Oğlumun ismi için pişmanım

Güncelleme Tarihi:

Oğlumun ismi için pişmanım
Oluşturulma Tarihi: Eylül 13, 1998 00:00

Haberin Devamı

1982'de Cannes Film Festivali'nde iki film Altın Palmiye'yi paylaştı: Biri Yılmaz Güney'in ‘‘Yol’’ filmi, diğeri Costa Gavras'ın Şili diktatörlüğünü anlatan ‘‘Kayıp’’ filmiydi. ‘‘Kayıp’’, o sıralarda 12 Eylül döneminin yasaklı günlerini yaşayan Türkiye'de gösterildi. ‘‘Yol’’ filmi de belki kendi diktatörlüğünü yaşayan Şili'de gösterilmişti, ama Türkiye'de gösterimine izin verilmedi. Yılmaz Güney ‘‘Duvar’’ adlı son filmini Fransa'da yaptıktan sonra Paris'de öldü. Türkiye'de onunla ilgili yasağın kaldırılması yıllar sürdü. Eşi Fatoş Güney'in öncülüğüyle Yılmaz Güney Vakfı kuruldu. Vakıf, Yılmaz Güney'in yurtdışına kaçırıp kurtarmayı başardığı 12 filmini elinde bulunduruyor, onunla ilgili belgeleri topluyor, kitaplarını yayınlıyor. ‘‘Yol’’ filminin restorasyonu için uğraşıyor. Film, Özen Film tarafından kasımdan itibaren Türkiye'de vizyona sokulacak. Filmin restorasyonunu sağlamak için 19 Eylül'de Yedikule Zindanları'nda Disk'e bağlı Sine-Sen'in katkısıyla Mahsun Kırmızıgül, Melike Demirağ, Yavuz Bingöl, Çığ, Murathan Mungan, Can Yücel gibi sanatçıların şarkıları, türküleri ve şiirleriyle katılacağı bir gece düzenleniyor. Biz de Yılmaz Güney Vakfı'nda eşinin mirasının korunması için çalışan eşi Fatoş Güney'le konuştuk. Yılmaz Güney gibi bir efsanenin eşi olmanın, ismini ve mirasını taşımanın zorluklarına değindik.

Efsane haline gelmiş, üzerinde bu kadar çok şey yazılıp çizilmiş bir insan hakkında konuşmak zor.

- Herkes kendi efsanesini anlatıyor. Elbette insanların anılarını anlatmasına karşı değilim ama bunun bir sorumluluk yüklediğine de inanıyorum. Dikkat ettiyseniz ben bugüne kadar hiç anılarımı anlatmadım ve yazmadım. Böyle bir şey yapacağım zaman kendimden yola çıkmayı isterim. Önce kendimi, kendi yaşamımı, evrimlerimi anlatmak isterim. Yılmaz Güney de bunların içinde olur ama o da benim Yılmaz Güney'im olur.

Siz daha önce de Yılmaz Güney'in mirasının sömürüldüğünü ileri sürmüştünüz. Efsane haline gelmiş, yani başkalarına mal olmuş bir insana hayran olunması doğal. Hayranlıkla sömürmek arasına bir çizgi çekmek de bazen kolay değil. Neden siz bu konuda hassas davrandınız?

- Yılmaz Güney tabii kitlelere mal olmuş bir sanatçı. Sadece sanatçı da değil. Yılmaz Güney'in özelliği bir düşünce insanı olması, bir mücadeleden gelmesi, inandığı fikirlerin sanatına yansıması.

104 filmi yokedildi

Onun ötesinde, siyasi bir kimliği vardı...

- Evet, siyasi kimliği vardı. Hatta Türkiye'den ayrılmasının nedeni de siyasi yazılarıydı. Hiç bilinmiyor değil ama tekrarlamak istiyorum: Yılmaz Güney cinayet suçundan hüküm giydiği için Türkiye'den ayrılmadı. Zaten Yumurtalık davasından ötürü 7.5 yıl hapiste yatmıştı ve cezasının bitmesine çok az kalmıştı; esas yazılarından ötürü açılan davalar yüzünden (100 seneye ulaşıyordu) Türkiye'den ayrılmaya karar verdi. Yılmaz Güney'e sahip çıkan çok insan var, saygı duyuyorum. Ama onun anısı belli bir çerçeve içinde yaşatılmalı. Ben vakfı bu amaçla kurdum. Çünkü anlatılan anılar kuma yazılan şeyler. Kalıcı olanlar bir sanatçının eserleri. Bunları yeni kuşaklara aktarmak amacımız. Vakıf esas olarak yayıncılık üzerinde duruyor. 12 filmimiz var. Türkiye'den ayrılmadan önce yurtdışına çıkarıp kurtardığımız filmler bunlar. 104 filmi yokedildi. Elimizdeki filmlerin onarılması gerekiyor. ‘‘Yol’’ filmiyle bu çabaya başlıyoruz.

