık, çok geç...
Â
Â
Türk şiirini 'özgür koşuk' ile tanıştıran, 1950'de Uluslararası Barış Ödülü'ne layık görülen -kendisi gidemediği için ödülü onun adına, yoldaşı olan şair Pablo Neruda aldı- Nazım'ın dehası, on yıllarca kendi insanından, kendi toprağından esirgendi.
Â
Şair cezalandırılıyordu güya, Türkiye asıl cezayı kendine, sanatına kesmişti. Telafisi olmayan bir ceza!
Â
"Ben yanmasam, sen yanmasan, biz yanmasak nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa" diye sorgulayan, "Yok edin insanın insana kulluğunu, bu dâvet bizim... Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine" dizeleriyle cemiyet hayatında birey olmanın formülünü veren, biat kültürüne baş kaldıran bir kalemden yoksun kaldı toplum.
Â
Dahası, YaÅŸar Kemal’in deyiÅŸiyle, “Bunca yıl hapishanelerde, katillerin, suç iÅŸlemiÅŸ kiÅŸilerin arasında yaÅŸayıp da böylesine temiz, çocuksu kalabilen eÅŸsiz, benzersiz yürekli"* bir insanı bu ülkeye vaktinde kazandıramadık.Â
Â
50 yıl önce bugün; mavi gözleri kapandı, güler yüzü soldu, vatanından önce kara toprakla buluştu şair.
Â
(*) 'Nazım Hikmet, Tabu ve Efsane', Ataol Behramoğlu
Â
Â
Â