Lalenin tahtına çiğdem oturdu

Güncelleme Tarihi:

Lalenin tahtına çiğdem oturdu
Oluşturulma Tarihi: Eylül 20, 1998 00:00

Haberin Devamı

İstanbul'un çiçeği olarak yüzyıllardır saltanatını sürdüren lalenin tahtı tehlikede. Bir devre adını veren lale, Hollanda başta olmak üzere dünyanın başka coğrafyalarında da yetişebilirken, Doğal Hayatı Koruma Derneği'nin yeni bir projesi İstanbul'un asıl çiçeğinin Kadıköy Çiğdemi olduğunu ortaya koydu. Mor-pembe renkli bu çiçek sadece İstanbul'da ve kentin iki yakasında da yetişebiliyor. Ama gereken önlemler alınmazsa nesli tükenecek.

26 asırlık tarihiyle İstanbul'un, paha biçilmez bir kültürel mirasa sahip olduğu biliniyor. Ancak kentin bu özelliğinin yanında eşsiz doğal alanları ve nadir bitkileri barındıran yeşil zenginliği pek tanınmıyor. Doğal Hayatı Koruma Derneği'nin (DHKD) başlattığı yeni bir çalışma İstanbul'un bitkisel yönden de ne kadar zengin bir yapıya sahip olduğunu ortaya koydu. Derneğin ‘‘İstanbul'un Doğal Alanları’’ adındaki projesiyle, il sınırları içinde iki bini aşkın bitki türünün bulunduğu ve bunlardan 270'inin nadir ve endemik bitkilerden oluştuğu saptanmış.

Kentin farklı iklim, coğrafya ve toprak ortamları dolayısıyla taşıdığı bu zengin flora, doğal koruma açısından 10 önemli merkezde yoğunlaşıyor. Bunlardan en önemlisi Terkos ve Kasatura arasındaki ormanlık alan ve kıyı şeridi.

İSTANBUL’UN ÇİÇEĞİ TARTIŞMASI

DHKD'nin doğal varlıkların tanınması amacıyla bu bölgeye düzenlediği tanıtım gezisinde ortaya bir de ‘‘İstanbul'un Çiçeği’’ tartışması çıktı. Çevrecileri ve uzmanları ikiye bölen bu tartışma Kadıköy Çiğdemi ve lale üzerinde odaklaşıyor. Kadıköy Çiğdemi uzun süredir İstanbul'un simgesi olarak bilinen lalenin tahtına göz dikmiş durumda. Çünkü lale Hollanda başta olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde yetişebilirken, Kadıköy Çiğdemi sadece İstanbul'u anavatanı olarak seçmiş. DHKD'nin yaptığı sınıflandırmaya göre 1911 yılında Aznavur'un keşfedip, botanik literatürüne kazandırdığı bu çiçek sadece İstanbul'da yetişiyor. Sonbaharda açan, pembe-mor renkli çiçeklere sahip bu çiğdem türü, İstanbul'un Anadolu yakasında Pendik-Kartal bölgesi'nde, Avrupa yakasında ise Alibeyköy-İkitelli hattı dışında dünyada hiçbir yerde görülmüyor. Dolayısıyla DHKD'lilerin ‘‘İstanbul'un Çiçeği’’ olarak tanıttığı Kadıköy Çiğdemi bu ünvanı fazlasıyla hakediyor. Kadıköy'deki yoğun yerleşim nedeniyle yıllardır rastlanamayan bu çiğdem türü, Beylikdüzü'nde askeri alan dahilindeki koruma fundalığında hala yetişiyor.

