SEVGİLİ okuyucularım, son hafta içerisinde burada çok ciddi bir konuyu gündeme getirdim. Mersin'in Bozyazı İlçesi'ndeki sağlık ocağı doktorları, kendilerine başvuran ve göreve türbanla gelen ebe, hemşire, öğretmen, memur gibi bazı kamu görevlisi hanımlara ‘‘başının kapalı olması, göreve kapalı gelmesi gerekir’’ diye düzmece rapor veriyorlardı. Raporlarda şöyle ifadeler geçiyordu:‘‘Sık sık gripal enfeksiyona yakalandığı, sırt, baş, boyun ağrısı geçirdiği, hepatit (sarılık) taşıyıcısı olduğu tesbit edilmiştir. Şahsın beslenmesine ve giyimine özel önem göstermesi, başı ve boynu örtülü bir biçimde olmasının, tıbbi açıdan önem taşıdığına karar verilmiştir...’’Bir başka rapor örneği ‘‘basılı’’ olarak kullanılıyor ve her isteyene üç imza ile veriliyordu. Özetle şöyleydi:‘‘Anayasa, devlete halkın sağlığını koruma görevi vermiştir. Şikáyetçi, başı açıkken kendini sağlıklı ve iyi hissetmediğini belirtmektedir. Ruhsal, moral, tam bir iyilik halinin mümkün olmasının ancak BAŞININ KAPALI OLMASI ile gerçekleşeceğine, başı açıkken sağlıklı olmayacağına ve sağlığının korunması Anayasa emri olduğuna göre, BAŞININ KAPALI OLMASI insanlık, sağlık ve Anayasa gereği şarttır.’’Bu düzmece raporların altında Bahadırhan Karakoç, Abdurrahman Sevgili, Lütfi Yalçın isimli üç doktorun imzaları ve devletin damgası vardı. Bunlar resmi raporlardı ve hepsi de kayıtlara geçmişti. Örnekleri elimde.* * *Ortada çok ciddi bir durum vardı. Üstelik bu düzmece belgeler Mersin Devlet Hastanesi Sağlık Kurulu tarafından incelenmiş, ‘‘Bilime ve usule uygun değildir’’ kararına oybirliği ile varılmıştı. Düzmece raporlar konusunu Sağlık Bakanlığı'na burada birkaç kez sordum ve bir açıklama istedim. Bakanlık bu konuda ne diyordu? Bu doktorlar hakkında işlem yapılmış mıydı? Önceki gün Teftiş Kurulu Başkanı Yaşar Seyfi imzalı bir yazılı açıklama geldi. Yörede türban takan kamu görevlisi olmadığını, takanların da artık vazgeçtiğini söylüyordu. Fakat ne ilginçtir ki, bu düzmece raporlar konusuna bir tek sözcükle bile olsun değinmiyordu!İşin bir başka ilginç tarafı, bu doktorlar halen aynı görevde ve aynı yerde bulunuyordu. * * *Sağlık Bakanlığı Müsteşarı, soruşturma kapsamına giren, fakat hasıraltı edilen bu raporları benden telefonla istedi. Kendisine faksladım. Açıklama daha sonra gönderildiği halde, bu konuya hiç değinilmiyordu. Öğretmek gibi olmasın ama, bakanlığın ve devletin diğer ilgili birimlerinin yapacağı iş çok basittir. Bozyazı Sağlık Ocağı'na yetkili kimseler gönderilir, kayıtlara bakılır ve hadise gün gibi ortaya çıkarılır. Şimdi bu raporların tarihini bir kez daha veriyorum:30 Eylül 1996, 16 Aralık 1996, 20 Şubat 1997, 27 Ekim 1997.Bunlar, benim elimde olanlar. Büyük olasılıkla daha niceleri var. Şimdi belki diyeceksiniz ki ‘‘İyi ama sen 4-5 yıllık bir olayı gündeme getiriyorsun’’...Doğrudur, çünkü belgeler elime yeni ulaştı. Her şey yapılır. Bu konu yıllarca hasıraltı edilmiş, uyutulmuş, bu rezalete alet olan doktorlar hakkında hiçbir işlem yapılmamış. Tıp bilimi ayaklar altında çiğnenmiş, bazı doktorlar tarafından siyasete, din sömürüsüne ve din ticaretine alet edilmiş. Dünyanın neresinde böyle bir şey olabilir? Acaba Afganistan, İran, Sudan gibi ülkeler bile böylesine bir tıp rezaletine göz yumar mı?* * *Sevgili okuyucularım şunu iyi biliniz: Türkiye'de başımıza ne geliyorsa, ülkeyi yönetenlerin sorumsuzluğu, aymazlığı ve küçük siyaset hesapları yüzünden geliyor. Bakınız, 5 günden beri bu konunun üzerinde duruyorum. Ne Sağlık Bakanlığı, ne de diğer ilgili kuruluşlardan tık yok! Bakan Bey bir şey söyleyemiyor... Ne söyleyecek? Ortada büyük bir rezalet var ama uyutulmuş. Şimdi böyle konular gündeme gelince hepsi rahatsız oluyor. Bu düzmece raporları veren doktorlardan da ses yok. Bir tanesi de ortaya çıkıp ‘‘Ben imzamın arkasında duruyorum. Bu raporlar bilime ve usule uygundur. İçinde din sömürüsü yoktur’’ diyemiyor. Türk Tabipler Birliği gibi meslek odaları ortada yok! Böyle bir kepazelik başka bir ülkede olsa, önce meslek odaları ayaklanır, tepki gösterir, ilgili makamlara baskı yapar ve soruşturma açtırır. Hadise belki de, bunu yapan doktorların diplomalarının iptaline kadar gider. Türkiye, neresinden baksanız çürümüş ve kokuşmuş. Neyse, biz bundan sonra atılacak ‘‘irtica ile mücadele’’ nutuklarını dinleyelim, teselli bulalım! Öyle ya, neler yapmadık bu vatan için! Kimimiz öldük, kimimiz nutuk söyledik!
button