Liseli gençlerin korkutan hobisi

Güncelleme Tarihi:

Liseli gençlerin korkutan hobisi
Oluşturulma Tarihi: Nisan 14, 2011 16:36

Korku edebiyatı ile romantik ögelerin buluştuğu “gotik romantik” edebiyatı, başta vampir hikayeleri ile son dönemde özellikle gençlerin ilgi odağı oldu.

Haberin Devamı

Saygın edebiyat dünyasına kendini kabul ettirememiş olsa da 18. yüzyılın ortalarından itibaren değişen zamana direnerek varlığını sürdürmeye devam eden ve zaman içerisinde “gotik” adını alan “korku ve dehşet” edebiyatının çıkış noktasında, insanın bilinmeyene ve doğaüstü sayılana beslediği ilgi yer alıyor.

“Gotik edebiyat”ın temelinde esrarengiz, aklın sınırları çerçevesinde kolayca ifade bulamayan ve açıklanmaya çalışıldığında insanın algılamakta zorluk çektiği, dehşete düştüğü olaylar yatıyor.

Can Yayınlarının yeni yılla beraber yedi kitaplık bir seri ile okuyucularla buluşturduğu gotik romantik edebiyattaki romanların yelpazesi oldukça geniş. Türkiye'de bu türün en bilinen örneklerinin yanı sıra akımın oluşmasında emeği geçen yazarlar ve çağdaş temsilcilerin kitapları da yayımlanacak. Koleksiyonda gotiğin altın çağının yazarları Sheridan Le Fanu, Ann Radcliffe'le birlikte Wilkie Collins, Richard Marsh, Marry Shelley gibi isimler de unutulmamış.

Haberin Devamı

Türkiye'de korku edebiyatını en iyi bilen yazarlardan biri olarak kabul edilen araştırmacı-yazar Giovanni Scognamillo, canavar goriller, ölümcül sarkaçlar, karanlık tepelere inşa edilmiş şatolar ve tekinsiz mekanları sevenler tarafından merakla takip edilen “gotik romantik” edebiyatı AA muhabirine anlattı.

Ünlü korku yazarlarına bakıldığında ruhsal olarak pek sağlam olmadıklarının ortaya çıktığını belirten Scognamillo, bu yazarların genelde alkolik, esrar kullanan, sübyancı kişilikler olduğunu, kendi iç dünyalarındaki karmaşayı bastırmak için korku vesilesini seçtiklerini söyledi. Gotik romantik edebiyatın en önemli isimlerinden olan Sheridan Le Fanu'nun eşinin ölümünden sonra yatağından çıkmadığını ve öykülerini bile yatakta yazdığını, evlendiğini ama bu evliliğini sürdüremeyip kendi dünyasında yaşamayı tercih ettiğini aktaran Scognamillo, Le Fanu gibi yazarların gotik edebiyatının markaları ve aynı zamanda yaşamları ile bir çeşit örnek teşkil eden isimler olduğunu dile getirdi. Scognamillo, “Tabi beyinlerinde taşıdıkları heyecan dolu, değişik dünyaları yazarken de aslında kendi korkularını kendi çatışmalarını yazıyorlar. Belki de bu açıdan hala son derece günceller. Çünkü onların yaşadıkları endişeler ve korkular bugün halen geçerli korkular” dedi.

Haberin Devamı

Le Fanu'nun “Carmilla” adlı eserinin gotik romantik denilen edebiyat türünün en başarılı örneklerinden biri olduğunu anlatan Scognamillo, bu eserin aynı zamanda cinselliğe açık bir şekilde temas eden bir uzun öykü - ya da kısa roman - ve de sevicilik konusunda yazılan ilk vampir öyküsü olduğunu vurguladı.