Vakıf Yılmaz Güney'in mirasını yaşatmak dışında başka faaliyetlerde de bulunabiliyor mu?

-Aslında vakfın amaçları arasında kültür va sanat alanında daha farklı şeyler de yapmak var. Ama kendimizi ancak toparlayabildik. Filmlerini toparlamaya öncelik verdik. Vakfı ilk kurduğum yıllarda hapishaneye yönelik sanat faaliyetleri yapmak istedim. Adalet Bakanlığına başvurdum, projeler hazırladık, sadece kadın ve sübyan koğuşlarına, önce olur der gibi oldular, sonra sadece kadınlar dediler, sonra ondan da vazgeçtiler.

Vakfa ulaşan Yılmaz Güney hayranları nasıl bir profil çiziyorlar?

- Çok genç kuşaktan insanlar var. Yılmaz Güney sineması üzerine tez yazanlar, çalışma yapmak isteyenler, filmlerini izlemek isteyenler. Sadece annelerinden babalarından duymuşlar. Bir aile var. Çocuklarının isimlerini Arkadaş, Umut, Ağıt koymuş. Çocuklar buraya geliyorlar. Bunun bir hikayesi var: Bir gün İmralı'ya Yarıaçık Cezaevi'ne ziyarete gidiyorum. Bir adam geldi yanıma. Motor bekliyoruz iskelede. Elinde iki tane çuval. İçinde koca koca karpuzlar. ‘‘Ben de Yılmaz abiye gidiyorum Fatoş abla.’’ ‘‘Nedir bunlar?’’ dedim. ‘‘Diyarbakır karpuzu. Diyarbakır'dan getirdim’’ dedi. ‘‘Ne?!’’ dedim ben. ‘‘Buradan karpuzları niye taşıdın, burada da karpuz var.’’ ‘‘Hayır Diyarbakır karpuzu başkadır’’ dedi. Ve o iki çuvalı sırtına yükledi. Oradan iki saat-dört saat gittik, vapurlara motorlara bindik, onları Yılmaz Güney'e ulaştırdı. İşte bu çocukların babasıydı o. Bir kamyon şoförüydü.

Aradan bunca zaman geçtikten sonra Yılmaz Güney'den bağımsız olarak kendinizi hiç öne çıkarmadınız. Bu çalışmalarla kendinizi kısıtladınız. Bu insanı şaşırtıyor. Siz Yılmaz Güney'le tanışalı kaç yıl oldu?

- Bugün yaşasaydı 25 yıllık evli olurduk.

Yeni gözümü açıyorum

Demek çeyrek asırlık bir süre var. Bu süre içinde siz hep onun eşi olarak kaldınız.

- Ama dediğim gibi... Bunu anlatmakta zorlanıyorum herkese. Sadece Yılmaz Güney'in eşi olarak kendimi hiçbir zaman görmedim. Nasıl anlatayım... Yılmaz Güney Türkiye'de sanat ve siyaset hayatında bir mevziydi, bir mücadele simgesiydi. Ben de bununla özdeşleştirdim kendimi. Bu vakıfta çalışırken ben yine bu alanlarda bir şey yapıyorum.

Ama 25 yıldır kendiniz herhangi bir şey yapmak istemediniz mi?

-Hayatımız öyle büyük bir girdaptı ki. O kadar fırtınalı geçti ki ben daha yeni yeni gözümü açıyorum diyebilirim. Evlendiğimiz andan itibaren kendimi olayların içerisinde buldum. Yılmaz'ın ardından da çocuklar vardı, oğlum vardı, hayatımızı devam ettirmeliydim. Bu büyük bir çaba gerektirdi. Ne yapabilirim diye de düşündüm zaman zaman. Vakfı kurdum. Vakfı kurmak benim için bir hedefti ama onun dışında ne yapabilirdim? Örneğin siyasi çevrelerden birtakım talepler oldu. Siyasetle uğraşmayı kendi kişiliğimle bağdaştıramadım. Onun dışında sanatsal yeteneklerim bugüne kadar su yüzüne çıkmadı. Belki vardır, denesem ortaya çıkar ama (gülüyor). Yazmak bana en yakın geliyor. Artık toparlanıp işleri yoluna koyduktan sonra; ama dediğim gibi yine anılar olmayacak bu da...

Bir özgeçmiş, otobiyografi mi?

- Oradan başlamayı düşünüyorum. Benim için üç şey kafamda: Yılmaz'dan öncesi, Yılmaz'la birlikte ve ondan sonrası. Benim için zaten Yılmaz'dan sonrası daha önemli.

Oğlum için çok zor

Ömrünüz boyunca bu vakıfta mı çalışacaksınız?

