Mesut Yılmaz şarap yerine bira içti

Güncelleme Tarihi:

Mesut Yılmaz şarap yerine bira içti
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 25, 2000 00:00

Haberin Devamı

42 yıllık ‘Maskeli Balo’

Emekli Büyükelçi Tanşuğ Bleda, anılarında ilginç olaylar anlatıyor

Emekli büyükelçilerin anılarını yazmaya ve insanların sır perdesi altında geliştiğine inandığı olayları gün ışığına çıkartmaya, uzun yılları kapsayan deneyimlerini, birikimlerini herkesin yararına sunmaya başlaması çok hoş bir gelişme.

Anılarını yazan emekli büyükelçiler kervanına en son katılan da Tanşuğ Bleda. Doğan Kitapçılık'tan çıkan kitabına verdiği isim de anlamlı: Maskeli Balo. Tam 42 yıllık bir meslek hayatı var Bleda'nın. Bu yıllar boyunca yaşadıklarını, sözünü ettiği maskenin süzgecinden geçirerek anlatıyor.

Üzerinden zaman geçtikten sonra fıkra niyetine anlatılan bu olaylar, yaşanırken ortalığı karıştırıyor. Beklenmedik telaşlara, sorunlara yol açıyor. Ve pirincin taşını ayıklamak da büyükelçilere kalıyor...

ECEVİT'LE YAŞANAN STRES

Tanşuğ Bleda, 1978'de, Türkiye'de terörün at koşturduğu bir dönemde, Almanya'da, dönemin Başbakanı Bülent Ecevit'in ziyareti sırasında, yaşadıklarını bir dönüm noktası olarak değerlendiriyor:

‘‘Başbakan ayrıca Köln Kapalı Spor Salonu'nda vatandaşlara hitap etmek istiyordu. Almanlar konuşacağı kürsünün önüne kurşun geçirmez cam koymak istiyorlar, başbakan ise bunu kesinlikle reddediyordu. Sonunda Almanlar, 'Siz imzalı bir kağıt verir ve tüm sorumluluğu böylece yüklenirseniz isteğinizi kabul ederiz' dediler. Çaresiz bu yolda bir kağıdı imzalayıp verdim ama Köln'deki o toplantı bitinceye kadar da akla karayı seçtim.’’

Aynı salonda daha önce Zeki Müren ve Bülent Ersoy konser vermiş. Salonu dolduran beş bin kişi rahatlıkla sahneye yaklaşıp çiçek yerine sanatçılara simit ve sucuk armağan etmişler. Alman polisi bu olay karşısında şoka girmiş. Korkuları bu yüzdenmiş. Salonun arkasındaki tribünlere fiilen hakim olabilme imkanı yokmuş.

İKİ ALMAN AĞLIYORDU

‘‘Tüm sorumluluğunu üstlendiğim Köln Spor Salonu'ndaki toplantı sonuçta çok şükür olaysız geçti. Ecevit ceketini çıkarıp klasik mavi gömleğiyle kürsüye çıktığında halk zaten coşmuştu. Konuştukça bu coşku artıyordu. Gözüm o sırada yanımda oturan Alman protokol şefi ile eşine ilişti. İkisi de ağlıyordu. Meraklanıp, 'Kötü bir şey mi oldu?' diye sorduğumda, 'Bakın başbakanınızın söylediklerinin bir kelimesini bile anlamıyoruz. Ancak öyle bir coşku yaratıyor ki, bize Hitler dönemini hatırlattı. İnanın yürü dese, o zaman yaptığımız gibi, nereye gittiğimizi bilmeden peşinden gideriz' dedi. Şaşırdım ve bir yerde beraberinde bir avuç insanla Hitler'in bu toplumu nasıl bir maceraya sürüklemiş olduğunun nedenini anladım.’’

