Ölen oğlumuzun peşinde

Güncelleme Tarihi:

Ölen oğlumuzun peşinde
Oluşturulma Tarihi: Mart 16, 2002 21:44

19 yaşındaki genç delikanlı gece evde arkadaşlarıyla eğleniyordu. Sonra balkona çıktı. Arkadaşlarının ifadesine göre 3. kattan düşmüş olarak bahçede bulundu. Hastaneye götürüldü, düşme nedeniyle gereken akciğer röntgeni bile çekilmeden eve yollandı. İki gün sonra aynı hastanede öldü. Anne ve babası hala oğullarına ne olduğunu öğrenmeye çalışıyor, bunun için mücadele ediyor.

Bir zamanlar Düzce'de mutlu bir aile yaşıyordu. Giresun doğumlu Baba Hayati Durgut, üniversiteyi bitirdikten sonra bir kamu bankasında memur olmuştu. Anne Gülsen Hanım PTT'de çalışıyordu. Ailenin 1980 doğumlu Altan Barış ve 1986 doğumlu Sevda isimli iki çocuğu vardı. Bir daireleri, güç bela aldıkları eski model arabaları, kıt kanaat geçinip gidiyorlardı.

Altan Barış ve Sevda, eğitimlerini başarıyla sürdürmüşlerdi. Aldıkları takdir ve teşekkür belgeleri özenle çerçevelenip salonun duvarına asılırdı. Altan babası gibi futbola düşkündü. Futbol merakı Altan Barış'ı daha 11 yaşındayken sahalara taşıdı. Giresun Bulancak Spor'da top koşturmaya başladı. Sonra babasının görevi gereği gittiği tüm illerde futbol oynamayı sürdürdü: Burhaniye Spor, Kütahya Seramik Spor, Düzce Spor ve en sondan bir önce Darıca Spor'da. Çok da iyiydi. Sürekli övgüler alıyor, futbolu ilerletmek istiyordu.

Liseyi bitirince Anadolu Üniversitesi Turizm Yüksek Okulu'nu kazandı. Bir yandan okul bir yandan futbol hayatını sürdürdü. Sevda da okul birincisiydi. Sürekli ekonomik sıkıntı çeken bu memur ailenin mutlu hayatı 1999'a kadar devam etti.

FELAKETLER YILI

O uğursuz yıl, Durgut Ailesi için felaketlerin başlangıcı oldu. Önce Mayıs ayında, ailece Antalya'ya giderlerken arabalarıyla Korkuteli'nde bir uçuruma yuvarlandılar. Şans eseri hafif sıyrıklarla atlattılar bu kazayı.

Okul dönemi sona erince Altan Barış, Çeşme'deki bir otelde staj yapmaya başladı. Babası, annesi ve kardeşi de Altan'ı yalnız bırakmamak için tatillerini Çeşme'de bir pansiyonda geçirmeye karar verdi. Kaldıkları pansiyonun şofbeni bir gece yarısı infilak etti. Şans eseri banyoda kimsenin bulunmaması bir facianın önünü aldı. Aradan bir hafta geçmişti ki, evde misafirlerin olduğu bir akşam bu sefer de evlerindeki şofben patladı. Neyse ki banyoda yine kimse yoktu.

Durgut Ailesi, kazanın ve şofben patlamalarının gelmekte olan büyük felaketin ayak sesleri olduğunu anlamamışlardı. Tam bu sırada Gülsen Hanım'ın hamile olduğu anlaşıldı. Yıllar sonra gelen bebek haberi herkesi heyecanlandırdı. Altan ve Sevda bir kardeşleri olmasını çok istiyordu. Henüz 38 yaşında olan Gülsen Hanım'ın emekliliği de yaklaşıyordu ve ‘‘Emeklilik günlerimde bir çocuk daha büyütürüm’’ diye düşünüp, bebeği doğurmaya karar verdi.

Çeşme günlerinde Altan Barış, Beşiktaş'ın hocalarından biriyle tanıştı ve sahada onu izleyen hocanın beğenisini kazandı. Hoca ‘‘İstanbul'a gelirsen seni belki Beşiktaş'ın alt yapısına alırız’’ sözü verdi. Bir başka teklif de Rumelihisarı'ndan geldi. Birinci amatör kümede oynayan kulüp, Altan'ı kadrosuna katmak istiyordu. Tatil bitti. Hayati Bey, Gülsen Hanım ve Sevda Düzce'ye döndü, Altan da yeni sahalarda top koşturmak için İstanbul'a gitti.

16 Ağustos gecesi, Düzce'deki evde Anne Gülsen Hanım'ın emekliliği kutlanacaktı. Yeni bir hayat başlıyordu. Dostları, komşuları, akrabaları evi doldurmuştu. Misafirlerini uğurladıktan sonra yattılar. Gece yarısı yeraltından gelen büyük bir infilakla uyandılar. Sanki binlerce şofben birden patlıyordu. Evleri alt üst olmuş, bütün eşyalar boşlukta sallanmaya başlamıştı. Kendilerini zor dışarı attılar. Deprem oluyordu. Sabah olduğunda artık başlarını sokabilecekleri bir evleri kalmamıştı.

