Mavi gömlekli motorsikletli

Güncelleme Tarihi:

Mavi gömlekli motorsikletli
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 21, 1999 00:00

Haberin Devamı

Larnakalı mücahit Muammer M. Başaran, 25 yıl önce, Rum tarafından nasıl kaçtı?

Her savaş, dramatik insan öyküleriyle doludur. Fakat silah sesleri, bombalar, çoğu kez insanları öldürmekle kalmaz; öykülerini de örter. Savaşın acımasızlığını yansıtan nice öykü, sisler arasında yitip gider. Kıbrıs'ta da öyle oldu. Larnakalı mücahit Muammer M. Başaran'ın öyküsü ise İstanbul'daki kızı Hülya'ya 7 Kasım 1974'de yazdığı mektubun sayfaları arasında kaldı. Başaran ailesinin o günlerde yaşadıkları, ‘Barış Harekatı’nın 25 yıldönümünde gözler önünde. Hem de mektuptaki anlatıma büyük ölçüde sadık kalınarak kaleme alınan bir öykü olarak...

Rumlar, Larnaka'yı amansız bir ateş altına aldılar. Ben ise her mücahit gibi vazifeye koştum. Çatışmalar ve havan yağmuru, gece geç vakitlere kadar devam etti. Kasabadaki ölen ve yaralananların miktarını kimse bilmiyordu. Anneni ve çocukları evde bırakmıştım. Onları merak ediyordum, içim kan ağlıyordu...

YÜZLERİ KORKU DOLUYDU

Gece ilerleyince eve gitmeye karar verdim. Düşman ateşinden korunarak bizim eve geldim. Evde kimseler yoktu. Banyodaki teyp dikkatimi çekti. Demek burada saklanmışlardı! Dışarı çıkıp, mahallede aramaya başladım. Sabiha hanımın evinin önünden geçerken bir ses duydum. Oğlu Mustafa, garajdan başını çıkarmış bana sesleniyordu:

- Sıdıka ablam ve çocuklar burdadır.

Garaja girdim. Mahallenin kadın ve çocukları oradaydı. Hepsinin yüzü korku doluydu. Orada kalmalarını söyledim. Orası daha salim bir yerdi!

TESLİM EMRİ GELDİ

Yanlarından ayrılıp, cepheye döndüm. Bütün ümidimiz Türk uçaklarının imdadımıza yetişmesiydi. Şafak söktü. Yine o cehennem ateşi başladı. Rumlar, kasaba içerisine de devamlı yangın bombaları atıyorlardı. Tahminen dört beş ev alevler içerisindeydi.

Türk uçaklarının Larnaka'ya yardımda bulunamayacakları haberi yayıldı. Akabinde karargahtan teslim emri geldi. Bu, mücahitlerimiz arasında şok tesiri yarattı. Ama başka imkanımız kalmamıştı. Cephanemiz bitmek üzereydi, takviye almamıza imkan ve ihtimal yoktu.

GİZLİ EVRAKI YAKTIM

Bozgunun kasvetli havası, korkunun kanatlarına binip hızla dolaştı cepheyi. Mevziler bir anda boşaldı. Mücahitler, silahlarını gelişigüzel şekilde oraya buraya bırakıp, dağıldılar. Radyoevine koştum. Kardeşin Süheyla oradaydı. Durumdan haberi olmayabilirdi. Radyoevi, havan mermilerinden hasar görmüş, yayın kesilmişti, Süheyla saklanmak için yakındaki bir eve gitmişti. Onu alıp, radyoevine götürdüm. Oradaki gizli evrakı da alıp yaktım.

Düşman, kasaba içerisine girmeye başlamıştı. Megafonlarla anons yapılıyor, halkın Cennet sinemasına toplanması isteniyordu. Teslim olma muamelesi orada yapılacakmış. Halk sinemaya doğru akın etti. Süheyla ve ben de bu kalabalığa kapılmıştık. Sinemanın etrafında mahşeri bir kalabalık vardı. Kimi oğlunu, kimi kocasını ya da kardeşini arıyordu. Ağlamalar, feryatlar göklere çıkıyordu. Allahım ne gündü o gün!

KALKIN EVE GİDİYORUZ

Sonunda anneni, Zeliha ve Melek'i, postacının evinin önünde, havanlardan kırılan cam parçalarının üzerinde bekleşirlerken bulduk. Bizim hayatta olup olmadığımızı merak ediyor, ağlayarak sağa sola bizi soruyorlardı. Onlarla beraber sinemaya girdik. Bütün Türkler oradaydı. Rum askerlerini iki saat kadar bekledik, gelmediler. Sonunda sabrım tükendi. ‘‘Haydi kalkın eve gideceğiz’’ dedim bizimkilere. Şaşkınlıkla dinlediler beni.

