Neden Bağdat'a yürümedin

Güncelleme Tarihi:

Neden Bağdata yürümedin
Oluşturulma Tarihi: Şubat 23, 1998 00:00

Haberin Devamı

Mart 1991'de Bush'un daveti üzerine Camp David'e giden Özal, başkanlık limuzininde ona şunu sordu:

Camp David'e gitmek üzere indiğimiz havaalanında Başkan Bush ve eşi bizi karşıladı. Özal'a, ‘‘Yol boyunca arabada giderken konuşabiliriz’’ dedi. Hep birlikte limuzine bindik. Yolda Özal sordu: ‘‘Neden Bağdat'a kadar yürüyüp Saddam'ı devirmedin?’’ Bush Özal'a baktı ve şu tatmin edici olmayan cevabı verdi: ‘‘İkinci bir Vietnam olayından çekindim. Bağdat'a yürümek hem sivillerin hem Amerikan askerinin hayatına mal olabilirdi.’’

Özal Musul-Kerkük olayını bir türlü içine sindiremiyordu. Kendisi Irak'ta bir şeylerin kesinlikle değişeceğine inanıyordu. İşte Türkiye bu yeni oluşum içinde mutlaka yerini almalıydı.

Konuşmalarımızda ortaya çıkan bir gerçek vardı. Özal Türkiye'nin Irak'a tek başına müdahalesi ihtimalini araştırdı. Ama Batı'nın buna izin vermeyeceğini anlamıştı.

16 Ocak'ı 17 Ocak'a bağlayan gece, Köşk'ün makam odasında, on dakika içinde en üst düzeyde toplanılmıştı. Adeta bir kriz masası oluşmuştu. Biraz sonra CNN de yayına başladı. Bu arada haritalar açılmış, durum inceleniyordu. Telefon çaldığında ABD'nin Ankara Büyükelçisi Morton Abromowitz'in aradığını söylediler. Heyecanlı bir ifade ile konuşmakta harekâtın başlamak üzere olduğunu söylemekteydi.

Köşk'e her gün Amerikan uçaklarının sorti raporları gelmekteydi. Cumhurbaşkanı yapılan harekâtın askeri ayrıntılarını öğrendikçe yerinde duramıyor ve ‘‘Bu işe biz de katılmalıydık. Bu modern savaş tecrübesini özellikle de hava harekâtını bizim subaylarımız da yaşamalıydı’’ diyordu.

16 Ocak'ı 17 Ocak'a bağlayan gece. Köşk'ün makam odasında, on dakika içinde en üst düzeyde toplanılmıştı. Adeta bir kriz masası oluşmuştu. Biraz sonra CNN de yayına başladı. Bu arada haritalar açılmış durum inceleniyordu. Yabancı ajanslar da ilk haber olarak yoğun askeri hareketlilikten söz etmeye başlamışlardı. Ben bunları hemen odadakilere aktarıyordum. Herkesin yüzünde önemli ve tarihi anlara mahsus ciddi ifade vardı.

Telefon çaldığında ABD'nin Ankara Büyükelçisi Morton Abromowitz'in aradığını söylediler. Heyecanlı bir ifade ile konuşmakta harekâtın başlamak üzere olduğunu söylemekteydi. Bu arada çözülmesi gereken bazı sorunlar ortaya çıkmıştı. Bunlar harekât ile ilgili teknik hususlardı ve çok önemli bir andı. Bizim pozisyonumuzu büyükelçiye aktarmak bana düşmekteydi. Bazı konularda kendisini ikna etmek için çaba harcıyordum. Tarihi bir an yaşamaktaydık. Neticede iş hallolmuş harekâtı beklemeye başlamıştık.

GECE, GÜNDÜZE DÖNÜŞÜYOR

Başkan Bush'un söylediği gibi, harekât 17 Ocak 1991 Perşembe sabahı saat 01.30 sularında başladı. CNN Bağdat'a düşen ve geceyi gündüze çeviren füzelerin yarattığı o ünlü manzarayı gösterdiğinde bizlerdeki endişeli bekleyişin yerini bir rahatlama almıştı. Kanaatimiz artık bu işin çok kısa sürede biteceği şeklindeydi. Bu, Özal'ın daha önceki tahminlerini de haklı çıkarmaktaydı.

O gece sabahladık. İlerleyen saatlerde gelen haberler harekâtın başarıyla yürüdüğü, ancak işin hiç de sanıldığı gibi kolay olmayacağı şeklindeydi. Nitekim harekât sonrası günler geçtikçe iş uzayacak ve bir türlü bitmek bilmeyecekti. Bu husus ise Amerikalıların aslında başlangıçtaki endişelerinde haklı olduklarını gösterdiği kadar, Saddam'ın ne kadar büyük bir tehlike oluşturduğunu da ortaya koymaktaydı. Türkiye bu şekilde muhtemel bir tehlikeden kurtulmuş oluyordu.