MESUT YILMAZ'IN SÜRPRİZİ

1991 yılında Başbakan Mesut Yılmaz, Anap'ın da üyesi olduğu Avrupa Demokratik Birliği (EDU) toplantısına katılmak üzere Paris'e geliyor. Bleda, diyor ki: ‘‘Yılmaz'ın bu ve bundan sonraki ziyaretleri bende hep hayal kırıklığı yaratmıştır.’’ Ve bir yemekte yaşananlarla örnekliyor:

‘‘Başbakan Juppe ile ikili görüşme arzusu, Fransızlarca yemekte yanyana oturtulmalarıyla yerine getirilmişti. Ancak orada bulunan biri nakletti, daha yemeğe başlamadan sigarasını tellendirince Juppe ve masadakiler biraz tedirgin olmuş. Birkaç kişi öksürüp rahatsızlıklarını belli etmişse de, Fransız sofralarında genelde peynir servisinden evvel içilmeyen tütün tüketimi devam etmiş. O sırada şarap servisi yapılmaya başlanmış. Yaşlı bir metrdotel nadide bir şarabı büyük bir saygı içinde tam bardağına koyarken eliyle bardağını kapayıp 'Bana soğuk bir bira getirin' deyince Juppe kendisini yemek sonuna kadar snobe etmiş.’’

MITTERRAND'IN MİKROFONU

Mitterrand'ın 1992'deki gezisinde de, Ankara'da komik bir olay yaşanır. Yemek servisi başlamadan yapılacak resmi konuşmaları Fransız A2 televizyonu canlı olarak yayınlayacaktır. Bleda bu organizasyonu gerçekleştirebildiği için gururludur. Mitterrand konuşmaya başlar başlamaz itirazlar da yükselir: Ses gelmiyor. O anda farkedilir ki, Fransız Cumhurbaşkanı'nın yakasındaki mikrofon mide hizasına kadar kaymıştır. Türk görevli durumu anlayınca hemen şeref masasına yönelir ama korumalar tarafından geri püskürtülür. Ses kesilmiş, Mitterrand'ın midesinden yükselen gurultulara dönüşmüştür. Aynı Türk görevli bu defa korumalara görünmemek için yerden sürüne sürüne masaya yaklaşmaya çalışır. Başarır ve elini Mitterrand'ın ceketinin cebine sokarak oraya düşen mikrofonu çıkarmaya çalışır. Tam o sırada Fransız Cumhurbaşkanı eliyle cebini tutar. Görevli geri çekilmek zorunda kalır. Aynı görevli yılmaz ve üçüncü bir hamleyle yine sürüne sürüne Mitterrand'ın önüne kadar gelir ve aniden doğrulup elinde tuttuğu uzun mikrofonu verir. Ve durumu kavrayan Mitterrand kahkahalarla gülmeye başlar,

ÖZAL-YELTSİN GÖRÜŞMESİ

Tanşuğ Bleda'nın kitabında anlattığı olaylar arasında sekizinci Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın, 1990'da, dönemin Devlet Başkanı Mihail Gorbaçov'un konuğu olarak Sovyetler Birliği'ne yaptığı resmi ziyaret sırasında protokol görevlilerinin tüm itirazlarına rağmen Rusya Federasyonu Başkanı Boris Yeltsin'le nasıl görüştüğü de var:

‘‘Özal, Moskova'ya gittiğinde Rusya Federasyonu Başkanı Yeltsin'le görüşmeyi arzulamış ve bu istek 'Acaba Gorbaçov'u rencide eder miyiz?' şeklindeki kısa bir tereddütten sonra programa konulmuştu. Ancak aynı gün saat 16.00 için öngörülmüş olan randevunun yeri belli değildi. Yeltsin kendisini federasyonun merkezi 'Beyaz Saray'da ağırlamak isterken bizim protokol, SSCB'nin resmi davetlisi bir devlet başkanının birliği oluşturan bir devletin başkanının ayağına gidemeyeceği görüşündeydi. Görüşme neredeyse iptal edilme aşamasına gelmişti ki, Özal olaya müdahale edip 'Bu zat şu sırada yükselen önemli bir kişiyse nerede olsa görüşürüm. Madem öyle istiyor, Beyaz Saray'a giderim' dedi. Bu sayede birkaç ay sonra Sovyetler Birliği'ni devralacak Rusya'nın liderine önemli bir jest yapmış ve puan toplamıştı.’’

