Ne vicdan ne de cüzdan...

Güncelleme Tarihi:

Ne vicdan ne de cüzdan...
Oluşturulma Tarihi: Ekim 07, 2003 00:00

TÜRKİYE'deki bütün mahkemelerin duvarlarında ‘‘Adalet mülkün temelidir’’ yazar.Doğrudur. Çünkü buradaki ‘‘mülk’’ kelimesinin karşılığı ‘‘ülke’’dir ve bir devletin adalet dağıtmayı beceremedikçe yaşayamayacağını anlatır.Ama adalet dağıtma konusunda en önemli sorumluluk taşıyan Cumhuriyet Savcısı eğer cinayet mahalline gitmez, telefon talimatıyla soruşturmayı yürütürse...Ve sonunda sadece Ceza Yasası'nın ‘‘görevi savsaklama’’ suçunu düzenleyen 230'uncu maddesi gereğince toplam 1 milyon 91 bin liraya, yani küçük bir diş macunu almaya bile yetmeyecek bir paraya mahkûm edilirse...Bu mahkûmiyetin de ‘‘vaki olmamış sayılmasına’’ karar verilirse...Siz bu devletin -başta yargı erki olmak üzere- hangi mekanizmasının doğru dürüst çalışabileceğini ve insanların görevlerini yapacağını iddia edebilirsiniz?Bu dediğimiz örneğin ayniyle vaki olduğunu bugünkü Hürriyet'te ibretle okuyacaksınız.Orada bir ilave bilgi daha bulacaksınız:4 Kasım 1997'de, saat 19.30 sularında (gece yarısı filan da değil) Kadıköy'de üç kişinin ölümüyle sonuçlanan bir cinayet işlenir. Olay, görevli Cumhuriyet Savcısı Nurettin Aydın'a bildirilir. Ancak savcı olay yerine gelme zahmetine katlanmaz. Oradaki polis memurlarına telefonla talimat vererek soruşturmayı yürütür.Savcının sorumsuz tavrı şikáyet ve dava konusu olur.Ve bu dava altı yılda -yanlış okumadınız altı yılda- sonuçlanır.Tamam... Yargıçları vicdanları ile cüzdanları arasında tercih yapmaya zorlamayalım. Onlara bağımsızlık, güvence ve yaptıkları görevin saygınlığına uygun maaş verelim. Görevlerini uygar mekánlarda ve iyi yetişmiş yeterli sayıda elemanın yardımıyla yapmalarına olanak sağlayalım.Zaten bunları çözmedikçe yargımızı düzeltme yönünde hiçbir şey yapmış olmayız.İyi de... Bir savcının olay yerine gelip gelmediğini belirleyip karara bağlamayı tam altı sene savsaklayan yargıya ne diyelim? Burada vicdan mı var, cüzdan mı? Yoksa yargı bağımsızlığının yeterince sağlanamamış olması mı davayı uzatmış veya yeterli yargıç güvencesinin bulunmaması mı?Hiçbiri değil...Hepimiz biliyoruz ki yargımızın kendini ıslah etme bilincine ulaşması ve bunu eyleme dönüştürmesi gibi bir temel ihtiyaç her şeyin önünde geliyor.Bunu Adalet Bakanı'nın zorlaması çözmez. Herhangi bir merciin emri yahut talimatı da bu noktada geçerli değildir. Zaten olamaz da...Ama yargı dünyamızın adalet dağıtma konusunda çağdaş standartları yakalaması gibi çok acil bir sorunla karşı karşıyayız.Bu gerçeğe gözümüzü kapatmak, adaletsizliği mülkün temeli yapmaya kalkmaktır. Öyle bir ‘‘mülkü’’ muhafaza etmek de mümkün değildir.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!