Mantık, polisiyeyi yarattı

Güncelleme Tarihi:

Mantık, polisiyeyi yarattı
Oluşturulma Tarihi: Ağustos 24, 1999 00:00

Haberin Devamı

Araştırmacılar polisiye türünün doğuşunu mantığın bilim olarak kabul edilmesine kadar götürüyorlar. Durum böyle olunca da ilk polisiye kahraman olarak Voltaire'in Zadig'i çıkıyor karşımıza. Voltaire bu kahramanı mantıklı düşünmenin insana düşman kazandıracağını göstermek için yaratmış. Polisiye türü zamanla mantığı dışlasa da biz hala onları okuyoruz. Çünkü adaleti sağlayan güçlü bir dedektife her zaman ihtiyacımız var.

Polisiye romanlar üzerine yapılan bazı araştırmalar Voltaire'in ünlü kahramanı Zadig'den söz ederler.

Zadig, suçları akıl ve gözlem yöntemiyle çözmeye çalışan, sonunda büyücülükle suçlanan ilgi çekici bir kahramandır.

Çölde, devenin izini sürerek suçluyu bulan Zadig yöntemi, artık klasik polisiye hikayelerde bile yer almıyor. Aslında Voltaire'in bu hikayeleri yazmaktaki asıl amacı, mantıklı düşünmenin insanlara düşman kazandıracağını göstermekti.

POLİSİYE POE İLE BAŞLADI

Polisiye türü, 1840'larda Edgar Allen Poe'nun Morg Sokağı Cinayeti (The Murders in the Rue Morgue) adlı kısa hikayesinin yayınlanmasıyla başlıyor. Paris'teki cinayetleri anlatan bu ürkütücü hikayede, esrar perdesini Şövalye Dupin adlı bir karakter aralıyor. Dupin, ilk bakışta, en ünlü örneği Sherlock Holmes olan 19. yüzyıl düşünce üreticilerinin ilki gibi görünüyor. Ama hikaye yakından incelendiğinde Dupin'in yaklaşımlarının hepsinin o kadar da mantıklı olmadığı ortaya çıkıyor. Poe, hikayenin başında bize Dupin'in çıkardığı garip sonuçların çoğunun- yanındakinin aklından geçenleri okuduğu bölüm de buna dahil- mantıklı düşünceden uzak olduğunu anlatıyor.

19. yüzyılda ortaya çıkan polisiye hikayelerin kalbinde, Poe'nun hikayelerinde de görülen umulmadık açıklamalar yatıyor. Dünyanın en önemli hayali karakterlerinden biri olan Holmes'un yaratıcısı, Arthur Conan Doyle, ilk Holmes hikayesi olan A Study in Scarlet'ta, Poe'ya borçlu olduğunu belirtiyor.

Kahramanının bilimsel dayanaklarını vurgulamak isteyen Conan Doyle, Holmes'u eski cerrah profesör Joseph Bell'in bilgilerine dayandırdığını söylemişti. Bell, üzerlerine giydikleri giysilere bakarak hastaların mesleklerini bilir, hastaların hangi golf sahasından geçerek oraya geldiklerini söyler ve öğrencilerini şaşkınlık içinde bırakırdı.

Holmes'un metotlarına yakından bakıldığında, büyük dedektifin mistik ve sezgilerine göre hareket eden biri olduğunu görüyoruz. Ayrıca çoğu hikayede gerçekler hem karakterlerden hem de okuyucudan gizleniyor.

