17 Naziran 1951 tarihinde, Nazım Hikmet'le Refik Erduran, Tarabya koyundaki motora binerken, onları izleyen tek bir kişi vardı: Nazım'ın kızkardeşi ve o zamanlar Refik Erduran'ın nişanlısı olan Melda Kalyoncu. Ağabeyine görünmemek için bir köşeye gizlenmiş, hüzünlü gözlerle motorun çözülüşünü, ağır ağır çalıştırılışını ve kıyıdan uzaklaşıp gözden kayboluşunu izlemişti. Názım Hikmet öldürülme korkusu içindeydi. Kapısında bekleyen polisler yetmezmiş gibi, bir de askere alınması gündeme gelmişti. Daha vahimi ise bir gün eşi Münevver Hanım'la Mühürdar'da yürürken kim tarafından kullanıldığı bilinmeyen bir otomobilin, direksiyonu doğrudan üzerlerine kırmasıydı. Názım, Münevver'i bir köşeye savurmuş, kendisini de karşı kaldırıma fırlatarak son anda kurtulmuştu bu suikast teşebbüsünden. Bu nedenle Melda Kalyoncu, ‘‘Ağabeyimin kaçmaktan başka yapabileceği bir şey yoktu’’ diyor. Sizin ne zaman haberiniz oldu Názım Hikmet'in kaçış planından?- Hemen başında, zaten sürat motorunu kiralamaya filan da biz hep Refik'le birlikte gittik. Çünkü Refik o sırada Tuzla'da askerdi. Ama Názım ağabeyim benim bildiğimi bilmiyordu. ÇOK AZ KİŞİ BİLİYORDUPeki Refik Erduran nasıl söyledi bunu size?- Ben aptal değilim elbette anladım ama Refik de, ‘‘Názım'ı deniz yoluyla Bulgaristan'a kaçıracağını, bunun için de sürat yapabilecek bir deniz motoruna ihtiyaç olduğunu’’ söyledi. Tesadüf bu ya, o sırada Malik Yolaç adlı bir işadamı da motorunu satıyor. Bunun için de gazeteye ilan vermiş. Kalkıp Malik Yolaç'ın Unkapanı'ndaki işyerine gittik. Sürat motoru alacakmış gibi pazarlık yaptık ama önce denememiz gerektiğini söyleyerek anahtarı aldık. Tabii biraz da kapora bıraktık. O kapora yandı. Aile arasında bu kaçışa ilişkin bir şey konuşuluyor muydu?- Hayır katiyen. Ama işte Refik, ben, karısı Münevver, annesi Celile Hanım, bir de Mehmet Ali Aybar. Kızkardeşi Samiye Hanım biliyor muydu emin değilim. Çünkü onlar o sırada Adana'daydı.Nasıl oldu hadise?- Cumartesi gecesinden Refik motoru Kalamış'tan götürüp Tarabya'ya bağladı. Bizde o gece Beyoğlu'ndaki apartman dairesinde kaldık. Sabahleyin kalkınca ben ilk iş olarak Yeşilköy'e,
Meteoroloji'ye telefon edip Karadeniz'de havanın ve denizin durumunu sordum. Şartlar elverişliydi. Sonra bir taksiye binerek Tarabya'ya gittik. Ben geride kaldım. Bunun için Názım ağabeyim beni görmedi. Ben de uzaktan izliyorum. Bindiler ve hareket ettiler. Kireçburnu'nun oradan, onlar gözden kaybolana kadar arkalarından baktım. Çok hüzünlü bir şey olmalı...- Hem de nasıl, donup kaldım denir ya, ben de donup kaldım onlar giderken. Çünkü her şey olabilirdi. Motor bozulabilirdi, yolda kalabilirlerdi, yakalanabilirlerdi. Ama genç olduğumuz için, biraz da işin macera yanıdaydık biz. O da ayrı bir heyecan veriyordu. Düşünün, ben 25 yaşındaydım o zaman. TUHAF BİR PAROLANázım Hikmet'le Refik Erduran'ın bindiği motor gözden kaybolduktan sonra ne yaptınız siz?- Ben tekrar Beyoğlu'ndaki eve gittim ve beklemeye başladım. Doğrusu neyi beklediğimi de pek bilmiyorum. Ama zamanın nasıl geçtiğini imk*nı yok anlatamam. Saat üç gibi Refik telefon etti. ‘‘Tamam, geldim’’ dedi ve arkasından da ‘‘Gidip Münevver'e de