O sabah saat 10.00'da Milli Güvenlik Kurulu toplantıya çağırıldı ve hemen arkasından da Bakanlar Kurulu toplandı. Gene aynı gün toplanan TBMM, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Yabancı Ülkelere Gönderilmesine ve Yabancı Silahlı Kuvvetlerin Türkiye'de Bulunmasına, Bu Kuvvetlerin Kullanılmalarına İzin Verilmesine Dair 126 nolu kararı kabul etti.

Bu karar, uzun yıllar ülkemizde konuşlandırılmış olan ve ‘‘Çekiç Güç’’ adıyla da bilinen ‘‘Provide Comfort’’ yani Huzur Harekâtı'na mesnet teşkil etmiştir. Bu kararın çıkarılmasındaki amaç, gerektiğinde Irak'a asker gönderilebilmesi idi. Ancak ne var ki bu karar daha çok ülkemizde çokuluslu bir gücün konuşlandırılabilmesi için kullanılmıştır. Bu karar yurt dışına asker göndermemize ancak yıllar sonra yaramıştır. Kuzey Irak'a yerleşen PKK yuvalarını dağıtmak amacıyla 1995 Nisan'ında Silahlı Kuvvetlerimizin bu bölgeye girmeleri de bu karara dayandırılmıştır. Daha doğrusu, TBMM'den böyle bir harekât için özel bir karar çıkarılmasına gerek duyulmaması, olayın bu biçimde yorumlanmasına neden olmuştur.

Özal'ın Irak ile ilgili düşünceleri çeşitli spekülasyonlara neden olmuştur. Kendisi başından beri Irak'ın Saddam yönetimi altında Türkiye'ye sorun çıkartabileceği inancındaydı. Osmanlı hâkimiyetinden sonra, İngiliz hâkimiyeti ve mandasını takiben ortaya çıkan Irak devleti sorunların tamamen ortadan kalkmasını sağlayamamıştı. Büyük güçlerin özellikle de İngilizlerin etkisiyle oldukça suni bir yapılanma ortaya çıkmıştı. Aslında bu durum bütün Ortadoğu için de geçerliydi.

MUSUL-KERKÜK RAHATSIZLIĞI

Ülkelerin sınırları adeta cetvelle çizilerek tayin edilmişti. Türk-Irak sınırındaki coğrafi özelliklerde son olaylarda görüldüğü gibi durumu daha da zorlaştırmaktaydı. Bu temel görüşlere ilaveten Özal Irak'ta yaşayan gruplara karşı Türkiye olarak bazı yükümlülüklerinin de olduğunu savunmaktaydı. Türkiye’de akrabaları, dostları olan Irak Kürtlerinin Saddam tarafından kanlı biçimde bastırılmaları sıkıntı yaratmaktaydı. Bu insanlar can güvenliklerini ancak Türkiye'ye kaçarak sağlayabilmekteydiler. Halepçe bunun güzel bir örneğini teşkil etmekteydi. Ayrıca Irak'ta biraz da ihmal edilmiş iki buçuk milyon civarında Türkmen kardeşimiz bulunmaktaydı.

Musul-Kerkük meselesinin çözüm tarzı ise içimize sinecek bir biçimde olmamıştı. Bütün bunlar Özal'a göre ortaya çıkacak yeni bir belirsizlik ortamında yeniden sözkonusu olabilecekti. İşte Türkiye bu yeni oluşum içerisinde şimdiden yerini mutlaka almalıydı. Kendisi Irak'ta bir şeylerin kesinlikle değişeceğini tahmin etmekteydi.

Bu konuya ilişkin konuşmalarımızda ortaya çıkan bir gerçek vardı. Türkiye'nin tek başına müdahalesi ihtimalini yoklayan Özal başta, batının buna izin vermeyeceğini kısa sürede anlamıştı. Ancak Özal belli bir riskin alındığı Körfez olayında kartların sonuna kadar oynanmasından yanaydı. Bunu teklif ederken Türkiye'nin büyük bir bölge gücü olduğuna inanmaktaydı. Körfez krizini bunu ispatlamak için önemli bir vesile ve fırsat olarak görmekteydi. Ancak sonuçta içeride kendisine müttefik bulamayacak ve bu konuda etkinliği sınırlı kalacaktı.

Harekatın süregeldiği günlerde ilk şok atlatıldıktan sonra bu işin başlangıcındaki yaygın kanaatin aksine hiç de çabuk bitmeyeceği anlaşılmıştı. Saddam çok iyi silahlanmıştı. Koalisyon güçleri başta ABD en son teknolojik imkanları seferber etmişlerdi. Füzeler tam isabet kaydediyor güçlü bir istihbaratı, yüksek teknoloji ürünü silahlar tamamlıyordu. Ancak tüm bunlara rağmen düşman bir tehlike olmaktan henüz çıkmış değildi. Kuveyt kurtarılmıştı. Petrol kuyuları yanmaktaydı.