Bir çadıra yerleştiler. Altan Barış akşama doğru ailesinin yerleştiği çadıra ulaşınca, tüm aile birbirine sarıldı. Evlerini kaybetmişlerdi ama şükürler olsun hepsi yine bir aradaydı. Sonraki günlerde akrabalarını, çok yakın dostlarını ve komşularını toprağa vermek zorunda kaldılar.

Altan Barış İstanbul'a döndü. Takımda oynamak için hazırlıklara başladı. Bankacılık yapan teyzesinin kızının evinde kalıyordu. Yeni sevgililer, yeni arkadaşlar buldu İstanbul'da kendine. Aynı takımda oynayan Veysel Durmaz ve Özkan Akdağ, en yakın arkadaşlarıydı. Altan sahalarda da fırtına gibi esiyordu. Hocası Kadir Yıldırım da onu seviyor ve destekliyordu.

O GECE EVDE NELER OLDU?

Altan Barış, 2 Kasım 1999 akşamı arkadaşlarını, kalmakta olduğu Beşiktaş, Otim Yolu, Ayazma Dere Caddesi 10 numaradaki eve davet etti. Veysel ve Özkan'la geç saate kadar içki içip sohbet ettiler. Geceyarısı saat 2'yi gösterirken, Durgut Ailesi’nin sevgili oğlu Altan Barış balkonunun altındaki toprak zeminde boylu boyunca yatıyor bulundu.

Altan'ın o dönemde Canan G. adlı bir kız arkadaşı vardı. O meşum gece, arkadaşı Veysel, Altan'ın telefonunu kurcalayarak Canan'ın numarasını buldu ve aramaya başladı. Sonrasını Canan G.'nin yazılı ifadesinden okuyalım: ‘‘Barış’ın arkadaşı, Barış'ın telefonunu kurcalayarak numaramı bulup beni arıyor. Bu esnada Barış, bunu farkedip arkadaşına kızgınlığını ifade edecek şekilde söyleniyor. ‘Terbiyesizlik yapma, bana ait telefonları arayıp işletmek hoşuna mı gidiyor? Adi herif' gibi sözler söyledi. Sonra benle konuşup arkadaşının adına özür diledi. Sonra arkadaşına özür diletti.’’

İlginçtir, Veysel ve Özkan’ın ifadelerinde bu tartışmadan hiç söz edilmemiş. Mahkeme aşamasında ortaya çıkan Canan G. olayı, Barış'ın babasına anlatınca, durum ortaya çıkıyor.

Yine evdekilerin ifadesine göre, 02.00'ye doğru Veysel yatmaya gidiyor, Özkan da televizyon seyrediyor. Barış bu sırada üçüncü katta bulunan dairenin balkonuna çıkıyor. Barış dönmeyince Özkan arkadaşına bakmak için balkona çıkıyor. Fakat Barış'ı göremiyor. Aşağı baktığında Barış'ın toprak zemin üzerinde yatmakta olduğunu görüyor. Veysel'i aceleyle uyandırıp arkadaşının imdadına koşuyor. Hemen bir ambulans çağrılıyor ve saat 2.20'de Barış'ı Şişli Etfal Hastanesi acil servisine ulaştırıyorlar.

GASTRİT TEŞHİSİ KONULDU!

Bu arada Barış'ın şuuru yavaş yavaş açılmaya başlıyor. ‘‘Yüksekten düşme’’ şikayetiyle hastaneye gelen Barış'a nöbetçi doktor Harun Gülcemal ilk müdahaleyi yapıyor. Hastanın sadece beyin tomografisi çekiliyor. Barış, sabaha kadar getirildiği sedyede bekletiliyor ve ‘‘hastanın talebi üzerine’’ saat 07.00'de bir imza karşılığı taburcu ediliyor.

Eve dönen Barış, aynı gün öğleden sonra kötüleşiyor ve arkadaşları onu alıp yine Şişli Etfal Hastanesi'ne getiriyor. Bu kez muayeneyi başka bir doktor yapıyor. Ona bir önceki geceki olay anlatılmasına rağmen, yapılan tetkikler sonucu 'gastrit' teşhisi konuluyor. Teşhisi koyan Dr. Sertaç Öztürk başka bir incelemeye gerek görmeden iki ilaç yazarak Barış'ı evine gönderiyor.

BABA İYİ DEĞİLİM

Aynı saatlerde Düzce'deki deprem çadırında Durgut ailesi artık oldukça eskimiş olan arabalarını yenilemek üzerine sohbet ediyor. Hazır, Gülsen Hanım da emekli ikramiyesini almışken bu değişikliği yapmanın tam zamanı. Hayati Bey, oğlunun da fikrini almak için Barış'a telefon eder. Barış'ın sesi kötü gelir. Babası ne olduğu sorduğunda, merdivenden düştüğünü ve iyi olmadığını söyler. Düzce'ye gelmesini isterler, ‘‘ortalığı toplayayım, yarın sabah gelirim’’ diye cevap verir Barış. Hayati Bey akşam oğluyla tekrar konuştuğunda ‘‘Baba iyi değilim, içim yanıyor’’ der. Hayati Bey eşini alarak İstanbul'a doğru yola çıkar. Bir yandan da Barış'ın hocası Kadir Yıldırım'ı arayarak, oğlunu hastaneye götürmesini rica eder.