haber ver’’ dedi. Tabii onların kendi aralarında ne konuÅŸtuÄŸunu biz önceden bilmiyorduk. Názım aÄŸabeyimle Münevver, her ihtimale karşı aralarında bir de parola kararlaÅŸtırmışlar. Parola da ÅŸu: ‘‘Biberon yastığın altında!’’ Refik, 'Git, bunu Münevver'e söyle' dedi. Onlar da beni Mühürdar'daki çay bahçesinde bekliyorlardı. KoÅŸa koÅŸa gittim oraya. Bunu söyledim.Münevver Hanım'ın halet-i ruhiyesi nasıldı?- Nasıl olsun, aÄŸzını bıçak açmıyordu. Celile Hanım da oradaydı. EndiÅŸe ve korku içinde bekliyorlardı. Kimsenin aklına sevinmek de gelmiyordu. Çünkü giden Celile Hanım'ın oÄŸlu, Münevver'in eÅŸi, benim de aÄŸabeyimdi. Ayrıca, kalanların başına ne geleceÄŸi de meçhûldü. TKP'nin herhangi bir yardımı oldu mu, böyle bir ÅŸey duydunuz mu?- Gerçi Refik böyle ÅŸeyleri bana pek söylemez, ‘‘Bilmesen daha iyi olur’’ derdi ama TKP'nin Názım aÄŸabeyime yardımcı olduÄŸunu sanmıyorum. Zaten onu partiden atmışlardı. Názım'a yönelik suikastler hiç bitmiyor galiba. Sovyetler'de de önce Stalin'in, sonra da Laz Ä°smail'in (Ä°smail Bilen) Názım'ı öldürmek için tertipler hazırladıkları söyleniyor. - Tabii canım. Orada Stalin'in yaptıklarını görünce Názım aÄŸabeyim büyük hayal kırıklığına uÄŸruyor ve yapılanları eleÅŸtirmeye baÅŸlıyor. Bunun üzerine piyesinin oynanması yasaklanıyor. PeÅŸine adamlar takılıyor. TKP'den kendisinin atılmasına sebep olan da Laz Ä°smail'di yanılmıyorsam. Orada da bırakmıyor aÄŸabeyimin peÅŸini. BildiÄŸim kadarıyla, böyle bir cinayetin altında kalırım diye cesaret edemiyor.Názım Hikmet böyle mi anılırNázım Hikmet yılı dolayısıyla yazılıp çizilenleri nasıl deÄŸerlendiriyorsunuz?- Çok fena, çok rahatsız edici, çok çirkin. Ne ÅŸiirleri tartışılıyor, ne ÅŸairliÄŸi. Varsa yoksa Názım Hikmet'in kadınları. Peki siz nasıl anılmasını isterdiniz?- Paris ve Londra'da yapıldığı gibi. Büyük salonlarda ÅŸiirleri okunur, hakkında konuÅŸmalar yapılır. Åžimdi ortaya çıkan görüntü hiç hoÅŸ deÄŸil.Anlatılanlara bakılırsa, karşımızda tam bir ‘‘Maço Názım Hikmet’’ portresi var...- Çok doÄŸru. Onu bu ÅŸekilde göstermeye kimin ne hakkı var? Ãœstelik bunu Názım'ı sevdiÄŸini söyleyenler yapıyor. Ayrıca o kadınlara deÄŸil, kadınlar ona musallat oldu hep. Çünkü çok yakışıklı adamdı. ÇocukluÄŸumdan beri, pek çok kadının Názım’a áşık olduÄŸu söylenirdi. Semiha Berksoy anlatıyor ya, onun gibi bir sürü insan vardı...Bir daha hiç görmediniz deÄŸil mi?- Ben 1965'te Paris'e gittiÄŸimde, aÄŸabeyim ölmüştü maalesef. Hiç göremedim kendisini. Peki oÄŸlu Mehmet Názım'ın babasına kırgın olduÄŸu ve onu hiç affetmediÄŸi doÄŸru mu? - Onu sormadım, o bahis hiç açılmadı. Dolayısıyla bu konuda hiç bir ÅŸey söylemek istemiyorum.Â
button