- Ne yazık ki böyle bir mahkumiyetim var. Bu vakfı kurmakla öyle bir şeyin içine hapsettim kendimi.

Ama bu vakfın yönetimini devredebilirsiniz... Paris'teki yaşantınızı nasıl düzenlediniz? Ekonomik sıkıntı çektiniz mi?

- Yedibuçuk yıl boyunca dönemedim. Ekonomik sıkıntılar çektim. Neyse ki varlıklı bir aileden geliyorum, yoksa çok zor durumda kalabilirdim. Bu vakıf için 20-30 bin kişilik dört gece düzenledim Almanya'da. Yılmaz'ın Paris'teki anıtmezarını aynı şekilde yaptım. Kişisel sorunları olanlar oldu, siyasi farklılıklar gösterenler oldu. İnsanların artık bunun üzerine çıkıp onu Türkiye ve dünya çapında bir sanatçı ve Türkiye'deki demokrasi mücadelesinde onurlu ve mütevazı bir mevzi olarak değerlendirmeleri gerektiğine inanıyorum.

Oğlunuz var, o da artık büyüdü, 25 yaşında. Onu nasıl yetiştirdiniz? Babasıyla ilişkisi nasıldı? Onun için Yılmaz Güney'in oğlu olmak zor mu?

- Onun için zor. Babasıyla müthiş bir aşk vardı aralarında. Hiçbir zaman babasıyla birlikte yaşamamış bir çocuk. Babasını tam bulduğu anda yeniden kaybetti. Babasını kaybettikten sonra ona şöyle dedim: ‘‘Hiçbir zaman babanın manevi, siyasi ya da kültürel mirasını taşıyacağım diye kendine yüklenme. Baban değerli bir insandı, iyi bir sanatçıydı, bir mücadele insanıydı. Ama sen bunların hiçbirinden sorumlu değilsin. Senin kendine ait bir kişiliği olmalı. Çok farklı alanlarda bir şeyler yapmak isteyebilirsin, ben seni destekleyeceğim.’’ Ona hiçbir zaman baskı yapmadım. Aksine o baskıları azaltmaya çalıştım, ama ne yazık ki benim bunu yapmam yeterli olmadı. Çünkü müthiş bir baskı var her zaman. Hala öyle. Ne yaparsa ne ederse bir yerde onun oğlu. Babasına büyük bir sevgisi var; bu yüzden olumsuz bir yönü yok, ama bunun altında ezildiğini ben hissettim. Bocaladı. Ama ayaklarının üzerinde durmayı başardı. Çok da kötü olabilirdi çocuklar için. Elif için de aynı şeyi söyleyebilirim. İkisi de kendi ayakları üzerinde durmayı başardılar.

Çevreden mi bir baskı geliyor, ismi bile aynı olan bir çocuk?

- O da ne büyük bir yanlış yapmışım! Fikir benden çıkmıştı, şimdi nasıl pişmanım, ama iş işten geçti.

Sizin üzerinde bir baskı var mı?

- Sıkıntı veriyor. Bunalıyorum kimi zaman. Ama bunu biraz da ben yaptım gibi hissediyorum. Hayatımı daha serbestçe yaşayabilirdim. Hayatımda insanlar var, yeni bir insanla hayatımı birleştirdim, diyebilirdim. İnsanlar da buna tepki duymazlardı. Ama nedense... Kendi özel hayatıma titizlik göstermek, afişe olmamak, bir şeylere dikkat etmek adına, ama tabii beni boğdu bir yerde, hep Yılmaz'la anılmak. Özellikle hemcinslerim beni anlamakta zorlanıyorlar, daha derin düşünüyorlar bu konuda.

Hayatınızı daha mutlu bir evresinde misiniz, bu çalkantılardan sonra?

- Mutluluk göreceli bir şey, yaratılıyor, anlardan ibaret olabiliyor. Ama ben kendimle barışığım. Hedeflediğim şeyleri yaptığımı düşünüyorum, bir eş, bir yol arkadaşı, bir anne olarak. Kimi yerlerde fazla fazla gerekmediği kadar. Örneğin bu vakfı kurmakta hiçbir zorunluluğum ve sorumluluğu yoktu. Kendi yaşantımı sürdürebilirdim bir başka biçimde. Ama bunu kendim istedim.

İleride hayatta başka bir şey yapmak isteseniz herhalde bu vakfı birilerine devredeceksiniz? Herhalde oğlunuzun başına bunu...

- Sarmak istemezdim! (gülüyor) Gerçekten zor. Bugünkü Fatoş olsam vakıf kurmam. Belalı demeyeyim yanlış anlaşılmasın. Genç kuşaktan insanlar buna sahip çıkmak isteyebilirler zannediyorum, istediğim anda çekilebilirim.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!