Scognamillo, Bram Stoker'ın Sheridan La Fanu ile arkadaşlığı sonrası “Dracula” karakterini yarattığı tartışmalarına ilişkin olarak, bu iki yazarın aralarındaki ilişkinin boyutunu bilmese de o dönemin korku ve fantastik yazarlarının arasında bir ilişki olduğunu hatta bazı yazarların aynı üniversitelerde okuduğunu ifade etti.
Lezbiyen bir vampirin ilk kez dile getirildiği “Carmilla” romanından yola çıkarak, gotik edebiyatta kadınların öneminin ister yazar, ister kahraman olarak çok büyük olduğunu belirten Scognamillo “Gotik romantik edebiyat için neredeyse feminist bir biçim diyeceğim. Sadece seçtikleri konulardan değil, bazı yazarlarda örneğin Mary Shelley'in öncü katkıları var” diye konuştu.

Liseli gençlerin korkutan hobisi

Haberin Devamı

“YERLİ KAYNAKLARA BAKARSAK DRACULA'DAN DA İLGİNÇ ŞEYLER ÇIKAR”

Gotik romantik türdeki başyapıtlardan biri olarak kabul edilen “Sicilya'da Bir Aşk Hikayesi”nin yazarı Ann Radcliffe'in bu tür edebiyatta zirve isimlerinden biri olarak tanındığına işaret eden ünlü araştırmacı Scognamillo, “Diğer iki kadın zirve yazarlar tabi ki Bronte kardeşler. Hatta gotik romantik denildiğinde aklıma ilk gelen Bronte kardeşler olur” şeklinde konuştu.
Scognamillo, “Son bir iki yılda romantik vampir romanları çok iyi satış yaptığından pek çok yayınevi bu türe yer vermek isteyebilir. Ama “Twilight” ayrı bir şeydir, “Carmilla” apayrı bir şeydir. Biri gerek roman gerek film olarak endüstriyel bir üründür. Diğeri ise tam bir sanat ürünüdür” ifadelerini kullandı.
Korku edebiyatının Türkiye'de yok denebilecek kadar az olduğunun altını çizen usta yazar, aslında genç, iyi yazarlar olsa da onların henüz keşfedilmediğini bunun nedeninin ise yayınevlerinin korkuya karşı Yeşilçam sineması gibi tereddütle baktığını söyledi. Scognamillo, “Çünkü zaten korku Türkiye'nin genel kültüründe yok. Mitolojide var ama mitoloji hiçbir zaman kaynak olarak kullanılmıyor. Daha çok dışardan, çoğunlukla Amerika'dan gelen filmlerle bu türü yaşıyoruz. Halbuki yerli kaynaklara bir bakıp araştırırsak belki Dracula'dan ya da Kurt Adam'dan da ilginç şeyler çıkar” dedi.
Vampir edebiyatının son dönemde çok yükselişte olduğundan bahseden araştırmacı-yazar Scognamillo, bu ürünlerin tamamen ticari ve bu anlamda da popüler olduğunu savunarak, hedef kitle olan genç kesime karşı da bu ürünlerin büyük zarar verdiğini ifade etti. Özellikle lise öğrencilerinin vampirlere inanmak istediğini ve bu tür hikayelerin onlara çok romantik geldiğini iddia eden Scognamillo, son çıkan vampir romanlarının da bunu beslediğini anlattı.