İNGİLİZLERLE ALTIN ÇAĞ

Türün bu anti-rasyonel yönü, İngiliz cinayet romanında Altın Çağ olarak kabul edilen bir sonraki büyük gelişmeye biraz ters düşüyor. Bu yeni çağın en önemli temsilcilerinin başında hiç kuşkusuz Agatha Christie geliyor. Shakespeare'den bile çok satan Christie, çoğu insanı hikayelerinde şiddete değil, yaratıcılığa yer vermesiyle cezbetmiş bir yazar... Onun ünlü dedektifi emekli Belçika polis memuru Hercule Poirot, bütün olayları ‘‘küçük gri hücreler’’ yardımıyla çözüyor. Christie'nin en önemli özelliklerinden biri de okuyucuya haksızlık etmeyen bir yazar olması. Katilin hikayeyi anlatan kişi çıktığı durumlarda bile, yazar zaman akışını o kadar dikkatlice ayarlıyor ki, okuyucu gerçekten de onun cinayetleri işlemiş olabileceğini kabul ediyor.

Bu Altın Çağ geleneğine en yakın yazarlardan biri de Raymond Chandler... İngiltere'de özel okulda öğrenim gören Chandler, dedektif kahramanı Philip Marlowe'u, bozuk arabası olan perişan biri olarak yaratmıştı. Aynı Christie'ninkiler gibi Chandler'ın konuları da okuyucuyla inceden inceye oyun oynuyordu. Yazarın hikayelerinde pek çok boşluğa rastlamak mümkün. Hatta bir gün bir hikayede tıkandığında, kapıdan elinde silahıyla içeri giren bir adam yarattığını bile söylemişti. Bu boşluklarda okuyucunun yönünü bulması analiz yöntemiyle değil, Marlowe'un karakterlere duygusal yaklaşımını takip ederek oluyor.

İlk büyük polisiye kahramanı Dedektif Maigret'in yaratıcısı ise Belçikalı Georges Simenon'du. İlk Maigret'lerin yayınlandığı 1930'lu yıllarda, suç masası bölümünün başı Xavier Guichard, Simenon'u ofisine çağırmış ve ilk hikayelerden birinde Maigret'in bir olayı gerçek hayata göre çok uzak yöntemlerle araştırdığını söylemeden edememişti.

Metropolitan polisine 10'dan az dedektifin bağlı olduğu 1880'lerde, Holmes sanki suç ve suçluların dünyasının gerçek bir parçasıydı. Fransız bilimsel kriminoloji uzmanı Alphonse Bertillon bile Holmes'un metotlarından etkilenmişti. Ancak yine de dedektiflik hikayeleri çekici ve büyüleyici olmalarının bir nedeni de gerçeğe olan bağlarının son derece yüzeysel olması...

NEDEN POLİSİYE OKUYORUZ

Biz polisiye hikayeleri okuyoruz, çünkü güçlü ve bağımsız bir karakterin, bize bu gezegende adaletin henüz ortadan kalkmadığını anlatmasını istiyoruz. Toplum fikrinden uzaklaştıkça ve diğer insanları düşünme isteğimiz, kişisel varlığımızın gereklerinin giderek daha da arkasında kaldıkça, - fantastik bile olsa- büyük dedektife olan ihtiyacımız her geçen gün artacağa benziyor.

Polisiye romanlardan çıkarılacak dersler

ASLA YAPMAYIN

Asla, mirastan yoksun bıraktıklarınızla başbaşa yürümeyin.

Asla, doğumgününüzde postayla gelen çikolatalardan bir tane dahi tatmayın.

Asla, çoğunluk hisselerine sahip olduğunuz bir şirketin öbür ortaklarından gelen av davetine katılmayın.

Asla, gizli bir geçide ilk önce siz girmeyin.

Asla, özellikle pencereler kapalıyken kımıldayan perdelerinize sırtınızı dönmeyin.

Asla, elektrik gidip gelip, titreyerek sonunda tamamen gittiğinde, kilerden mum getirmek için ortaya atlamayın.

Asla, fidye notunun üzerindeki el yazısını tanımayın.

Asla, daha okumaya yeni başlamış birine, polisiye romanın sonucunu açıklamayın.

(Oğlak Yayınları'nın Maceraperest dergisinden alınmıştır.)



Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!