- Bu teslim işi bana ölüm gelir. Düşman süngüleri arasında götürülüp öldürülmektense çoluk çocuğumun yanında vurulmayı tercih ederim.

Tüm aileyi topladım, oradan çıktık. Doğruca Selahi dayının evine gittik. Orada saklanmayı dahi düşünmedim. ‘‘Salonda oturacağım, düşman gelirse kaderde ne varsa o olsun.’’ Saklanmaktan utanç duyuyordum.

EKREM BEY'E İNANDILAR

Rumlar, ertesi gün evleri tek tek aramaya başladılar. Kapılar kırılıyor, silahlı Rum çapulcuları evlere giriyorlardı. Bulduklarını tutukluyor, evlerdeki kıymetli eşyaları da alarak götürüyorlardı.

Bir ara dayının evinin kapısı çalındı. Pencereden gizlice baktım. Silahlı beş Rum askeri kapıya dayanmıştı. Aşağıda ise komşu Ekrem bey duruyordu. Daha bizim birşey yapmamıza kalmadan o Rumlara seslendi:

- O evde kimse yoktur, hepsi de sinemaya doğru gittiler.

Aslında Ekrem Bey, bizim sinemadan geri gelip eve girdiğimizi görmemişti. Rum askerleri, çok yaşlı bir Türk olan Ekrem beye inanıp eve girmediler. Rumlar kapıdan uzaklaşınca rahat bir nefes aldık.

Üç gün orada kaldık. Hiç dışarı çıkmadık. Üç gün sonra Rumlar, Türk fırıncıları halka ekmek çıkarmaları için serbest bıraktılar. Ben de ekmekçi olduğumu söyleyip, bu fırsatı iyi kullandım. Selahi dayının evinden ayrılıp kendi evimize gittik. Kapı kırılmış, kıymetli eşyalarımız çalınmıştı.

KORKUMU SAKLIYORDUM

Epey bir zaman evimizde kaldık. Düşmanın dikkatini çekmemek için sadece acil durumlarda evden çıkıyordum. Yani yiyecek aramak için. Korkumu içime saklıyor, soğukkanlı olmaya çalışıyordum.

Silahlı Rumlar sürekli sokakta devriye geziyorlar, zaman zaman kapıya dayanıyorlardı. Önce silahlarının mekanizmasını kurup, ürkütücü sesler çıkarıyor, sonra kapıyı çalıyorlardı. Evi her aramak istediklerinde soğukkanlılıkla durumu idare etmeyi başardım.

Günler hep korku içinde geçti. Bütün Larnakalı erkekler, Rum kesimindeki Bekirpaşa İlkokulu'na götürüldü, etrafları dikenli tellerle çevrildi. 14 yaşın üzerindeki herkes esir olmuştu...

Ne gecemiz geceydi, ne de gündüzümüz gün oluyordu. Geceleri, komşular bizim evde toplanıyordu. Onları teselli etmeye çalışıyordum. Kadınlı erkekli en az 30-35 kişi yerlere uzanıp sabahı bekliyorduk. Korku ve dehşet dolu geceler geçirdik. Cephede ölen Rum askerlerinin acısını bizlerden çıkarmalarından endişe ediyorduk. Türk askerlerinin elinde bulunan Kuzey'e geçmek en iyi çareydi. Ama Rumlar, Larnaka'yı tam bir çembere almışlardı. Kasabanın çıkış noktalarını barikatlarla kapatmış, kuş uçurmuyorlardı.

Günlerce düşünüp, Rum askerlerini gözleyerek kaçış yolu aradım. İlk teşebbüsümü motorsikletle yapmaya karar verdim. En küçük kızım Melek'i arkama alıp yola çıktım. Cesaretle barikata doğru sürdüm motorsikletimi. Taa uzaktan barikattaki Rum nöbetçiye el sallayıp gülümsedim. Asker de bana güldü. Türklerin barikata yaklaşmaya cesaret edemeyeceğini düşünen Rum askeri beni de Rum sanmıştı. Bana yolu açtı, rahatça geçtim...

12 Kilometre uzakta İngilizler'in Dikelya üssü vardı. Melek'i, oraya bıraktıktan sonra geri döndüm. Larnaka'ya girmek kolaydı. Barikatta kasabaya girenlere bakmıyorlardı bile.

