Karısına tamburla serenad yapan üstad Sadun Aksüt

Güncelleme Tarihi:

Karısına tamburla serenad yapan üstad Sadun Aksüt
OluÅŸturulma Tarihi: Mart 02, 2003 00:00

Müzik deÄŸil, ‘‘musiki’’de 50 yılı çoktan geride bırakan Sadun Aksüt, kendi deyimiyle, bu sanatın bir askeri, ebedi hizmetkarı. Bugün müziksever kaç kiÅŸi adını biliyor? Ama o, fasıl heyetlerinin fasıl heyeti, gazinoların gazino, assolistlerin assolist, seyircinin de dinleyici olduÄŸu yıllardan bir tanbur ustası, bir canlı tarih gibi dimdik ayakta. Tanbur Metodu, 500 Yıllık Türk Musikisi Antolojisi, Dede Efendi, Müzisyen OsmanoÄŸulları, Türk Musikisi Güfteler Hazinesi, 100 Türk Bestekarı, Åžarkılarda Ä°stanbul gibi pek çok kitaba imza attı. 100'ü aÅŸkın ÅŸarkı, 30 kadar saz eseri ve bir o kadar ilahi ve bir Mevlevi ayin-i ÅŸerifi besteledi. Uzun yıllarını radyoya verdi. Sayısız öğrenci yetiÅŸtirdi. Ä°zmit Türk Musikisi Cemiyeti'nin 10 yıl hocalığını ve ÅŸefliÄŸini yaptı. En son TRT'de hazırlayıp sunduÄŸu TaÅŸplaktan Bugüne adlı hatıralı, sazlı, sözlü program da yayından kaldırıldı, ÅŸimdilerde tekrarları bile ilgi çekiyor ama o Ä°TÃœ Devlet Konservatuvarı'ndaki tanbur hocalığı görevi dışında evde oturuyor. Ve diyor ki, ‘‘Ben ve musiki dünyasındaki kuÅŸağım, herhalde on kiÅŸi ya kaldık ya kalmadık, daÄŸ çiçekleriyiz. Siz de arı olun alabildiÄŸiniz kadar balı alın bizden, vermeye razıyız. Ama nerede? Birisi de kalkıp gelsin ve desin ki hocam bana ÅŸunu öğret. Hoca demesin, abi desin, baba desin. Yok. Yalnızca bana mı, Selahattin İçli, Nevzat Atlığ, Niyazi Sayın, Alaaddin Yavaşça, Cüneyt Orhon, Erol Sayan'a niye gitmiyorsunuz? Mesela Niyazi Sayın, düşünün 2. Mahmud döneminden bu yana böyle neyzen görmedi Türkiye, kadri kıymeti biliniyor mu?’’ Biz bir ÅŸey demiyor, bu Albüm'ü dikkatinize sunuyoruz...1932 yılında Merzifon'da doÄŸar. O sırada Van Valisi olan babasının görevi nedeniyle bir yaşına varmadan Ä°stanbul'a taşınırlar. ÇocukluÄŸu HaydarpaÅŸa'nın ÅŸimdi sadece adı kalmış çayırında geçer. Kadıköy 3. Ortaokulu'ndan sonra HaydarpaÅŸa Lisesi'ni bitirir. Ancak çocukluÄŸundan itibaren Sahibinin Sesi gramofonundan Hafız Burhan'lar, Münir Nurettin'ler dinlemeye bayıldığı için, aklı fikri musikidedir. Ortaokulda kendine bir darbuka aldırır; Ankara Radyosu'nun fasıl programı baÅŸladığında onlarla birlikte çalar durur. Liseyi bitirdiÄŸinde ise biraz korkarak da olsa sert mizaçlı babasının karşısına çıkar:- Ben cümbüş çalmak istiyorum.Son devlet görevi Deniz Yolları Tekaüt Sandığı Müdürlüğü olan babası, birçok edebiyat ve tarih kitabının yazarı, emekliliÄŸinden sonra Robert Kolej'de edebiyat ve tarih öğretmenliÄŸi yapan Ali Kemali Aksüt, beklediÄŸinden farklı bir tepki verir:- Çalacaksan Türk Musikisi'nin hális bir sazını, tanbur çal!Hatta ona bir tanbur alır ve Sadettin Arel'e götürür. Ä°leri Türk Musikisi Konservatuvarı DerneÄŸi'ne kaydolan Aksüt, 1949 yılında, 100 liraya alınmış tanburu ve ilk hocası Laika (Karabey) Hanım'la çalışmaya baÅŸlar. Tanbur ve Türk Musikisi Nazariyatı derslerine girer. Ona göre bu, çılgın bir aşığın sevgilisine kavuÅŸması gibidir. Ama asla kolay deÄŸil! Çalabilmeye baÅŸladıktan bir süre sonra büyük bir hevesle Ãœsküdar Musiki Cemiyeti'ne gittiÄŸinde anlar bunu. Hocaların hocası Emin Ongan, ‘‘Böyle tanbur çalınmaz! Ben konuÅŸayım da Ä°zzettin Ökte'ye gidin’’ der. Böylece tanburundan ‘‘dünyada kimsenin çıkaramadığı, kubbe