TEHLİKE İÇİNDEKİ CENNET

Kadıköy Çiğdemi dışında İstanbul, 5 bin 110 kilometrekare alan içinde iki bini aşkın bitki türüne ev sahipliği yapıyor. Bu sayı İngiltere ya da Hollanda'nın bütün florasından daha fazla. Kentin bu botanik zenginliğinin nedeni ise kuşkusuz konumundan kaynaklanıyor. Herşeyden önce İstanbul, birbirinden çok farklı bitki türlerini barındıran Asya ve Avrupa kıta alanlarının botanik bir kesişiminde kurulu. Bunun ötesinde farklı bitkilere evsahipliği yapabilecek toprak çeşitliliğine de sahip. Karadeniz kıyılarının nemli ve soğuk ikliminden daha ılıman olan Akdeniz iklimine doğru değişim gösteren bir coğrafik yapısı var. Bütün bu etmenler İstanbul'a doğal bitki çeşitliliği açısından eşi az bulunan bir cennet niteliği kazandırıyor.

Ancak şehrin pek bilinmeyen bu zenginliği büyük bir tehlike altında. Son 10 yılda nüfusu ikiye katlanan İstanbul'da doğal alanlar üstündeki insan baskısı her geçen gün artıyor. Uzmanlar, Avrupa'nın en hızlı büyüyen kenti olan İstanbul'da mevcut doğal zenginlik koruma altına alınmazsa, orta vadede bu yeşil mirasın tamamının yok olacağında hemfikir. DHKD de bu tehlikeyi gözönüne alarak ‘‘İstanbul'un doğal Alanları’’ projesini başlatmış. Garanti Bankası'nın finansal desteğiyle süren bu çalışmayla İstanbul'un eşsiz doğal habitatları ve nadir türlerin değerinin farkına varılması ve bunların korunması amaçlanıyor. Derneğin İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Botanik Bölümü'yle ortaklaşa yürüttüğü proje sonucunda bütün bu zenginliğin rant uğruna nasıl bir tahribata maruz kaldığı ortaya çıkmış. Mesela 1950 yılında 56 kilometrekare olan kumul alanlar aradan geçen süre içinde yüzde 80 oranında azalarak 10 kilometrekareye kadar gerilemiş. İstanbul Üniversitesi Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Neriman Özhatay, durumun ciddiyetini şöyle açıklıyor:

‘‘Yeni nesillerin belki de hiç tanımaya fırsat bulamayacakları doğal zenginlikler, kent yaşamı, rant kaygısı ya da oy uğruna feda ediliyor. Kentin doğal alanlarında ve peyzajında büyük bir hızla yaşanan tahribatın hiçbir biçimde geri dönüşü yok. Başlattığımız projeyle başta İstanbullular olmak üzere, hiçbir canlının yararına olmayacak bu tahbiratın önüne geçmeyi ve bu zenginliğin korunmasında kamuoyu oluşturmayı amaçlıyoruz. Aksini düşünmek bile istemiyorum, çünkü sorumluluk hepimizin olacak.’’

Uzmanların ve çevrecilerin birleştiği nokta ise yeni önlemler alınmasına gerek olmadığı doğrultusunda. Mevcut yasaların bile gerektiği gibi uygulanması bu zenginliğin korunmasında önemli bir adım oluşturacak. Gerçekten de Türkiye 1984 yılında imzaladığı Bern Sözleşmesiyle bu doğal varlığı korumayı kabul etmiş durumda. Bu sözleşmeyle Türkiye, bünyesinde bulunan ve dünya mirası olarak kabul edilmiş türlerin varlığını sürdürebilmesi için gerekli yasal ve yönetsel önlemleri alacağını taahhüt etmiş.

1990 yılında yürürlüğe giren mevcut kıyı kanunu da uygulandığı taktirde olumsuzlukların önüne geçilmesi yolunda önemli bir adım sağlayacak. Yasaya göre duvar, telörgü, hendek ve benzeri engellerin oluşturulması, kıyıyı değiştirecek boyutta kazı yapılması, kum ve çakıl alınması, moloz, toprak veya çöp dökmek yasak. İstanbul'un gün geçtikçe kaybolan doğal zenginliğini korumak için, yerel ve ulusal yöneticilere kalan ise, kendi oluşturdukları bu yasa ve yönetmeliklere uymaktan ibaret.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!