Tanşuğ Bleda, OECD'de daimi temsilcilik, Tahran'da ve Paris'te büyükelçilik görevlerinde bulundu. Alman Liyakat Nişanı ile Fransız Legion d'Honneur sahibi oldu. Dışişleri'nde Türkiye'yi temsil ettiği uzun yıllar boyunca biriken anılarını yazdığı Maskeli Balo'da maskenin izin verdiği ölçüde gözlemlerini değerlendiriyor. İçinde bulunduğu politik ortamı bazen tebessümle ama bazen de hüzünle aktarıyor. Doğan Yayıncılık'tan çıkan Maskeli Balo'da, mesleğe 42 yılını veren Bleda'nın gözünden Dışişleri mensuplarının ve onlarla birlikte ailelerinin yaşamak zorunda kaldığı telaş, zahmet, üzüntü ve hatta korku dolu günleri okuyacaksınız..

Monaco'da, Savarona yatında yaşanan protokol ayıbı

Çiller, Prenses Caroline'i karşılamadı

Tanşuğ Bleda'nın Maskeli Balo'sunda, Tansu Çiller'in başbakanlığı döneminde, Paris'e yaptığı seyahatler sırasında, sık sık fikir değiştirmesi sonucunda yaşanan sıkıntıların nasıl atlatıldığı mizahi bir dille anlatılıyor. Ama 1993 yılında, İstanbul'un Olimpiyat adaylığına destek vermek için, Monaco'ya gerçekleştirdiği ziyaret sırasında yaşananlar mizahın sınırlarına girmiyor:

‘‘Bir keresinde de İstanbul'un 2000 yılı olimpiyatlarına adaylığını desteklemek üzere başbakan Monaco'ya gelmiş ve bu vesileyle yabancı gazetecilerle görüşmek istemişti. Ricalarımız sonucu konuya Fransız Devlet Televizyonu A2 ilgi gösterip en tanınmış elemanları Christine Ockrent'i Monaka'ya gönderdiklerinde haliyle çok sevinmiştik. Görüşme canlı yayınlanacağı için, limandaki Savarona yatına, duyduğumuz kadarıyla, 6000 dolar masraf yapılıp, bir dizi teknik donanım yerleştirilmişti. Nedendir bilinmez televizyon idaresinin yaptığı bu masrafa rağmen buluşma önce otele alındı ve tam buna da şükür derken aniden iptal ediliverdi. Ockrent'in, 'Bu ayıbın acısını nasıl çıkartacağımı göreceksiniz' diye lobide haykırışını unutmam kabil değil.’’

O sırada yaşananlar sadece bu olayla sınırlı değildi. Aynı zamanda Monaco Prensesi Caroline'e karşı da bir protokol ayıbı işleniyordu. Tansu Çiller Savarona yatında verilecek kokteyl için gemiye ayak basar basmaz gemi sahibi ve bazı işadamları hemen çevresini sarıp bir odaya sokuyorlar:

‘‘Protokol gereği, kendisini (Prenses Caroline'i) geminin merdivenlerinin başında karşılaması gerektiğinden hemen özel kalem müdürüne haber verilerek Çiller'i uyarması istendi. Ancak odaya girmesi halinde azarlanmaktan korkan Akın İstanbullu bir türlü buna cesaret edemiyordu. Tam ben seğirtecekken, 'Aman Prenses geldi' lafları üzerine hemen merdiven bayşına koştum ve Fahri Konsolos Tuna Köprülü ile kendisini ve refakatindekileri karşıladım.

Birlikte Çiller'in bulunduğu odaya girdiğimizde işadamlarımız, 'Bunlar da nereden çıktı?' gibilerinden ters ters yüzümüze baktılar ama dışarı çıkmadılar. İtiş kakış içindeki, hap kadar odadan bir an evvel açık havaya çıkmayı beklerken saray nazırı alı al moru mor beni bulup, 'Yapılan protokol ayıbının Prensliğe bir hakaret olduğunu ve derhal özür dilenmesi gerektiğini söylemez mi?' Bu sefer uzun uzun ortada hiçbir kasıt olmadığını, bizim her gün bu tür şeylerle karşılaştığımızı, olsa olsa protokol hatası olarak nitelendirilebilecek olayı abartmamak gerektiğini anlatmak gerekti.’’

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!