BİZ DE KATILMALIYDIK

O günlerde Cumhurbaşkanı'na harekâtla ilgili sürekli bilgi gelmekteydi. Koalisyon güçlerinin her günkü sortileri sonucu elde edilen sonuçlar Köşk’e gelmekteydi. Cumhurbaşkanı yapılan askeri harekatın ayrıntılarını öğrendikçe yerinde duramıyor ‘‘Bu işe biz de katılmalıydık, bu modern savaş tecrübesini özellikle de hava harekatını bizim subaylarımız da yaşamalıydı’’ diyordu.

Harekatın 3. haftasında Amerikalılar ayrıntılı bir brifing vererek son durumu izah etmişlerdi. Harekatın 1. ayında da Cumhurbaşkanı, İncirlik Havaalanı'nda bir inceleme yapmış ve bilgi almıştı. Özal hemen bütün uçakların marifetlerini, hangi tip uçağın hangi amaçla kullanıldığını çok iyi bilmekteydi.

En çok hoşuna giden de harekatın tam bir koordinasyon ve ekip işi olarak götürülmesi idi. Tanker uçak fikrini o zamandan kafasına koymuştu. Düğmelere basarak yapılan bir savaşın gene iletişim teknolojisinin en son imkanlarının kullanılarak TV'lerde savaş alanından naklen yayınlanması onu çok etkilemekteydi.

CAMP DAVİD'E DAVET

Bu olaylardan sonra 22 Mart 1991 günü Cumhurbaşkanı, ABD'ye resmi bir ziyaret için hareket etmişti. Bu ziyaret ancak çok önemli yabancı devlet başkanlarına tanınan ayrıcalığın bir ifadesi olarak Turgut Özal'ın Camp David'de misafir edilmesi olayıydı. Washington'daki ANDREWS Hava Üssü'ne inen uçağımızdan inerek kısa bir dinlenmeden sonra Başkan Bush'un özel helikopteri ile Camp David'e hareket ettik.

Helikopter ile uçarken Amerikalı bir görevli hava muhalefeti dolayısıyla Camp David'e inemeyeceğimizi, yakındaki bir havaalanına inmek zorunda olduğumuzu söyledi. Biraz sonra başka bir havaalanına inmiştik. Biz helikopterden yeni inmiştik ki hızla arabaların yaklaştığını gördük. Başkan Bush ve eşi Barbara Bush adeta koşarak bize doğru ilerlemekteydiler. Belli ki hava muhalefeti yüzünden değişen programdan onların da sonradan haberleri olmuştu ve bu yeni buluşma noktasına ancak yetişebilmişlerdi.

Başkan Bush, Cumhurbaşkanı'na dönerek ‘‘Yol boyunca arabada giderken görüşürüz. Ben yanıma Scowcroft'u alıyorum sen kimi alacaksın’’ diye sordu. Bunun üzerine Cumhurbaşkanı da ‘‘Ben de Engin'i alıyorum’’ dedi ve arabaya bindik. Belli ki asıl görüşme bu görüşme olacaktı. Hemen not defterimi açarak not tutmaya başladım. General Scowcroft da yanımda not almaya başlamıştı. Elli dakika kadar süren bu araba yolculuğu sırasında başta Körfez Savaşı ve sonrası durum olmak üzere tüm önemli konular görüşülmüştü. ABD, Türkiye'nin bu konudaki tutumundan dolayı müteşekkir idi. Başkan Bush özellikle kişisel katkılarından ve kendini doğru olarak yönlendirmesinden dolayı Özal'a teşekkür etmekteydi. Ancak başarılı Çöl Fırtınası Harekatı'na rağmen rahatsızlık bütünüyle geçmemişti. Bölge yeni gelişmelere gebeydi. Bu arada kafasını çok kurcalayan bir soruyu Özal, Bush'a soracak ancak tam tatminkar bir cevap alamayacaktı.

Türkiye'deyken de bu konuyu aramızda çok konuşmuştuk. Acaba Amerika niçin Bağdat'a yürüyerek Saddam'ı bitirmemişti? Bu konuda çok sayıda senaryo üretilmekte idi ama gerçek neydi? Acaba ABD, Saddam'ı bir Arap kahramanı olmasın diye mi ortadan kaldırmamayı ve bu işi Irak halkına bırakmayı tercih etmişti? Bizim önceki tahminlerimiz bu şekilde idi. Ancak gerçek nedeninin bu olmadığını da hissetmeye başlamıştık. Başkan Bush'un bu soruya verdiği cevap çok tatmin edici değildi. Kendisi Vietnam'dan sonra Amerikan kamuoyunun bu gibi dış müdahalelere çok hassas yaklaştığını, can kaybı istemediğini, bu bakımlardan Bağdat'a yürümenin hem sivillerin, hem de Amerikan askerlerinin hayatına mal olabileceği gerekçesiyle reddedilmiş olduğunu anlatmaktaydı. Aslında bu sorunun gerçek cevabı hiçbir zaman verilmeyecekti.






Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!