gibi, inci danesi gibi bir ses çıkaran’’ Ökte'nin öğrencisi olur. Bu öğrencilik ve dostluk onun ölümüne kadar sürer. Uzun yıllar Emin Ongan'la yüzlerce eser meÅŸkeder, üslup edinir. Bir dönem Belediye Konservatuvarı'nda okur. Bu yıllarda, Cahit Peksayar, Rıdvan Aytan, Hüsnü Anıl'la birlikte Kadıköy'ün Dört Ası, daha doÄŸrusu Dört Açı olarak anılırlar. Bir yandan gözü, o zamanlar çok revaçta olan gazinolardadır.RÃœBEYZA HANIMLA AÅžKI Ustalar der ki, insanın kıçı sahne sandalyesine deÄŸmeyegörsün, bir daha oradan kolay kolay kalkamaz! Bu sözün doÄŸruluÄŸunu, 26 yıl sahnelerde ünlü sanatçılara refakat ederken görecektir. Ä°lk sahne deneyimini 1952 yılında Kristal'de Safiye Ayla'yla yaÅŸar. Yıllarca Münir Nurettin Selçuk'tan Perihan Sözeri'ye, Mualla Mukadder'den Safiye Ayla'ya, Mediha Demirkıran'dan Zeki Müren'e pek çok sahne devine çalar. Göksel Arsoy, Ayhan Işık gibi sinemadan sahneye geçenlere de eÅŸlik eder. Bu arada dernekte tanıştığı Rübeyza Hanım'a bol bol ‘‘musiki’’ öğretmiÅŸ, sonunda onunla evlenmeyi baÅŸarmış, iki de çocuÄŸu olmuÅŸtur. Ancak fiziÄŸi kadar sesi de çok güzel olan Rübeyza Hanım, eÅŸinin aşırı kıskançlığı yüzünden sanat hayatına devam edemez. Aksüt'ün baÅŸka yaramazlıkları da olmaz deÄŸil, çift boÅŸanıp birkaç yıl ayrı kaldıktan sonra yeniden evlenir. O zamanlar gazino hayatı, gece 00.30 gibi biter; saz ustaları da evlerine son vapurla dönerler. Aksüt ve tanburu da öyle. Bir gece yine öyle dönerken, sokağın köşesinden bir bakar Rübeyza Hanım pencerede. Derhal karşı kaldırıma oturur, tanburunu tıngırdatmaya baÅŸlar. ‘‘Yapma bak kaçıyorum içeri’’ diyen Rübeyza Hanım'ı da ‘‘kaçarsan, ÅŸarkı söylemeye de baÅŸlarım’’ diye durdurur. Ama gazino hayatı yüzünden ne çocuklarının büyüdüğünü görür, ne de onlarla bir akÅŸam yemeÄŸi zevkini yaÅŸar. ÇÖPÇÜ KADROSUNDA!Musikiyle, musiki tarihiyle ilgili pek çok kitaba imza attıktan sonra, bir gün de oturur hatıralarını kaleme alır. Alkışlarla Geçen Yıllar'da 50 yıl önceki musiki hayatını, sahnelerin devlerini, Radyoevi günlerini anlatır. ‘‘Musiki toplumu’’ dev bir saraydır dışardan bakınca; damı yakut, duvarları kesme kristal ayna, pencere çerçeveleri altından. Ama ya içi? ‘‘Suyu akmayan çeÅŸme, krapon kağıdından çiçek’’ der. Yani anlayacağınız, ilk gazinolar, sahnede ilkleri gerçekleÅŸtirenler, azmin yücelttiÄŸi isimler, yaÅŸamın sillesini yemiÅŸler yanında çıkarcılıklardan, komplekslerden, kaprislerden, büyük kazıklardan da sözeden bol dedikodulu bir kitaptır bu. Sonra Radyoda memuriyet sınırlarına hapsedilmiÅŸ sanatçılar, söylentileri bol repertuvar ve denetleme kurulları, çekememezlikler, gazinodaki ayrımlar, ayrıcalıklar. Sahnelerde sanatın yerini baÅŸka ÅŸeylere bırakması. 1967 yılında Ä°stanbul belediyesi kendi konservatuvarında icra heyeti üyelerine kadro bulamayınca, Aksüt'le birlikte Münir Nurettin Selçuk, Emin Ongan, Hakkı Derman, Vecdi Seyhun, Fikret KutluÄŸ gibi sanatkarların çöpçü kadrosundan alınışı. 