KORKU SİNEMASI

Korku filmlerine de değinen Scognamillo, bu türün sinemada tam değerlendirilmemiş olan ticari bir tür olduğunu hatırlatarak, Korku filmlerinin büyük kısmı gişe kaygısıyla oluşturulan filmlerdir ama seyirciyi etkileyebilir. Seyirci zaten bir korku filmine gittiğinde etkilenmek, endişe duymak ve korkmak ister. Normal yaşamında göremeyeceği gerçek üstü yaratıkları ve gerçek üstü bir dünyayı keşfedip onlardan korkmak ister. Bu, seyircinin beklentisidir ve gayet normal karşılanır. Ancak sinema eleştirisi yapacak kişinin sadece korkmak için bir korku filmini seyretmesi bence doğru değil. Çünkü korku sineması her ne kadar demin dediğim gibi çok sayıda ucuz filmler ürettiyse az olmayan başyapıtları da yarattı” ifadelerini kullandı.
Korku sineması “pinti” bir tür olduğunun altını çizen Giovanni Scognamillo, bir bu türde yapılmış bir buçuk-iki saatlik bir filmin gerilim olabileceği gibi çok iyi bir sinema örneği de olabileceğini ifade etti.
Bu tür filmlerini etkisinin seyirciden seyirciye değişeceğini düşünen Scognamillo, “Sinema salonlarından gelip bir film seyredeceği farkındalığında olan seyirci belki etkilenmez, film seyrediyorum, sanal bir şey seyrediyorum diye. Ama öyle düşünmeyen ya da ille de korkmak isteyen seyirci kriz geçirebilir” dedi. Scognamillo, kendisinin bu tür filmlere bakışını ise şöyle özetledi:
“Ben hiçbir şey hissetmiyorum. Ben filme dışardan değil, içerden bakmayı seçtim. Bu tabi bütün eleştirmenlerin muhakkak yapması gereken bir şeydir. Bir keresinde bir meslektaş -isim vermeyeyim- televizyondaki bir programda 'ben korku filmlerinden korkarım' dedi. Sonra benden de fırça yedi tabi. Sen profesyonel olarak filmi seyrederken korkmamalısın.”
Türk sinemasının korku filmlerinde özgün eserler vermediğini kaydeden Giovanni Scognamillo, şöyle devam etti:
“Yeşilçam Sineması korku sinemasına hiçbir zaman inanmadı, ona biraz ters geldi. Oysa ki mesela ilk Türk korku filmi “Dracula İstanbul'da”da gişede çok iyi bir hasılat yapmıştır ama devamı gelmedi. Yeşilçam Sineması belirli türlere bağlı bir sinemaydı, aşk filmleri, melodramlar ve 1970'lerde aksiyon filmleri, gangster filmleri gibi.
O dönemde teknik olanaklarımız da tabi ki yetersizdi. Ancak bugün öyle değil, bugün teknik olanaklar yeterli. Bu durumu ateşlemek için o türe inanan ve riske girmeyi kabul eden 2-3 yapımcı ya da yönetmen bulmak gerekiyor. Çünkü çıkan filmler hem kötü filmlerdir hem de dolayısıyla gişede çok da başarılı olamadılar.”

“VAMPİR MANİFESTOSU”

Fatih Danacı ve Aylin Ünal'la birlikte “Vampir Manifestosu” adını verdikleri bir kitap projeleri olduğundan da bahseden Scognamillo, kitabın vampirlerin tarihçesi, vampirlerin mitolojisi, vampir sineması, vampir edebiyatı, müzik şeklinde bölümlere ayrılan bir çalışma olduğunu aktardı.
Eski tarihlerde başladığı romanlarını da yeniden kaleme aldığını söyleyen başarılı yazar, öte yandan sinemayla olan ilişkilerini çok genç yaşta girdiği bu sektördeki yerli ve yabancı oyuncu ve yönetmenlerle yaptığı sohbetleri de kaleme alan bir çalışma içinde olduğunu dile getirdi.
Eskiden çok disiplinli bir şekilde 09.00-13.00, 16.00-19.00 saatleri arasında çalıştığını belirten başarılı yazar, “Ben hiçbir zaman kitap yazarken ilham beklemedim. Bence öyle bir şey yok aslında. Oturuyorum bilgisayarın karşısına yazmaya başlıyorum. Belki ilk yazdıklarım hoşuma gitmiyor yeniden yazıyorum. Ama başka bir etkenden yararlanmıyorum. Bazen de bir öykünün başlangıcı ya da sonu yok” şeklinde konuştu.

 

 

 

 

 

 

 

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!