Saat 24.00 civarında yola çıkan Hayati Bey, o sırada Şişli Etfal Hastanesi'ne götürülmüş olan oğluna bir telefon daha eder. Barış, çok kötü olduğunu ve konuşamayacağını söyleyerek telefonu kapatır. Bu sırada Ümraniye'deki gişelere yaklaşmaktadırlar. Hayati Bey, Kadir Yıldırım'ı arayarak Barış'ın durumunu sorar. Kadir Hoca, ‘‘Yanınızda kim var’’ diye sorar. Eşiyle birlikte geldiğini söyleyince ‘‘arabayı hanginiz kullanıyor’’ diye ikinci bir soru yöneltir, cevabı alınca, ‘‘henüz muayenesi yapılıyor, durum belli değil’’ deyip telefonu kapatır.

Hayati Durgut, o anı şöyle anlatıyor: ‘‘Bu söz üzerine benim başım dönmeye başladı. Herşeyi anlamıştım. Arabayı güç bela sağa çektim ve durdum. Tam o sırada, oğlumun ehliyet için çektirdiği ve arabanın güneşliğine koyduğu vesikalık fotoğraf uçarak kucağıma düştü... Arabayı kullanamayacağımı hissettim. Durumu gişelerde görevli polislere anlattım. Onlar arabamı güvenli bir yere çekip anahtarı bana teslim ettiler ve kendi araçlarıyla eşimi ve beni alıp hastaneye kadar getirdiler. Hastanede olayı öğrendik. Oğlum, benim aslanım, fotoğrafının kucağıma düştüğü an ölümün karşısında yenik düşmüştü...’’

Sonraki günlerde, olayı soruşturan savcılık takipsizlik kararı verir. Oğlunu toprağa verdiği haftanın sonunda yani 12 Kasım 1999'da deprem bu sefer Düzce'yi vurur. Çadırda kalmakta olan aile, ellerinde kalan son sermayelerini de kaybeder. Hayati Bey'in tayini İzmir'e çıkar.

Durgut ailesi’nin yaşadığı bu acı olayın üzerinden iki yıldan fazla zaman geçti. Ama baba Hayati Durgut olayın peşini bırakmadı. Oğlunun, ihmal sonucu öldüğüne, o gece evde yaşananların bir kısmının karanlıkta kaldığına inandığı için ikinci bir dava açmak için çaba sarfetti. Bu arada varını yoğunu kaybetti, borçlandı. Bütün umudu davanın tekrar görülmesi.

Mahkeme kararı bu hafta

Durgut ailesi’nin Sağlık Bakanlığı aleyhine açtığı davanın ilk celsesi 22 Mart Cuma günü görülecek. Ailenin avukatları Ayşegül Kaya ve Aytekin Çiftçi iddialarını dile getirecekler. Avukatlar daha önce mahkemeye sundukları dilekçede sağlık bakanlığı’nın, ‘‘bu tip ölümleri ve kusurları doğal karşılamak gerekir’’ yorumuna itiraz ettiler: ‘‘İdare ve idarenin ajanlarının kusurlu fiilleri neticesinde bu elim olay meydana gelmiştir. Hastaya yapılması gereken tedavi yapılmamış, bu yapılmadığı gibi müteveffaya teşhis bile konulmamış, hasta bu hali ile taburcu edilmiştir.’’

Sağlık Bakanlığı'nın savunmasında, idarenin eylemi ile sonuç arasında nedensellik bağının bulunmadığı iddia ediliyor. Halbuki yüksekten düşme şikayeti ile hastaneye başvuran bir hastaya yapılması gereken ilk iş; hastanın vücudunda kırıkların olup olmadığının tespiti için filmlerinin çekilmesi. Bu filmler, yüzeysel muayene esnasında tespit edilmesi çoğu zaman olanaksız olan iç kanama riskini doktorun daha iyi saptamasını sağlamakta. Fakat böyle bir filme gerek görülmemiş. Uzmanlar, yüksekten düşenlerin akciğer filminin alınmasının zorunlu olduğunu ifade ediyor. Altan'ın akciğer filmi de çakilmemiş. İdare, ‘‘Filmin çekildiğini fakat bulunamadığını’’ dilekçeye eklemiş.

EVDEKİ DÖRDÜNCÜ KİŞİ KİM?

O geceden karanlık bir nokta var: Altan'ın iki arkadaşı Veysel ve Özkan, ifadelerinde evde toplam üç kişi olduklarını söylüyor. Ama daha sonra Barış'ın babası Hayati Bey, o gece çekilmiş olan fotoğrafları banyoya verdiğinde evde dördüncü bir kişinin de olduğunu farketti. Ama bu tespit, olaydan aylar sonra ortaya çıktığı için ilk mahkeme kayıtlarına geçmedi.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!