1970'te Ä°stanbul'da kolera salgını varken Radyo'da yapılan aşı sırasında duyduÄŸu ‘‘HemÅŸiranım aşı az, her gelene yapmayın. Önce memurları düşünün, ya sanatkarlar da duyup gelirse’’ sözleri... Yazdıkları çok insanı kızdırır. Ama bilmeyenlere, o yıllara iliÅŸkin bir fikir de verir. ‘‘Biz sazendeler bir lokma için nelere katlanmadık. Ele ballı ÅŸerbet, bize kan dolu kadeh’’ sözleri, yıllarca gazinolarda, solistlere karşı sazendelere yapılan ayrımcılığı anlatır. ‘‘Çalgıcı’’ sıfatına en çok kızanlardandır, ki haklıdır da. Sözü geçen kiÅŸiler Türk Musiki Tarihi'nin yerleri doldurulamaz virtüözleri deÄŸil midir? SAZENDENÄ°N ACI Ä°NTÄ°KAMIÃœnlü Çakıl Gazinosu'nda, Göksel Ersoy'a refakat ettikleri bir akÅŸam. Geçen hafta hayata veda eden Udi Baki Duyarlar'ın başı ağırır, bir aspirin içebilmek için komiden su ister. ‘‘Sazcılara su vermiyoruz, tuvaletten için’’ der komi. Tuvalete lavabo yoktur oysa, sadece taharet musluÄŸu. Çok dokunur bu onlara, Göksel Arsoy'un yanına ‘‘çıkar’’, durumu anlatırlar. Bunun üzerine Arsoy, komiyi çağırarak ‘‘Bana bir kasa su getirin’’ der. Hemen gelir bir kasa su. Benzer bir olay yıllar önce onun da başına gelmiÅŸ, ama o intikamını, bütün kasalardaki ÅŸiÅŸeleri kapaklarını delip ters çevirerek almıştır. Sahneden indiklerinde kulisin göle döndüğünü görünce, hınzır bir gülümseme geçmiÅŸtir yüzünden.Onun deyimiyle ÅŸimdi herkes ‘‘usta’’dır. Ama asıl ustalarla çalışmadıkları için ustalık nedir pek bilmezler. Teknik olarak ileridedirler evet ama bu iÅŸin bir de kültürü vardır, musiki tarihine geçmiÅŸ ustaların kiÅŸilikleri, icra tarzları. Onlardan haberdar mıdırlar acaba? Åžimdi ‘‘seyirci’’ vardır, sahnede dinleyecek deÄŸil, seyredilecek ÅŸey olduÄŸundan. Oysa eski gazinolara sahiden ‘‘dinleyici’’ gelir. Hem de en kültürlüsünden. Mesela gazino tarihine geçmiÅŸ, Abacı lakaplı bir Ä°stanbul beyefendisi. Selahattin Pınar'lı, Sadun Aksüt'la, Nevzat Tokyay'lı, Fevzi Aslangil'li bir fasıl akÅŸamında, Selahattin Bey Abacı'ya sorar:- Ne arzu edersiniz?- Aman efendim, siz neyi arzu ederseniz...- Olsun, söyleyin, sizin arzunuz olsun.- Peki o zaman, der Abacı. Geçen akÅŸam eviç faslını dinlemiÅŸtik, bu akÅŸam da onun kardeÅŸi olan ferahnák'i dinleyebiliriz. Bunu ÅŸunun için anlatır Aksüt: ‘‘Eviç faslı radyoda yapılmıyor bugün. Piyasada ise sazlar iki hane ferahnák peÅŸrevini doÄŸru dürüst ve ezbere çalsınlar, hanendeler okusunlar bakayım on tane eviç ÅŸarkıyı peÅŸ peÅŸe... Hadi canım sende! Ama bu gazinoda bu çalınıyor ve dinleyici de onu ve kardeÅŸi olan ferahnák'i biliyor!’’ ÖLÃœ FASIL VAR MI?Peki ya ÅŸimdi? ‘‘Gazetede binlerce ilan, canlı fasıl diye. Peki ölü fasıl var mı? Tabii onların canlı fasıl dedikleri, bir org, üç ÅŸarkıdan sonra, naynirinanininom oyun havası. Herkes kapı gıcırtısına oynuyor. Fasılda katiyen dans edilmez, el çırpılmaz. PeÅŸrevle girersin, sırası vardır, bazen ağır aksak ÅŸarkıyla girilir, aksakla devam eder, içinden girme tabir edilen tarzı vardır filan falan, özellikleri var. Ama bunlar yok, canlı fasıl var!’’ TRT'de yayımlanan TaÅŸplaktan Bugüne adlı programın hazırlayıcısı ve sunucusu. Orada hatıralar anlattı, konuklarına anlattırdı, çaldı ve söyletti. Åžimdi tekrarları bile ilgi çeken program, iki yıl kadar önce nedensiz bir ÅŸekilde yayından kaldırıldı. Ama Levent'te ekmek kuyruÄŸunda beklerken ona para istemeden çiçek sunan ve ‘‘programın çok geç veriliyor, mezata yetiÅŸmek için uykusuz kalıyorum, biraz erkene al’’ diyen çingeneden Semra Özal'a kadar pek çok insanın damağında programının tadı. O ise yıllardır tanbur hocalığı yaptığı Ä°TÃœ Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı'nda öğrenci yetiÅŸtirmeye devam ediyor. O görev ki, 1975'te gazinolardan ayda 200-300 bin lira alırken, orada 17 bin 500 lira maaşı tercih etmiÅŸti. Â
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!