MAVİ GÖMLEĞİN SİHRİ

Bu kez sıra öbür kızım Zeliha'daydı. Yine aynı şekilde barikattan motorsikletle geçmeye karar verdim. Bu kez mavi gömlek giyecektim! Ne de olsa Rumlar, Yunan bayrağının rengi olan maviyi seviyorlardı. Mavi bir gömlek giyip motorsikletime bindim. Zeliha'yı arkama aldım, barikata doğru yol aldım. Mavi gömlek, gülerek el sallamam ve de Rumcayı iyi konuşmam etkili oldu. Türk olduğumu anlamadılar. Soğukkanlı davranınca hiç şüphelenmediler. Barikatı açtılar, geçtik.

Geri dönüp, aynı yöntemle başkalarını öbür tarafa geçirdim. Zeliha'dan sonra en büyük kızım Süheyla. Süheyla'dan sonra Cemali dayının çocukları Ayşe, Aynur, Bülent ve İlkay'ı götürdüm. Cemali dayıyı da öbür tarafa geçirmeyi başardım. Son geçirdiklerimi, barikat yerine dağlardaki patikalardan, tarlalardan, gizli yollardan götürmüştüm.

Ramazan Bayramı arefesinde hepimiz üzgündük. Ailemiz parçalanmıştı. Ailenin bir kısmı Türk kesiminde oraya buraya dağılmış, ben ve annen ise Larnaka'da kalmıştık. Annen ağlıyordu. ‘‘Ne kadar acı bir bayram’’ diyordu. Ben de üzüntümü ona belli etmemeye çalışıyordum.

Günler bu sıkıntının baskısı altında geçiyor, saatler zor ilerliyordu. Nihayet bir öğle vakti kararımı verdim. ‘‘Hanım, arzu edersen seni Türk tarafına geçirmek için bir teşebbüste bulunalım’’ dedim. Sonra ekledim, ‘‘Muvaffak olursak ne ala, olamazsak can sağlığı.’’ Annenin gözleri parladı. Sevinçle karşıladı bu teklifimi.

Aslında hiç ümitli değildim. Geçebileceğimizi tahmin etmiyordum. Ümitsizlik içinde barikata doğru sürdüm motorsikletimi. Tam barikata yaklaşırken bir mucize oldu. Barikatta bir trafik kazası oldu.

Karşıdan gelen bir araba aniden durunca arkasındaki ona çarpmıştı!

Yol tıkanmıştı. Ben de durup onları beklemek zorunda kaldım. Kalabalığı yarıp hızla geçmeye kalksam, arkamdan ateş edebilirlerdi. Birkaç dakika sonra bir Rum polisi beni farketti. Kazayla ilgilenmeyi bırakıp bana doğru yürümeye başladı. Sormasına fırsat vermeden Rumca seslendim:

- Ormidya köyüne gidiyorum...

Ormidya, bir Rum köyüydü. Üzerimde de o malum mavi gömleğim vardı. Yine onu giymiştim. Zaten aklı kazada olan Rum polis, hüviyet sormaya gerek görmedi. O da dost bir üslupla karşılık verdi:

- Geç be mübarek adam ne yolu tıkıyorsun?

Hemen motoru çalıştırdım. Barikatı geçmemizle annenin gözyaşlarının boşalması bir oldu. Mutluluktan ağlıyordu. Onu Magosa'ya götürdüm. Trimiko köyüne, çocukların yanına gitmesini söyledim. Ben dönmeye kararlıydım. Türk kesimine geçirilecek akrabalarımız vardı daha. Annen karşı çıktı.

RUMLARA YALAN SÖYLEDİM

Dinlemedim onu. Yine Larnaka'ya döndüm. Ulviye yengenin kasabadan çıkmasına yardımcı oldum. Fakat benim geçmem neredeyse imkansızlaşmıştı. Türklerin azaldığını gören Rumlar, barikatlardaki tedbirleri artırmışlardı.

Larnaka iyice boşalmıştı. Beni gören Rum polisler, ‘‘Sen niye gitmedin?’’ diye sıkıştırıyorlardı. Hatta birkaç defa karakola götürüp ifademi aldılar. Yalan söylüyordum. ‘‘Buradaki idareyi beğendiğim için Türk tarafına gitmedim.’’ Ne yapayım, mecburdum...

Bir yandan da kaçmak için çare arıyordum. Sonunda İngiliz üssünde çalışan bir arkadaşımın kimliğini aldım. 1 Kasım sabahı, işçileri üsse götüren minübüse onun yerine ben bindim. Barikatta kimlik kontrolü yaptılar. Sabahın erken saatleriydi, hava tam aydınlanmamıştı. Fotoğraf da küçük olduğu için sorun çıkmadı.

Girne'nin hemen dışında bir Rum ailenin terkettiği bir eve yerleştirdiler bizi. Beş kişiyiz ama iki yatağımız var. İlerde verileceği söyleniyor. Buna da şükür, ailemiz aynı çatı altında...



Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!